Arama

Zekeriya Erdim
Haziran 11, 2019
Demokrasi savaşları ve tarafları

Demokrasi gerçekten ne demektir, benimsediğini ve uyguladığını iddia eden ülkeler ne kadar demokratik teamüllere göre yönetilmektedir; ayrı bir değerlendirme yahut tartışma konusu. Ayrıca, "demokrasinin beşiği" olarak bilinen ülkelerin kendi bebeklerini boğazlayıp öldürdükleri; birilerine yahut bir yerlere demokrasi ihraç etmeye kalkışanların hangi sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, askeri, teknolojik cinayetleri tekrar tekrar işledikleri cümle alemin malumu.

Ancak öyle ya da böyle, iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, an itibariyle Türkiye'de düşe kalka yürüyen bir demokrasi var. Muhtar'dan Meclis Üyesi'ne, Belediye Başkanı'ndan Milletvekili'ne, Cumhurbaşkanı'ndan her tür ve seviyedeki STK yöneticisine kadar; hemen herkes sandıktan çıkıyor, seçim yoluyla iş başına geliyorlar.

Bizim kuşak, yetmişli yılların başlarından beri, sosyal ve siyasal mücadelelerin içindeyiz. Farklı olayların ve oluşumların aktörleri olsak bile; genel olarak yerli, milli, dini doğrularımızın ve değerlerimizin peşindeyiz.

Eskiden, daha çok ordu mensupları üzerinden organize edilen darbeler demokrasiyi devre dışı bırakıyor; darbeciler, kayda değer bir dirençle karşılaşmıyorlardı. Kendilerine göre yahut taşeronluğunu yaptıkları güç odaklarının yönlendirmeleri doğrultusunda "düzene çekidüzen" verdikten sonra; kontrollü bir seçimle, yeniden demokrasiye izin verme gereği duyuyorlardı.

Şimdilerde, seçimin ve hatta sandığın kendisi "darbe aracı" haline getirildi. Değişen şartlara uyum sağlanarak, yeni metotlar geliştirilip; "yönetime el koymak" yerine, yöneticileri seçen süreçlere müdahale yoluyla "sandık darbesi" yapılması tercih edildi.

Bir başka ifadeyle; artık seçim süreçleri "demokrasi savaşları"na dönüştü. Sadece seçenler, seçilenler ve seçme-seçilme süreçlerini yönetenler değil; Türkiye üzerinde gizli-açık özel hesapları olan dış kaynaklı şer odakları ile onların içerideki hain ya da gafil işbirlikçileri yekvücut sandığın başına üşüştü.

Bu anlamda, 23 Haziran 2019 Pazar günü yapılacak kısmi yerel seçim; İstanbul'un, hatta Türkiye'nin seçimi olmaktan çıkıp neredeyse "Üçüncü Dünya Savaşı" haline geldi. Bir yanda "yerli" öte yanda "yabancı" unsurlar, tüm güçleri ve imkanları ile cephede yerini aldı.

Sonuç olarak, silahı sandık cephanesi oy olan; içeride ve dışarıda pek çok cephesi ve taraftarı bulunan bir savaş var. Sandığı tutabilenler, oyları atabilenler bu savaştan zaferle çıkmış olacaklar.

Büyüyen ve gelişen Türkiye ya bir adım daha ileri gidip bir basamak daha yukarı çıkacak; ya önünü kesmek-sesini kısmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürülmüş, değirmenine su verilmiş olacak. Ya gönül coğrafyamızın mazlumları ve mağdurları; ya "şeytan üçgeni"nin başı, beyni, gövdesi, kolları, bacakları bayram yapacak.

Vaziyetten vazife çıkarıp üstümüze gelecekler, kazanılmış değerleri bir kez daha kaybetme sürecine gireceğiz. Tarihin seyri değişecek, torunlarımızın dahi telafi edemeyeceği bedeller ödeyeceğiz.

İşte bu noktada, yakın geçmişe dair önemli bir hatırayı paylaşmak istiyoruz. Daha doğrusu, görmeye ve göstermeye çalıştığımız büyük resmin ne olduğu ve olacağı konusunda; muhalif cepheden, akıl ve vicdan sahibi birinin tesbitlerini özetleme gereği duyuyoruz.

Kendisini siyesi yönden "CHP'li", ideolojik yönden "sosyal demokrat" olarak tanımlayan basın mensubu bir tanıdığımız var. Yabancı bir şirkette, özellikle siyasal ve ekonomik gidişat konusunda, uluslararası medya takibi ve yorumu yapıyorlar.

Ara sıra bir yerlerde buluşup, birlikte çay-kahve içiyoruz. Ortak paydamız Türkiye olmak üzere, dahili ve harici gelişmelerin üstünden geçiyoruz.

Gezi Parkı olaylarının dördüncü günü, telefonla arayıp; "Nasıl değerlendiriyorsunuz?" diye sormuştu. "Uluslararası medya takibi yapan sizsiniz, muhtemelen bizden daha iyi bilirsiniz" cevabı üzerine; "adil ve tarafsız" tesbitlerde bulunmuştu.

Siyasal ve ideolojik kimliğini tekrar hatırlatıp, "Türkiye'nin geleceği söz konusu olduğunda doğru yerde durması gerektiğini" belirttikten sonra; "Bu işin parkla, bahçeyle, ağaçla, çiçekle, böcekle alakasının olmadığını; kelimenin tam anlamıyla bir kalkışma (darbe girişimi) olduğunu" söyledi. Arkasından; "Sadece iç dinamiklerle ortaya çıkan bir kalkışma değil, dış destekçileri ve hatta organizatörleri de var. Nokta hedefi Sayın Erdoğan, O'nu alaşşağı ederlerse, rüzgarı tersine çevireceklerine inanıyorlar. Bu ilk de değil, son da olmayacak. Değişik zamanlarda, çeşitli bahanelerle tekrar edecekler; sonuç alıncaya ya da baş eğdirme yahut diz çöktürme konusunda ümitleri kalmayıncaya kadar durmayacak" dedi.

Zaman içinde, tesbitleri maalesef doğru çıktı. Darbeler zincirinin en büyük halkası olan 15 Temmuz kalkışmasında, yüzlerce şehidin ve gazinin kanı aktı.

Birkaç gün önce, kendisiyle tekrar buluştuk. Bu sefer İstanbul seçimleri üzerinden Türkiye'yi ve Dünya'yı konuştuk.

Hiç tereddütsüz, "Yeni bir kalkışma hamlesine şahit olduk ve oluyoruz" dedi. Kamuoyu nezdinde bilinen ve bilinmeyen belgeleri, bilgileri yorumlayarak; "Muhalefetin adayının yerli ve yeterli olmadığını, yabancı mihraklar tarafından şişirilip figüran olarak kullanıldığını" söyledi.

Bu tesbitlerini paylaşıp paylaşamayacağımızı sorduk. Şimdilik, isim vermeden ifade etme konusunda izin aldık.

Ortak paydamız ve ortak faydamız için, doğru yerde durma zamanı. İdrak ettiğimiz yeni demokrasi savaşında, Türkiye'nin yanında yer alıp omuz verme zamanı.

11.06.2019 – Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN