Arama

Zekeriya Erdim
Mayıs 25, 2019
MEB’nın sormadığı soru, vermediği cevap

Son günlerde enine boyuna konuşulup tartışılan ve 2020-2021 öğretim yılından itibaren uygulamaya konulması planlanan "yeni eğitim modeli"nin çok önemli bir zaafı var. Milli Eğitim Bakanı'nın sunumu üzerinden değerlendirme yapıp yorumlarını paylaşanlar, bu nokta üzerinde yeteri kadar durmuyorlar.

Anlaşılan o ki hazırlık çalışmaları sırasında, temel "sorun"lar önce eğitim paydaşlarının dili ve üslubu ile "soru" haline getirilmiş. Arkasından, yapılan tasarım çalışmalarından sonra "cevap"lar verilmiş, "çözüm"ler üretilmiş.

En temel soru: "Çocukları ve gençleri neye yahut nereye hazırlıyoruz?" Bir başka ifadeyle "Eğitim safha ve süreçlerinin sonunda, hangi noktaya gelmelerini planlıyoruz?"

Diğer tüm sorular ve cevaplar, bu üst başlığın altını doldurmak için. İnsanı ve toplumu, öngörülen hedeflere vardırmak için.

Mesela, "Öğrenciler yıl içinde bu kadar çok ders alıyorlar ama öğrendiklerini içselleştiremiyorlar, bunun çözümü nedir?" diye sorulmuş. Ders sayısının azaltılmasından, deneyime yönelik eğitimden, atölye ve laboratuvar çalışmalarından, derslerde disiplinler üstü yaklaşımdan, alan derslerinde proje ve uygulama çalışmaları yaptırılmasından söz edilerek çözümün "derinleşme" olduğu cevabı verilmiş.

"Çocuklar sürekli soru çözüyorlar ama günlük hayatta bir sorunla karşılaştıklarında neden afallıyorlar?" sorusunu sormuşlar. Karşısına adına "HEY" ( Hayat-Etkinlik-Yaşam ) dedikleri ve sanatsal etkinliklerden, fiziksel etkinliklerden, toplumsal fayda çalışmalarından oluştuğunu yahut oluşacağını söyledikleri bir formülü koymuşlar.

Lise mezunu gençlerin zihinlerinde "benlik, meslek, gelecek algısı"nın oluşmadığı tespit edilip sorgulanmış. Çözüm olarak esneklik, kişisellik, ilgi ve yetenek alanlarına yönlendirme, birebir rehberlik ve kariyer danışmanlığı yapma gibi unsurlardan oluşan "çocuğu ya da genci kendi kendisiyle buluşturma" formülü kurgulanmış.

Sorulan sorulardan biri de "Ezbercilikten ve sınav odaklı eğitimden nasıl kurtuluruz?" El cevap: "Sistem kavramını, bilgi kuramını, tasarım odaklı düşünmeyi ve toplumsal faydayı öne çıkararak bilginin değere dönüşmesini temin edersek kalıcı öğrenmeyi sağlamış oluruz."

Peki, "Her yıl binlerce öğrencinin kazandığı bölümden mutsuz olup yeniden sınava girmesini nasıl önleriz?" Efendim, "Kişisel rehberlik, seçmeli alan dersleri ve kariyer ofisleri aracılığıyla etkin yönlendirme yaparak bu sorunu çözebiliriz."

Bir de "üniversiteye giremeyen lise mezunlarının durumları" var. Herhangi bir mesleğe hazırlanmış olmadıkları için iş bulamıyor, iş dünyası ile entegre olamıyorlar.

Ona da bir çözüm bulmuş, cevap vermişler. "Biz onları, muhtelif sertifika programları, tasarım beceri atölyeleri ve portfolyo çalışmaları ile yetkin mezunlar haline getireceğiz." demişler.

Bütün bu sorular ve cevaplar, sorunlar ve çözümler bir sistemde birleştirilmiş, bütünleştirilmiş. Özet plan ya da formül, 9-10-11. sınıflar için "Akademik Gelişim Programı" (AGEP), 12. sınıflar için "Akademik Yeterlilik Programı" (AYEP) şeklinde isimlendirilmiş.

Yani gelişimin de yeterliliğin de ana eksenine "akademik kazanımlar"ı koymuşlar. Bir başka ifadeyle, eğitimin temel amacının "bilgi ve beceri kazandırmak"tan ibaret olduğunu varsaymışlar.

Bu bilgiyi ve beceriyi nerede, ne zaman, nasıl, hangi amaçlar için ve hangi ölçülere göre kullanacakları önemsenmemiş. Aklı, ruhu, bedeni etkileyecek; benliği, kimliği, kişiliği oluşturacak; duyguları, düşünceleri, davranışları geliştirecek sosyal, kültürel, fiziki çevre ve ortamlar gündeme gelmemiş.

Çocukların ve gençlerin "ne olacakları" üzerinde durulmuş ama "kim olacakları" üzerinde durulmamış. "Hangi temel değerleri esas alarak, hangi kültürün ve medeniyetin insanını yetiştireceğiz?" sorusu sorulmamış, cevabı verilmemiş.

Mensubu olduğumuz dinin ve devletin, vatanın ve milletin, kültürün ve medeniyetin bilgisi ve bilinci bir kenara bırakılıp gittiği her yeri cehenneme dönüştüren hakim kültürün ve medeniyetin "dünya vatandaşlığı" kurgusu esas alınmış. Büyüyen ve gelişen Türkiye'nin bütün cephelerde verdiği zorlu diriliş, direniş, var oluş mücadeleleri hesaba katılmadan gene Batı'ya özenme ve öykünme psikozunun sınırları içinde kalınmış.

Öngörülen zorunlu ders programında tarihimiz Cumhuriyet dönemi ile başlıyor. O da yaşananlardan çok yazılanlara, yazdırılanlara dayandırılan İnkılap Tarihi ile sınırlandırılıyor.

Aslında, sadece İslam dinini değil bütün dinleri ve ahlakları içine alan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi için; 9, 10, 11, 12. sınıflarda 2'şer saat ayrılmış. Herkesin öğrenmesi farz-ı aynmış (olmazsa olmazmış) gibi görülen ve gösterilen Yabancı Dil için ise; 9. sınıfta 5 saat, 10-11-12. sınıflarda 16'şar saat dayatılmış.

Ayrıca, bütün sınıfların ortak temel derslerinden biri olan Bilgi Kuramı'nın kaynağı, dayanağı belirtilmemiş. Hangi varlık felsefesine dayalı hangi eğitim felsefesinin esas alınacağı ve bilgi felsefesinin hangi dünya görüşüne veya inanç sistemine dayanacağı gibi tanımlayıcı, belirleyici konulara yer verilmemiş.

Sonuç olarak, sükseli bir şekilde sunumu yapılan yeni eğitim modelinin kimin değirmenine su taşıyacağını açık ve net bir biçimde göremedik. Daha doğrusu, "donanım" açısından "daha güçlü" ama "yönelim" açısından da "daha yabancı" bir neslin yetişmesine vesile olacağı endişesi içine girdik.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN