Arama

Zekeriya Erdim
Mayıs 5, 2018
Vakıf medeniyetinin mirası

Sahibi yahut varisi olduğumuz muazzam medeniyetin merkezinde; "vakıf ruhu" diye özetleyebileceğimiz bir anlayış ve yaşayış modeli var. Uzmanlar bunu; "iyilik ve yardım amaçlı gönüllü faaliyetler" olarak tanımlıyorlar.

Tarihsel geçmişi ve kültürel kökü; iyi olmayı ve iyilik yapmayı emreden İslam inancına dayanıyor. Kapsama alanı ise; hayatın ana unsuru olan insandan başlayıp, hayvanlara, bitkilere, havaya, suya, toprağa kadar uzanıyor.

Temel amaç; dünyayı ve içindekileri kötülerden ve kötülüklerden korumak. Herkes ve her şey için, en uygun çevreyi ve ortamı oluşturup; huzur ve güven içinde yaşamayı ve yaşatmayı sağlamak.

Şüphesiz, daha ötelere geçip; ahiret âlemine yatırım yapma düşüncesi de var. Çünkü, bu geçici dünyâda işlediğimiz sâlih ameller; kalıcı dünyâda işimize yarayacak, bize iyilik olarak dönmüş olacaklar.

İşte bu yüzden, geçmişten geleceğe uzanan bir anlayış ve işleyiş içinde; iyilik ve yardım amaçlı vakıflar, dernekler kuruyoruz. Zamanımızın ve imkânımızın bir kısmını, ihtiyaç olduğunu hissettiğimiz alanlara ve konulara tahsis ederek; gönüllü hizmetler yapmış oluyoruz.

Osmanlı döneminde, arşiv belgelerine dayalı bilgilere göre; otuz bin civarında vakıf kurulmuş. Eğitimden sağlığa, kültürden sanata, sosyal yardımdan din hizmetlerine, savunmadan spora, hayvan korumadan çevre temizliğine ve güvenliğine kadar; hayatın bütününü kucaklayan ve kuşatan bir vakıf medeniyeti oluşturulmuş.

Cumhuriyet döneminde, gönüllü hizmet kurum ve kuruluşlarına; vakıfların dışında, iyilik ve yardım amaçlı dernekler de eklendi. Nüfus arttıkça, ihtiyaç alanları ve konuları çoğaldıkça; sayıları yüz bin civarına kadar geldi.

VAKIFLAR HAFTASI

Her ne kadar, Cumhuriyet döneminin önemli bir kısmında, başta Osmanlı dönemi olmak üzere, geçmişimize sövüp saymak marifet sayılmışsa da; zamanla, vakıf ruhunun gereği ve önemi görülmüş. 5 Haziran 1935 tarihinde çıkarılan bir kanunla; Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulmuş.

Bildiğimiz kadarıyla; 1985 yılında, Aralık ayının ilk haftası, Vakıflar Haftası olarak ilan edildi. 2001 Yılından itibaren ise; Mayıs ayının ikinci haftası olarak değiştirildi.

Söz konusu hafta münasebetiyle; muhtelif etkinlikler yapılıyor. Camilerde hutbelerle, okullarda anma ve kutlamalarla, medyada haberler ve yorumlarla; vakıf hizmetlerinin gereği ve önemi anlatılıyor.

Bu vesileyle, hatıralarımızı yâd ediyor, hayallerimizi tazeliyoruz. Bize bırakılan vakıf medeniyetinin büyüklüğünü fark edip; ecdadımızın izinden gitme niyeti ve gayreti içine giriyoruz.

Seksenli yıllarda, Vakıflar Haftası etkinlikleri kapsamında; "Vakıf Şehir İstanbul" adlı bir belgesel hazırlanmıştı. Yapılan hizmetler, bırakılan tarihi ve kültürel eserler hatırlanmış; vakıfların, medeniyet kurucu ve koruyucu unsurlar olduğu anlaşılmıştı.

Doksanlı yıllarda, duygularımızı bir şiire dönüştürme gereği duymuştuk. Sonra beste yaptırıp seslendirmiş; o günlerde çıkardığımız çocuk şarkıları kasetine koymuştuk:

Kanadı kırılmış kuşa rastlasam / Gömleğimi yırtıp, sarasım gelir.

Evsiz barksız kalmış bir garip görsem / Üstüne çadırlar kurasım gelir.

Her ne vermiş ise Allah kuluna / Vâkıf olup vakfetmeli yoluna.

VAKIF İNSANLAR

Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de; kendisini iyiliğe ve yardıma adamış "vakıf insanlar" vardır. Onlar, yetişme çağındaki çocuklar ve gençler için; "rol model" olarak sunulması gereken sivil kahramanlardır.

Bendeniz, ortaokulda öğrenciyken; hayır sahibi bir Müslümanın evinde, himayesinde kaldım. Üniversite öğrencisi olduğum yıllarda ise; eğitim hizmetlerine destek olmak için kurulan vakıflardan burslar aldım.

Hem hayat, hem dava arkadaşım olan hanımefendi ile tanıştığımda; bir vakfın kursunda çalışıyor, yurdunda kalıyordu. Nişanımız orada yapılmıştı; çünkü, ona "vakfın kızı", bana da "vakfın damadı" deniyordu.

Daha sonra, aynı vakfın açtığı özel okulda görev almak nasip oldu. Hatta, bir başka vakfın özel okulu da bizim idareciliğimizde kuruldu.

Eski milletvekili ağabeylerden biri; seksen ihtilalinden sonraki darbe hükümeti döneminde, vakıflar aleyhine bir kararın, vakıf ruhuna aykırı görünen bir milletvekilinin oyuyla engellendiğini anlatmıştı. Söz konusu şahsın; "Ben de vakıf yurdunda kaldım, hayır sahibi insanlardan burs aldım, onun için vicdanım elvermedi" dediğini aktarmıştı.

Emlak hukukunu iyi bilen avukat bir ağabey; ürke korka ofisine girip derdini dile getiren gariban bir vatandaşın, dava dilekçesini yazıp eline vermiş. "Borcumuz ne avukat bey?" diye sorduğunda ise; "Ben hayır sahibi insanların kurduğu vakıfların yurdunda kalarak, bursunu alarak okudum. Dolayısıyla, hamiyet sahibi milletime borçluyum. Fırsat buldukça, taksit taksit ödemeye çalışıyorum. Senin borcunu da o taksitlerden birine saydım" cevabını vermiş.

İşte bu anlayış ve yaşayış modeli; nesilden nesile intikal ediyor ve etmesi gerekiyor. Vakıflar ve dernekler aracılığıyla kurumlaşan iyilik ve yardım hareketleri; kültür ve medeniyet mirasımızın rahmeti ve bereketi olarak, yakından uzağa doğru, dünyanın her tarafındaki ihtiyaç sahiplerine gidiyor.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN