Arama

Prof. Dr. Murat Şimşek
Nisan 1, 2019
Fıkıh Tarihi Yazıları (IV): Fakih ve Medrese

[Fıkhın doktriner gelişiminde hukuk üretiminin bilgi merkezleri olarak medreseler; Hanefi mezhebi örneği]

Tarihte İslam toplumu İslam hukuk sistemini kuracak kendi hukukçularını yetiştirdi. Bunlar temelde hukukun eğitimini de üstlenen sivil hukuk üreticileriydi. Ayrıca hukukun uygulamasını yapan resmi hukukçular da bulunmaktaydı. Fıkıh ilminin bugünkü durumu Ebu Hanife'nin bir eseridir. O, fıkhın yazılması gerektiğini, bu görevi başarmanın ise tek kişiyle değil, bir eğitim kurumunda [Kufe Mescidi/Akademisi] kolektif bir çabayla mümkün olabileceğini bilmekteydi. Bunun için bir akademinin oluşturulması gerektiğine karar verdi. Fıkhın ilk medresesi sayılabilecek Ebu Hanife Akademisi'nde onun başkanlığında Irak fıkhı çerçevesinde elde edilen metotlar kullanılarak Kur'ân ve hadis bilgisi ile re'y ve ictihad yöntemi dikkatlice incelendi. Bunun neticesi olarak fıkıh, hayatın bütün alanlarını kapsayacak şekilde geliştirilip bir sistem haline getirildi.

Hanefi mezhebinin teşekkül ettiği coğrafyalarda fıkıh eğitim ve üretiminin yapıldığı önemli araçlardan biri medreselerdir. Hanefiliğin Irak bölgesi ile Orta Asya'da eğitim yoluyla yayıldığını söylemek mümkündür. Öncelikle Irak Hanefiliğinin merkezi Bağdat'taki medreselerden bahsedebiliriz. Saymerî'nin verdiği bilgiye göre hicrî IV. asırdan itibaren Irak'ta Hanefi mezhebi riyasetini elinde bulunduran fakihler Bağdat'ın batısındaki Derbü 'Abde mahallesinde ders verdiler. Meselâ Kerhî (ö. 952), buradaki bir medresede fıkıh öğrendi. Bu mahallede fıkıh dersi veren meşhur fakihler arasında Ebu Amr et-Taberî, Ebu Ali eş-Şâşî, Ebu Bekir el-Cessas (ö. 981), Ebu Bekir el-Harizmî ve Saymerî bulunmaktaydı. Bu âlimlerin hepsi ömür boyu aynı medresede ders vermediler. Meselâ Cessas, 955'te Bağdat'a geldiğinde önce Kerhî'nin medresesinde, sonra Süveykatü Gâlib'deki Derbü'l-Mukîr'de, ardından da 971 yılından itibaren Derbü 'Abde'de ders vermişti. Bu âlimler "Meşâyıh-ı Irak" diye anılan ve ilgili medreselerin hem akademik hem idari yönetiminde bulunan büyük fakihlerdi.

Bu asırlarda Bağdat'ta Hanefi fıkıh eğitiminin yapıldığı önemli mekânlardan biri Cessas'ın öğrencisi Ebu Abdullah el-Cürcânî'nin şehrin batı yakasındaki medresesiydi. Büyük Hanefi fakihi Kudûrî (ö. 1037) de bu medresede eğitim almış ve sonrasında eğitim vermiştir. Ardından oğlu Ebü'l-Hasan ve öğrencisi Ebu Abdullah Dâmegânî (ö. 1085) bu müessesenin kürsüsüne gelmişlerdir. Bu tarihlerde Bağdat'ta bir diğer ilim merkezi ise Cessas'ın diğer öğrencisi Ebu Bekir el-Harizmî'nin (ö. 1012) Derbü 'Abde yolu üzerindeki medresesiydi. Harizmî'den sonra fıkıh kürsüsüne Muhammed el-İsbahânî geçmiştir. Harizmî'nin diğer öğrencisi Saymerî'nin (ö. 1045) Bağdat'ın batı yakasında Derbü'z-zerrâdîn denilen yerde kendine ait bir medresesi vardı. Onun öğrencisi İlyas Deylemî ise hem burada, hem Câmiu'l-Mansûr'da ders vermekteydi. Daha sonra İlyas, Ebu Hanife Türbe Medresesi'nin ilk müderrisi oldu. V. yy. Bağdat'ında medrese adıyla Hanefi eğitimi veren yerler de vardı. Meselâ nispeten erken bir dönemde yine şehrin batı yakasında bulunan Kerh semtinde Ebu Sa'd es-Serahsî'nin (ö. 1012) bir medresesinden bahsedilir.

Klasik dönemde Horasan ve Mâverâünnehir bölgelerinde de Hanefi medreseleri vardı. Kûfe'de re'y ekolünün temsilcisi olan İmam Ebu Hanife'nin öğretisi, kendisi hayatta iken Orta Asya'da yayılmaya başladı. Belh, bu ekolün geniş halk desteği elde ettiği Doğu İslâm dünyasındaki ilk büyük merkezi oldu. Akabinde Hanefi mezhebinin diğer merkezleri, birbiri ardından, Maveraünnehir'in büyük kasabalarında inkişaf etti. Belh Kâdılkudâtı Halil b. Ahmad es-Siczî'nin (ö. 1089) adına bir medrese inşası için Gazne sultanından izin istendiği, bu medresenin 1213 yılında Medrese-i Halîliye adıyla hâlâ mevcut olduğu ve bunun bir Hanefi medresesi olduğu zikredilmektedir. Ayrıca bu bölgede Tekîşî, Kûza ve Mescid-i Ser-i Seng adında medreseler de mevcuttu. Semerkand ve Buhara, Samanilerin ilk dönemlerinde doğudaki Hanefilerin önde gelen medreselerinin merkezi haline geldi. Daha sonraki dönemde Harizm ve belli ölçüde Cürcan, Hanefi eğitimi veren başarılı bir medreseye ev sahipliği yaptı. Hicrî IV. asırda Semerkand'da inşa edildiği tahmin edilen birkaç medrese vardır. Karahanlı hükümdarı İbrahim Tamgaç Buğra Han hükümranlığı döneminde (1052-1068) Semerkand'da bir Hanefi medresesi yaptırdığı görülür. Samaniler tarafından yaptırıldığı tahmin edilen Hâiti Hayyân Medresesi, yine Dârü'l-Cüzcâniyye semtindeki medrese, Amûr Medresesi ve Kusam Medresesi de bu dönemde yaptırılan müesseseler arasında yer alır.

Selçuklular döneminde eğitim ve öğretimde büyük gelişmeler meydana geldi. Bu dönemde bir ortak akıl oluşturabilmek için hem ortak vicdanın hem ortak idrakin sürekliliğini sağlamak üzere kurumsal medrese eğitimine geçildi. Bu durum Selçuklu-Osmanlı İslam düşüncesinde nesiller arası bilgi aktarımını mümkün kıldı. Selçuklu döneminde hicrî V. asrın sonlarına doğru Ebu Hanife Türbe Medresesi kuruldu. Sultan Alparslan'ın maliye vekili Şerefülmülk Ebu Sa'd el-Müstevlî tarafından Nizâmiye medreselerinin hemen öncesinde kurulan bu medrese 1067 yılında eğitime başladı. İmam Ebu Hanife Medresesi 1350'lere kadar aktif olarak devam etmiştir. Selçuklular döneminde Irak ve Mâverâünnehir bölgeleri yanında Horasan bölgesinde de Nizâmiye ve benzeri medreseler açıldı. Hatta Nizâmiye öncesi doğu İslâm coğrafyasında otuz civarında medresenin varlığından bahsedilmektedir. Meselâ Tuğrul Bey, Nişâbur, İsfahan ve Rey'de Hanefi medreseleri kurdu. Sonraki yıllarda Horasan bölgesinde birçok medrese bulunduğu kaydedilir. Mesela Merv'deki Hânkiyye Medresesi (1150'ler), Meşhur Hanefi fakihi Kâsânî'nin yönettiği Nûriyye Medresesi, Halep'teki Halâviye Medresesi, Dımaşk'taki Hâtûniyye Medresesi ve Sâderiyye Medresesi, Merv'deki el-Kâdî eş-Şehîd Medresesi Hanefi fıkhının okutulduğu medreselerdir.

Osmanlı döneminde İstanbul'un yanı sıra Bursa, Edirne, Amasya, Manisa, Trabzon vb. şehirlerde birçok medrese kuruldu. Hâlihazırdaki Konya, Bağdat, Dımaşk gibi yerlerdeki eski medreseler eğitimlerine devam ettiler. Osmanlı döneminde kırklı, dâhil ellili, hariç ellili ve altmışlı medreseler ile sahn-ı seman ve Süleymaniye medreselerinde fıkıh eğitimi temel roldeydi. Fatih dönemine ait Sahn-ı Semân Medreseleri ve "Kanunnâme-i Talebe-i Ulûm" nizamnamesi, Kanuni döneminde ise Süleymaniye ve diğer Medreselerle ilgili yapılan eğitim ve öğretim faaliyetlerini gösteren "Kanunnâme-i Ehl-i İlim" adlı düzenleme burada anılabilir. Bu medrese müfredatlarında fıkhın eğitimi yanında tekrar yorumlanarak üretildiği söylenebilir.

Bütün bu süreçlerin ardından Osmanlı son döneminde açılan Hukuk mektepleri, Mecelle ile birlikte klasik ulemanın ve klasik fıkıh yapma biçiminin tasfiyesine neden oldu. Ardından Dârülfünûn Hukuk Fakültesi (Ulûm-ı Hukûkiyye) ile yeni bir döneme girildi. Bütün bu yenilikler fıkhın sivil karakterini değiştirdi. Bu da fukahayı hukuk üreten aktör olmaktan çıkardı. Aslında böyle bir şeyi amaçlamayan Hukuk Mektepleri ve Mecelle, açtığı bu çığırla böyle bir sonuca kaçınılmaz olarak yol açmış oldu. Ülkemizde Cumhuriyet dönemi Üniversitelerindeki İslam hukuk eğitimini ise ayrıca ele almak gerekir. (Murat Şimşek, İmam Ebu Hanife ve Hanefilik, Konya: Hacıveyiszade yy. 2019).

Doç. Dr. Murat Şimşek

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN