Arama

Selahaddin E. Çakırgil
Şubat 6, 2019
60’lı yıllar… Kennedy, Kruşçev, De Gaulle, İnönü…

1963 yılına aid hâtıra kırıntılarından sözederken, Kennedy'nin katlinin öne çıktığı ve diğer dünya hadiselerinin geride ve gölgede kaldığı düşünülebilir ve bu doğrudur da.. Çünkü, bizzat Amerika'da Kongre'nin yetkili kıldığı bir 'Warren Komisyonu' vardı ki, uzuuun araştırmalardan sonra yayınladığı rapor traji-komik olarak nitelendirilebilecek mahiyetteydi. Çünkü, bu müthiş cinayeti araştırmak yerine, komisyon aylarca, sanki bu hadiseyi nasıl muammalı ve mistik bir kılıfa büründürebiliriz havasında çalışmış gibiydi..

Meselâ, 1860'larda, Amerika'da yaşanan Kuzey-Güney İç-Savaşı'ndan sonra Kuzey'in kazanmasını takiben, Başkan Abraham Lincoln kazanılan zaferi kutlamak için 1863 yılında oynanan bir eseri izlemek için tiyatroya gitmiş ve asıl büyük gösteri orada canlı olarak sergilenmiş, oyunculardan birisi Lincoln'ü oyunun en hassas ânında bir mermi sıkarak öldürmüş ve katil, oradan hemen bir kitap deposuna kaçmış ve orada yakalanmıştı..

Kennedy de 100 yıl sonra, 1963'de öldürülüyordu ve onun katili de, kitap deposundan ateş açmış ve tiyatroya sığınmışmış.. Tersinden benzerlik..

Dahası, Lincoln'ün katili 1839 doğumlu imiş, Kennedy'nin katili Oswald ise 1939 doğumlu..

Lincoln'ün yerine Başkan olan yardımcısı 1802 doğumluymuş, Kennedy'nin yerine Başkan olan Yardımcısı L. Johnson, 1902 doğumlu.. vs. gibi daha birçok komik benzerliklerden hareketle bu suikasdi mistik veya muammalı bir hale getirmişti, Kongre'nin belirlediği koskoca komisyon..

Ve sonra, o suikasdin asıl fail ve mahiyetinin bütünüyle açıklanması halinde ve o eylemden dolayı sosyal hayattaki dengelerin ve menfaat oyunlarının bozulmuş olmasından zarara uğramış olanlarla kandırılmış olduklarını düşünebilecek diğer kitlelerin protesto ve tepkileri başta olmak üzere, ortaya çıkabilecek tepkilerin sosyal hayatı derinden etkileyebileceği düşünülerek, bütün gizli bilgi, belge ve diğer delillerin B. Amerika'daki kanunlara göre, ancak 66 yıl sonra, yani 2029'da açıklanabileceği hatırlatılmış ve kamuoyu konuyu unutmaya yönlendirilmişti.

Ama, o suikasdden 35 yıl kadar sonra, Kennedy'nin isminin başharflerinden oluşan 'JFK' isimli bir Amerikan filminde Kennedy'nin katliyle ilgili olarak açıklanmamış ve gizlenmekte olan 15-20 hassas noktaya dikkat çekilmiş ve bu noktaların açıklanmasının, vaktinden önce açıklanmasının Amerikan Başkanı'nın elinde olduğu belirtilerek, 1995'lerde dönemin başkanı Clinton'a çağrı yapılmış, amma, o, buna yaklaşmamıştı. (Son olarak, Trump da o gizli noktaları açıklayacağını iddia etmişti, ama, Federal Soruşturma Bürosu (FBI) isimli önemli istihbarat biriminin kendisine verdiği rapordan sonra, konu yine sümenaltı edilmişti.)

Yani, Kennedy Suikasdi'ni yaşamış olanlar 10 sene yaşayıp da 2029'a ulaşabilirlerse, kanunî engeller ortadan kalkıp hadise olduğu gibi ortaya konulduğunda niceleri herhalde, o hadiseyi bile hatırlamakta zorlanacak, ya da, 'Haaaa.. Öyle miymiş.. Halbuki, biz o zamanlar başka türlü olduğunu sanmış veya o şekilde inandırılmıştık' diyecekler ve ama, sosyal hayatta herhalde büyük depremler yaşanmayacaktır.

*

Kennedy'nin 22 Kasım 1963'de öldürülmesinden 10 ay kadar sonra da Sovyet lideri Kruşçev'in Sovyet sistemi içindeki Stalinci bir grup tarafından azledilmesi ilginçti.. Çünkü, dönemin iki süper gücünün ikisinde de lider kadrosu temelden değişmişti.

Kruşçev, Sovyetler Birliği'nin Vladimir İlich Ulyanov Lenin'den sonraki en ünlü ve 30 yıllık lideri Joseph Chukuvashwily Stalin'in Mart- 1953 başında ölümünden sonra Sovyet komünist imparatorluğunda direksiyona geçmişti. Ama, onun en ilginç taraflarından birisi, Stalin'i, ölümünün 3 yıl sonrasında, 1956 yılındaki Komunist Parti Kongresi'nde beklenmeyen bir çıkış yapıp bütün dünya komunistlerini şaşkına çeviren bir konuşmayla, Stalin'i 'Rusya tarihinin en utanç verici ve büyük zâlimlerinden birisi' olarak niteleyip, onun Kremlin Sarayı duvarında, itibarlı devlet adamlarının mezarlarının bulunduğu yerdeki mumyalı cesedini de oradan çıkartıp, Moskova çöplüğü civarında bir yere gömdürmüş olmasıydı, herhalde... (1951'de Türkiye'den kaçıp Sovyetler'e sığınan ünlü komünist şair Nâzım Hikmet, orada ilk zamanlar, Stalin'e hayranlığını dile getirirken, 'Beni Stalin yarattı, Nâzım Hikmet kimliğimi ona borçluyum..' demişken ve Stalin öldüğü zaman, komünist ülkelerin radyolarında, 'İlk önce kim kime/Metin ol kardeşim diyecek/İlk önce kim kime başsağlığı dileyecek/Hepimizindi o/Hepimizindir yoldaşlarım/Acınızı duyuyorum/Sizin duyduğunuz gibi tıpkı/Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden...' diye şiir okumuş iken, Stalin aleyhdarlığı döneminde o havaya uygun olarak Stalin'i lanetleyen, ve 'Odalarımızda taştan tunçtan, alçıdan ve kağıttan gözleri önündeydik / Yok oldu bir sabah/ Yok oldu çizmesi meydanlardan/ Gölgesi ağaçlarımızın üstünden/ Çorbamızdan bıyığı../ Odalarımızdan gözleri/ Kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın/tuncun, alçının ve kağıdın..' gibi mısraların bulunduğu ilginç bir şiiriyle de dikkati çekmişti.)

Kruşçev 1971'de öldü.. Hâtıralarında, komunistlerde ilginç bir gelenek haline gelen, 'özeleştiri vermek' geleneğine uygun olarak kendi geçmişindeki hatalarını da itiraf etmişti.. Hâtıralarında, 'Artık önümde geçmişimden başka bir şey yok..' şeklinde kurduğu cümle, çok dikkatimi çekmişti. Çünkü, o günkü dünyanın en büyük şeytanî-maddî güçlerinden birinin başında olan Kruşçev, kenara konulduktan sonra 'geçmişinin kuyusuna atılmış' gibiydi.. Bu vesileyle belirtmeliyim, Kruşçev, Stalin'in ölüm ânında bütün Yüksek Presidyum üyeleriyle birlikte yatağının etrafında bulunduğunu anlatır ve onun öldüğünü gördükten sonra çalışma odasına döndüğünü, biraz sonra odaya, Stalin döneminin ünlü gizli istihbarat örgütü KGB'nin Şefi Beria'nın da girdiğini karşısına geçip oturduğunu, o sırada çekmecede bulunan tabancasıyla onu hemen vurduğunu, onu vurmasaydı, onun kendisini vuracağını bildiği için öyle davrandığını ve 'Towariş (Yoldaş) Stalin'in ölümünden dolayı derin üzüntüye kapılarak intihar etti..' diye rapor verildiğini yazmıştır. Ama, sonra Beria'nın hayatıyla ilgili olarak bir Yugoslav yazar tarafından yazılan bir kitapta, o'nun işlediği cinayetlerden dolayı yargılanıp kurşuna dizildiği yazılıyordu. Beria, Kruşçev tarafından vurulmamış mıydı, ya da, vurulmuştu da, ölmemiş ve Kruşçev'in, 'intihara teşebbüs etti' gibi bir ifadesi 'intihar ettiği' şeklinde mi tercüme edilerek aktarılmış ya da başka bir yanlışlık mı olmuştu veya Beria'nın hayatının anlatıldığı kitaptaki bilgiler mi yanlıştı, bilmiyorum. (Bu vesileyle belirtelim, bizde de, -M. Kemal'in son döneminde, azledilmiş ve kenara itilmiş olan- İsmet Paşa, Dolmabahçe Sarayı'nda, hasta yatağında ziyaret etmek için İstanbul'a gitmek istediğinde, İsmet Paşa'ya çok bağlı olan (sonra İsmet Paşa tarafından başvekilliğe bile getirilen) Dr. Refik Saydam'ın, Paşa'yı engellemek için, 'Paşam sizi öldürecekler, sizin gitmenizi engellemek için treninin önüne kendimi atarım..' deyişi ve M. Kemal ölünce ise, ona çok bağlı olan Kâtib-i Umûmî (özel kalem md.) R. Soyak'ın, çalışma odasında göğsünden vurulmuş olarak bulunduğu ve konunun, 'Büyük Şef'inin ölümünün üzüntüsüne dayanamadığından intihara teşebbüs ettiği..' şeklinde izah edildiği de hatırlanabilir.)

*

Bu arada, o yıllara aid ve zihnime takılıp kalan bazı hadiselere de kısaca değineyim..

Kennedy'nin Washington'daki cenaze törenine dünyanın her bir tarafından devlet ve hükûmet başkanları ve çeşitli ülkelerden siyasî liderler katılırken, Türkiye'den de Başbakan İsmet İnönü katılmıştı. O tören sırasında Fransa Devlet Başkanı General Charles de Gaulle (Dö Gol) ile karşılaşan İnönü, Kıbrıs Mes'elesi'ni konuşur, 'De Gaulle' ile..

Türkiye ki, Cezayir konusunda, Birleşmiş Milletler'de yapılan bütün oylamalarda Fransa'nın tezlerine destek vermiş ve 1530'lardan 1830'lara kadar 300 yıl birlikte yaşadığımız Cezayir'in Müslüman halkının Fransız emperyalizmine karşı ve 1,5 milyondan fazla kurban vererek sürdürdüğü İstiklal Savaşı'na ilgisizliğini sergilemişken.. İnönü'nün De Gaulle'den aldığı cevap ilginçtir. Çünkü, General De Gaulle, İnönü'ye, gayet kesin, net bir şekilde, 'Paşa, Fransa Kıbrıs'ı bir Yunan adası telakki eder..' demiş ve İsmet Paşa bu sözü yutmuş gözükmek zorunda kalmıştır.

Ve bütün o sözlere rağmen, İsmet Paşa, o cenaze töreninden dönüşü üzerinden henüz 1-2 hafta geçmeden, Ankara'da, Aralık -1963'de o zaman Ortak Pazar diye anılan bugünkü Avrupa Birliği'ne Türkiye'nin de katılmak iradesini ortaya koyan andlaşmayı imzalarken yaptığı konuşmada, 'Biz bugün burada sadece bir o ekonomik andlaşmayı imzalamıyoruz, bizim 200 yıllık rüyalarımızı gerçekleştiren bir andlaşmaya imza atıyoruz..' diyecekti. Ama, aradan 56 sene geçmesine rağmen Türkiye'yi kabul etmemek için AB liderleri her an bir yeni bahane ileri sürecekti. Asıl mesele ise, açıktır ki, Türkiye'nin halklarının yüzde 98'i Müslüman idi ve bu büyük kitle Avrupa Birliği bünyesine girecek olursa, onu kendi içinde eritemeyecek, asimile edemeyecek ve kendi bünyesine bir yabancı maddeyi sokmuş olacaktı.

Selahaddin E. Çakırgil

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN