Arama

Zekeriya Erdim
Eylül 22, 2018
Tavuklara anlatan oldu mu?

Yıllardır, siyaset gündemli sohbet ortamlarında; bir noktanın altını çiziyorduk. Bakanlardan ve icraatlarından bahsederken; "bize bakanlar değil, görenler lazım" diyorduk.

Milli Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk, göreve başladığı günlerde, sesimizi duymuş da cevap veriyormuş gibiydi. İlk açıklamalarından birinde; "Ben bakan değil, gören olmaya çalışacağım" dedi.

Değişik zamanlarda, muhtelif konularda; bunu doğrulayan değerlendirmeler yaptı. Geçen hafta ise; ilköğretimden ortaöğretime ve ortaöğretimden yükseköğretime geçişlerin "sınavla değil, yetenek ölçümüyle" yapılmasına yönelik bir hazırlık içinde olduklarını hatırlattı.

Kamuoyunda, özellikle de eğitim camiasında; bu konu yeteri kadar müzakere edilmedi. Belki de gerçekçi yahut inandırıcı bulunmadığı için; lehte ya da aleyhte fikir üretilmedi.

Uzun zamandır "yetenek yönetimi" konusunda ar-ge çalışmaları yapan ve yaptıran, hatta bazı özgün projeleri hazırlayıp hayata geçirilmesini sağlayan bir eğitim yöneticisi olarak; konuya bir miktar katkıda bulunmak istiyoruz. Sınavsız eğitimin mümkün olup olmayacağı, olursa nasıl mümkün olabileceği konusundaki tespit ve tekliflerimizi; ilgilileri ile paylaşma gereği duyuyoruz.

Sayın Bakan'ın beyanında; iyi anlaşılabilmesi için, biraz daha açılması gereken yanlar, yönler var gibi görünüyor. Çünkü, yetenek esaslı yönlendirmenin gereği ve önemi yanında; metodu ve usulü ne olursa olsun, yapılacak her ölçümün bir "sınav" anlamına geleceği de biliniyor.

O zaman burada; sınavın kaldırılmasından değil, mahiyetinin değiştirilmesinden söz ediliyor demektir. Ayrıca, yeteneklerin ölçülüp değerlendirilebilmesi için; önce, ortaya çıkıp fark edilmelerini ve desteklenip geliştirmelerini sağlayacak eğitim ortamlarının oluşturulması gerekir.

O halde, gündeme getirilen şey; kısa vadeli değil, orta vadeli bir değişim, dönüşüm öngörüsüdür. Önce, yeteneğin anlamı ve açılımı ortaya konur; sonra, gereği ve önemi anlatılarak yetenek yönetimi konusunda bir farkındalık oluşturulur; daha sonra, yetenek alanlarına ve konularına uygun eğitim ortamları hazırlanır; daha daha sonra ise, her çocuk ya da genç, fıtri kabiliyetinin ve kapasitesinin gösterdiği yöne doğru yürür.

Bu sistemin doğal sonucu olarak, ilköğretimden ortaöğretime ve ortaöğretimden yükseköğretime geçişte; bilgi merkezli değil, yetenek merkezli ölçümler yahut sınavlar yapılır. Ayrıca, balıklar uçmaya ve kuşlar yüzmeye zorlanmadan; herkes, kendi yetenek alanında ve konusunda yarıştırılır.

Böylece, hem yetenek alanları ayrıştırılmış; hem de her yetenek alanının zayıfları, ortaları, iyileri, çok iyileri ortaya çıkmış olur. Ülkemiz ve toplumumuz, imkânlar ile ihtiyaçlar arasındaki irtibatları kurarak; hayatın bütün alanlarında ve konularında, zirveleri yakalayıp yetiştirme ve yerleştirme fırsatı bulur.

Psiko-sosyal hastalıkların tedavisi ile ilgili kıssalar arasında; kendisini darı(mısır) zannedip, tavuklardan korkan bir adamın hikâyesi anlatılır. Tedavi süreci tamamlanıp, taburcu edildikten sonra da tavuklardan korktuğu tespit edilerek, "Hani artık darı olmadığını anlamıştın ve tavuklardan korkmayacaktın, gene niye korkuyorsun?" diye sorulduğunda; "Bunu ben anladım ama tavuklara anlatan oldu mu?" şeklinde cevap verdiği aktarılır.

Sayın Bakan; eğitimin istikametini değiştirecek stratejik bir detayı görmüş, bilmiş gibi görünüyor. Fakat bu yetmez; cümle tavuklara ve civcivlere de anlatılmış olması gerekiyor.

Bunun için, geniş kapsamlı bir bilgilendirme, bilinçlendirme kampanyası başlatılıp; yeteneğin ne olduğu ve nasıl yönetileceği ile bu farkındalığın ne gibi büyük faydalar getireceği annelere ve babalara, öğretmenlere ve idarecilere, aydınlara ve yöneticilere, son olarak da çocuklara ve gençlere iyice öğretilmelidir. Ayrıca, yetenekler ile mesleklerin eşleştirilmesi yapılarak; eğitim ve öğretim çocukların ve gençlerin yetenek alanlarını ve oranlarını keşfedip geliştirme, istihdam ise yetişmiş elemanları kendi yetenek alanlarında çalıştırma anlamına gelmelidir.

O zaman, her yaş ve seviyedeki insanımız; hem eğitim hayatında, hem de çalışma hayatında daha mutlu ve daha başarılı olur. Bu denge ve uyum sayesinde, enerjimiz en yüksek derecede sinerjiye dönüşür; hayatın bütün alanlarında ve konularında, "müthiş" denebilecek düzeyde "katma değer" oluşur.

Bu vesileyle tekrar hatırlayalım ve hatırlatalım ki; insanlar, madenler gibidir. Doğuştan getirdikleri fıtri kabiliyetlerin ve kapasitelerin alanları ve oranları farklıdır, çeşitlidir.

Öte yandan; yerinde, zamanında, yaratılış amacına ve usulüne uygun kullanıldığı takdirde bütün madenler kıymetlidir. İnşaat sanayiinde demir, elektronik sanayiinde bakır, enerji olarak kömür, ziynet eşyası olarak altın tercih edilir.

Bir de şunu açık ve net bir biçimde bilmeliyiz ki; hangi eğitim sistemini uygularsak uygulayalım, insanların madenlerini değiştiremeyiz. Bilimin ve teknolojinin bunca gelişmişliğine rağmen; demiri altına, bakırı elmasa dönüştüremeyiz.

Ancak ve ancak; geliştirebilir, işleyip daha fazla işe yarar hale getirebiliriz. Hatta daha da ileri gidip; alanının en iyisi olma noktasına kadar götürebiliriz.

Yetenek merkezli bir eğitim sistemi; bize çağ atlatabilir. Kişisel, kurumsal, toplumsal hedeflerimiz açısından; birkaç basamak yukarı zıplatabilir.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN