Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Eylül 19, 2019
‘Biz Kimiz?’ Sorunu –1

  1. Kimlik, Geçmişte İnşâa olunan bir Binâdır

Tarihte özel yer tutmuş olanlar ile olmayanlar olmak üzre, milletler de, tek tek kişiler gibi, kabaca iki ana kümeye ayırılabilirler. Tarihe baktığımızda, kimi milletlerin özel bir görevle yükümlendirilmiş olduğu izlenimi uyanabilir. Gerçi her millet kendikendine az yahut çok gelin güvey olur. Bu, son derece duygusal ve öznel millî tavır alış, yine de tarihle ilgili bir görünümün ortaya çıkarılamayacağı anlamına gelmez.

Tarih sahnesinde uzun zaman zarfında devletleşmiş bir toplumun, siyâsette, iktisâtta, hukukta, zanaat yahut fende, sanatta, örf ile âdetlerde göstermiş olduğu becerilere göre değerlendirilmesi sonucunda, olağanmı yoksa olağanüstü zümreyemi dâhil edileceği, hükme bağlanabilir. Ayrıca, becerilenin de hep aynı cinsten olması beklenmemelidir. Meselâ Sümerlilerin kayda değer becerisi tarihi başlatan devrimi yaratacak yazıyı icâd etmek olmuştur. Bunun yanında, ilk devlet kurucu kültür olma şânını da taşırlar. Asurlular ile İlkçağ İranlılarına (Persler) gelince; kan bağını dile getirir boy/aşîret esâslı toplum yapısının daha geniş çaplı türevi olan kavimden ülkü teşkilâtına geçmişlerdir. Doğrudan maddî karşılıkları bulunmamakla birlikte, kendilerine inandığımız, dayandığımız değerlere ülkü diyoruz. Aile, akraba gibi kan bağına dayalı dirimsel etkenler, maddîdirler.

Devletleşme aşamasına ulaşabilmiş toplumlardan pek azı, dirim unsurlarından tümüyle uzaklaşmak becerisini gösterebilmiştir. Bu unsurları hiçbir vakit inkâr etmemiş olmakla birlikte, meselâ Çin, kavim mülâhazasının yanında, tamamıyla manevî telâkkıları da esâs almıştır. Kavmî aslını esâsını asla gözden kaçırmamasına rağmen, hudutlarına dayanmış ister maddî, ister fikrî olsun yabancı değerleri de kesinlikle elinin tersiyle itip reddetmemiştir. Ancak, alınan ecnebî unsurlar, öylesine sindirilerek içleştirilmişlerdir ki, zamanla asıllarını çağrıştırmayacak hâle gelmişlerdir. Bunun da en belirgin örnekleri arasında Burkancılığı (Budhacılık) sayabiliriz. Adı geçen bâtınî meşrebin yahut dinin ve bundan doğmuş bulunan dünyagörüşünün beşiği Hind olmasına rağmen, Çin Burkancılığı farklı bir biçime dönüşmüştür. Çinin yerli düşünce gelenekleriyle karşılaşıp karışan Burkancılık, M.S. Altıncı yüzyılda Çan (Japoncada Zen) Burkancılığı adıyla yeni bir veche kazanmıştır.[1] İlkçağın öteki iki ana medeniyet muhiti, İran ile Roma ve onun devâmı olarak algılanan Bizans gibi Çin, M.Ö.ki yıllardan yaklaşık M.S. 1700lere değin kuzeyinde genellikle konar-göçer tarzda yaşayan boylara câzibe merkezi olmuştur. Bu cümleden olmak üzre, bahsi geçen boylardan Hunların (Ç Hsiung-nu), Türklerin (Ç T'u-kiu), Moğolların, Mançular ile daha birçok başkalarının defalarca uzun yahut kısa süreli, kısmî yahut umumî istilâsına uğramış, her keresinde de onları bağrında eritip Çinlileştirmiştir.

M.Ö. İkinci binin başlarından beri yerleşik hayata intikâl eden, tarımlaşan, tedricen şehirleşip devletleşen, sanatta, zanaat ile bilgelikte medeniyet tarihinde başı çekmiş olan Çin milleti, hâlâ aynı coğrafyada yaşayan en uzun ömürlü devlet olmak rekorunu elinde tutmaktadır. Çin, yazısı çizisi, sanatı, zanaatı, devlet idâresi itikâtlarıyla çevresini etkileyerek Japon, Kore, Vietnam, Laos, Kamboç, Tibet, Eski Türk, Moğol toplumlarının kimisinde üstün medeniyet ortamlarının oluşmasına önayak olmuştur.

Asyada ikinci bir medeniyet yıldızı Hinttir. Çinden farklı olarak Hint, mütecânis bir kavimlilik manzarası arzetmez. Başlıca iki ırk topluluğu M.Ö. Birinci binin başlarından beri Hintte karşı karşıya gelmiştir: Kuzey batıdan Hint yarımadasına vâsıl olmuş ak tenli Arîler ile buraya daha önce yerleşmiş koyu tenli Dravitler. Bu iki ana unsura çağlar boyu hep yeni oymaklar, boylar ile uruklar katılagelmiş, Hint dünyası da, bir kavimler, inançlar, diller, örf ile âdetler halîtasına dönüşmüştür.

Çin gibi, Hint de, çevresine ışık saçmış bir medeniyet yıldızıdır. Ondan etkilenerek biçimlenmiş kültürler, Burma, T(h)ai, Nepal, Bhutan, Seylan, İslâmöncesi Malaydır. Yine medeniyet kudreti bakımından ezelî rakîbi Çinden farklı şekilde Hint, İlkçağdan -M.Ö. Sekizinci ile Yedinci yüzyıllardan- beri bir tarafta Akdeniz-Ege dünyasına, öte yanda da Doğu medeniyetleri câmiasının diğer yıldız medeniyeti olan Çine dek uzanan bir etki alanı yaratmıştır. Hintte ortaya çıkan özellikle Burkancılık, M.S. 60 yahut 70lerden itibâren Çine yerleşip git gide yaygınlaşmıştır. Hint, evvelemirde din akımları ve bunlardan neşet edip yüksek soyutluk ile tümellik derecelerine erişmiş düşünce gelenekleriyle etkili olmuştur. Bundan dolayı da o, öncelikle dinî-bâtınî renklerin hâkim gözüktüğü bir medeniyet olma vasfını kazanmıştır.

Doğu medeniyetleri câmiasının üçüncü yıldız medeniyeti İslâmöncesi İrandır.

Onda daha önce gördüğümüz iki yıldız medeniyetin birtakım belirgin özellikleriyle karşılaşıyoruz: Çinin devlet düşüncesinde odaklaşan, Hindinse dinî-bâtınî hayatı vurgulayan özelliklerine İran medeniyetinde belli ölçülerde rastlıyoruz. Yalnız, Persler, Çinin kavim esâslı devlet anlayışından ziyâde, Batı medeniyetleri câmiasından sayılan Babil ile Asurdan etkilenerek geliştirdikleri kavimaşkın (Fr transethnique) olanın ülküsünü benimsemiş oldukları görülüyor. Böylelikle Babilliler ile Asurlulardan sonra, zaman sırası itibâriyle, geniş bir kavim, dil ile din yelpâzesini kucaklayan ilk imparatorluk devletini gerçekleştirenlerden biri de, Perslerdir.

Persler, M.Ö. 546da diger bir İranlı kavim olan Medlerden I. Kiros'un önderliğinde bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Kurulan bu ilk Pers devleti adını Akhamenit sülâlesinden almıştır: M.Ö. Altıncı yüzyılda Akhamenit devletinin sınırlarının bir ucu, doğuda İndüs ırmağına, ötekisi de, batıda Adalar denizi ile Kuzey Afrika çöllerine uzanmaktaydı. Güneyde Umman denizinden kuzeyde güney Rusya düzlüklerine dayanan bu imparatorluğun temel inancı, adâleti, iyilik ile dürüstlüğü telkîn eden Zerdüşt diniydi. Adı geçen geniş ülkede gelişmiş bir ulaşım ile haberleşme ağı kurulmuştu. Yirmi kilometrede bir ateş kuleleri, duraklar —Eski Türkcede[2] bunlara kaçığ[3] denirdi— bulunur; bunların her birinde de at değiştirerek bir ulak, günde —fecr vaktinden geceyarısına değin— yaklaşık dört yüz km yol alabiliyordu. Sözünü ettiğimiz ulaşım ile haberleşme ağının temel unsurları demek olan gerek atı gerekse onu binek olarak kullanmak sûretiyle uzun mesâfeleri nisbeten kısa sürede aşmak sanatını, İran, kuzey doğusundaki Orta Asyalı komşularından idhâl etmiştir.

2. Yolun, Sis Perdesi Gerisinde Kalmış Başlangıcı

(1) Peki, kimdi, bu kuzey doğudaki komşular? Türkcenin atası bir dili konuşan ve İlkçağ Çin belgelerinde Hsiung-nu[4] yahut Hiung-nu adıyla anılan bir halk. Ondokuzuncunun sonları ile Yirminci yüzyıl başlarında Alman, Rus, Macar, Finli, Danimarkalı, Fransız ile İngiliz Türkiyât araştırmalarında Protohun, yanî Önhun ile Hun şeklinde de zikrolunan Hsiung-nu kavmi ile onun devâmı olan Türkler, bir varsayıma göre, buzlu orta kuzey Sibiryanın bâkir çam ormanlarından çıkıp uçsuz bucaksız Moğolistan ovalarını, Gobi çölü ile Tanrı dağlarını aşarak tarihte Türkistan diye anılacak kısmen bozkır, kısmense çöllük genişmi geniş düzlüklere yerleşmişlerdir. Adı anılan geniş düzlüklere Türklerin varışından önce, Hazarın kuzey batısından M.Ö. İkinci binde intikâl etmiş Hint - İran boylarından ve Akhamenit devletinin kuruluşuna değin haklarında fazla bir şey bilmediğimiz İranlılar hâkim olmuşlardır.[5]

Kuzeyin sık çam ormanları Tayganın, Kutup dâiresinin ağaçsız toprakları Tundraya yakın kesimlerinde toplayıcı-avcı düzeninde yaşayan Kadîm Türkler, baskın bir ihtimâlle soğuyup kuraklaşan iklîm şartları yüzünden, yemlenmek amacıyla güneye yönelen ren geyiği sürülerinin peşinde Milâdî yıllara yakın dönemlerde orman kuşağının, daha özgülcesi, Balkaş gölünün güneyinde kalan bozkırlara intikâl etmişlerdir. Yeni yaşama ortamlarındaysa, geçim ile yaşama tarzlarını kökten değiştirmişlerdir. Toplayıcılığı terketmişlerdir. Buna karşılık avcılığı sürdürüp çobanlık ile hayvancılığa başlamışlardır. Bu meyânda ren geyiğini, daha da önemlisi, insanlık tarihinde dönüm noktası olarak dahî anılabilecek olay, atı ehlîleştirmişlerdir.[6] Göç yolları üstünde karşılaştıkları bir kısım Hint-Avrupalı boyları cezbettikleri; onlara dilleri ile kültürlerini benimsettikleri; kimisiyle de karıştıkları öne sürülmüştür.[7]

Çin kaynaklarında Türkce adındaki bir dilin[8] bahsi ilk defa M.Ö. 1766da geçer. Bu, Şia (Xia) hânedânı devrinde rasgelinmiş Turuk —yahut Türük de olabilir— sanını taşıyan bir halkın dilidir. Turuk, o kavmin gerçek adı olmayıp şanlı, şerefli, asîl anlamlarına gelen bir sandır, ünvândır. Bir ihtimâl Hsiung-nular, kendilerini bu sanla nitelemekteydiler. Zamanla, özellikle de M.S. 300lerin başından itibâren Çinliler, onları Hsiung-nu; bir bölük başka komşularıysa, Turuk/Türük diye anar olmuşlardır. Nitekim o kadîm komşularından günümüzde hayatta kalıp da batıya intikâl etmek sûretiyle orta doğu Avrupa düzlüklerine yerleşmiş bulununan Macarların dilinde Turuk/Türük, Töröke dönüşerek 'Türk' anlamına gelmiştir.[9]

M.Ö. Dördüncü yüzyıldan itibâren bahsi iyiden iyiye geçmeğe başlayan Hsiung-nuları (Hunları) devlet çatısı altında, bugün bildiğimizce, ilk birleştiren, Tayrinin (Göktanrının) yeryüzündeki gölgesi ve temsilcisi diye kabul olunan ve Çince yazılışıyla, Tou-man (Teoman: M.Ö.? - 209) Han olan hükümdârdır.[10] O dönemde tarihî Çin coğrafyasının kuzey doğusunda oturan ve sanları Turuk olan bu Hsiung-nu/Hunlar, tedricen batıya, güney ile kuzeye yayılmışlardır. Hunların adetâ merkezî unsuru olarak kabul olunan T'u-kiuların, yanî Türklerin tarihî serüvenleri, Han devrinde tutulmuş kayıtlar uyarınca, T'ou-man (Teoman) tarafından Hsiung-nu/Hun devletinin kurulduğu M.Ö. 206ya değin gerisin geriye izlenebilmektedir. Adı anılan devletin ömrü M.S. Sekizinci yüzyıla değin sürmüştür. Ne var ki, Hun devleti git gide çaptan düşerken onun yerini en önemli parçası yahut mensûbu olan T'u-kiular almağa başlamışlardır. Onların, bugün bildiğimizce, tarihteki ilk devleti M.S. 501de Oğuz Han Destanında anılan Oğuz Han tarafından kurulduğu tahmîn edilmektedir. Oğuz Han, diğer kaynaklarda Açina yahut Asena olarak geçmektedir. Oğuz Hanın, Mete Handan başkası olmadığını öne süren tarihciler olduğu gibi, Bumin Han olduğunu bildirenler de var.

Metinler, L. N. Gumiliyev'in bildirdiğine göre, bütün Türk halklarını değil, sâdece yöneticilerin de aralarında bulunduğu üst seviyedeki zümreyi kaydetmektedirler. Kadîm Türklerin teşekkülünden bahseden bu metinlerde kesinlikle efsânelere rastlanmaz. Görünüşe göre Açina, şu yahut bu şekilde Siyenpiler arasında ve Hun beğliklerinde uzun süre varlık göstermemiş savaşcılardan müteşekkil ufak bir öbeğin önderiydi. Üçüncü ile Beşinci yüzyıllar arasında kalan karışık devirlerde devlet denmesi mümkün gözükmeyen bu çeşit küçük öbekler bir süre varlık göstermiş, sonra da iz bırakmadan kaybolup gitmişlerdir.

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)

Ş. Teoman DURALI


[1] Bkz: Werner Eichhorn: "Cultuurgeschiedenis van China", 184.s.

[2] Eski Türkceyle Göktürkce ile Uygur Türkcesi kastolunmaktadır. Osmanlı Türkcesiyse, Klasik Türkcedir.

[3] Bkz: Annemarie von Gabain: "Eski Türkcenin Grameri', 276.s; ayrıca bkz: Ahmet Caferoğlu: "Eski Uygur Sözlüğü", 160.s.

[4] EK 3e bkz.

[5] Bkz: Richard N. Frye: "Pre-Islamic and Early Islamic Cultures in Central Asia", 38.s.

[6] Türklerin Sibirya ormanlarındaki, daha özgül bir ifâdeyle, Yukarı Yenisey çığırındaki, Karasuk dönemi şeklinde de adlandırılan, geçmişleri, M.Ö. 1200lere değin gerisin geriye götürülmektedir —bkz: Jean-Paul Roux: "Histoire des Turcs", 39.s.

[7] Bkz: Jean-Paul Roux: Aynı yer.

[8] Kadîm (En Eski) Türkceden yâdigâr kalmış birkaç söz: 'Târçri': Gök, tanrı; 'kut': Ruh; 'ordu': Ordu, millet, karargâh, ...; 'tug': Tuğ, bayrak; 'kılı(n)ç': Kılınç.

[9] Bkz: "Alttürkische Sprache", "Wikipedia", www.enzyklopaedie.org/Altt , 2004.

[10] Bkz: Peter B.Golden: "An Introduction to the History of the Turkic Peoples", 59.s; ayrıca bkz: Jean- Paul Roux: A.g.e, 40.s; ayrıca bkz: EK 4e

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN