Arama

Prof. Dr. Murat Şimşek
Şubat 25, 2019

İslamî ilimlerin, ilimler tarihi alanındaki konumu hakkında sağlıklı bir bilgi ve perspektif elde edebilmek için ön şart olarak İslam düşüncesinin klasiklerine yönelik üç alanda çalışmalar tamamlanmış olmalıdır. Bunlardan ilki, ilgili bilim dalına ait ulema biyografilerinin, yani o ilim dalının uzmanı bilim adamlarının yaşam öykülerinin kendi tarihî kesitlerindeki rolleriyle, kendi zamanlarındaki düşünce sistem ve ekolleriyle, bulundukları coğrafyayla, yaşadıkları toplumla, ilim adam ve kurumlarıyla ve aile bağlarıyla [prosopografi] münasebetlerinin ortaya konulmasıdır. Buna "ulema network"ünün ya da "ulema arası sosyal ağ"ın ortaya çıkarılması diyebiliriz.

Fıkıh ilmi söz konusu olduğunda ise bu bir kat daha önem kazanmaktadır. Yani fıkıh ilmi çerçevesinde söylemek gerekirse öncelikle yapılması gereken şey, fukahâ biyografilerinin [tabakâtü'l-fukahâ] mezhep içi hiyerarşi de dikkate alınarak ortaya konulması ve fakihler arası sosyal ağın meydana çıkarılmasıdır. Her fakih aynı düzeyde değildir. Bir mezhep içerisinde kurucu [müessis] fakih ile şârihler aynı mertebede olmadığı gibi, ekolün devamını sağlayan fakihler arasında da bir hiyerarşik sınıflama bulunmaktadır. Şöyle ki tarih boyunca mesela Hanefî mezhebi içinde temsil gücü yüksek fukahânın kavilleri arasındaki tercihte bir yöntemin takip edilmesi, metodolojik ve sistemsel açıdan önemlidir. Mesela İbn Kemâl'in Tabakâtü'l-fukahâ adlı risâlesi bunun tipik örneğidir. Bu risâle, mezhep fukahâsı arasındaki hiyerarşiyi göstermek üzere kaleme alınmıştır. Ayrıca mezhep içerisindeki görüşler karşısında nasıl bir tutum takınılacağına ve bir görüşün dikkate alınabilmesi için mezhebe mensubiyet yanında belirli niteliklere sahip olmanın da gerekli olduğuna işaret eder. Fıkıh bilim tarihini yeniden aslına uygun ve sahih şekilde keşfederken bu tarz teknik detayların da dikkate alınması uygun olacaktır.

İkincisi ise literatür taraması yapılarak ilgili ilim dalında telif edilmiş ve klasik unvanını almış eserler bibliyografyasının [tabakâtü'l-kütüb] dökümünün çıkarılması ve envanterinin sağlıklı bir şekilde tespitinin sağlanmasıdır. Her klasik aynı güçte değildir. Kurucu metinler, şerhleri, muhtasar metinler gibi mezhep içerisinde yüksek ve kalıcı bir değere sahip, otoriter bir nitelik kazanmış, sonrakiler tarafından itibara alınan ve yetkin kişilerce sürekliliği sağlanan klasik metinler, diğerlerine nazaran hâkim bir role sahiptirler. Burada Hanefî mezhebinde ortaya konulan zâhiru'r-rivâye, nâdiru'r-rivâye, nevâzil ve vâkıat şeklindeki kategorik tasnif önemli bir örnektir. Hanefîlerde üç ayrı edebî tür özelliği arz eden fıkhî görüşleri ayrı eserlerde derleyen ve bu eserleri günümüze ulaşan ilk kişi Ebü'l-Leys es-Semerkandî'dir. O, zâhiru'r-rivâye türünden görüşler için Hızânetü'l-fıkh'ı; nâdiru'r-rivâye türünden görüşler için 'Uyûnu'l-Mesâ'il'i; vâkıât türünden görüşler için ise en-Nevâzil fi'l-fetâvâ adlı eseri telif etmiştir. Her üç eser de günümüze ulaşmıştır. Yine yukarıda olduğu gibi klasik eserler arasında da bir tercih hiyerarşisi vardır. Mesela metinlerde yer alan görüşler şerhlerde yer alan görüşlere, şerhlerde yer alan görüşler de fetva kitaplarında yer alanlara tercih edilir. Mevcudun sahih bir şekilde tespiti ve nakli, ilgili ilim dalının tarihî perspektifini ortaya koymak için elzemdir.

Üçüncü ve en önemlisi ise ilgili ilim dalının temel problemlerinin ortaya konulmasıdır. Fıkıh tarihi açısından meseleye bakıldığında tevarüs edilen görüşler koleksiyonu olan meselelerin bir merâtib [tabakâtü'l-mesâil] içerdiği anlaşılmaktadır. Hanefî mezhebi örneğinde bu tartışma, rivayet değeri açısından görüşlerin hiyerarşisi ile ilgilidir.

Günümüz açısından bakıldığında bu, modernizm öncesi fıkhın geleneksel yapısını yansıtan bir tasniftir. Zira son asra kadar fıkhın kendini konumlandırması mezhep merkezliydi. Ayrıca gelenekte bu tür tasniflerin uygulamaya dönük bir tarafı da mevcuttu. Kanun denen kurallar koleksiyonunun bulunmadığı dönemlerde hukuk düzeni, hukukçular, temel kaynaklar ve tevarüs edilen görüşler arasındaki kategorik bir tasnif ile sağlanıyordu.

Bütün bunlarla birlikte İslâmî ilimler tasnifinde fıkıh ve usûlünün yeri ile işlevini belirlemek sıhhatli bir fıkıh tarihi algısıyla mümkündür. Konu; ilimler tarihi, mantık, İslam felsefesi ve kelam sahalarını da ilgilendirmekte ve farklı açılardan değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Günümüzde İslamî ilimlerin yapısı ve işlevi konusunda bir kafa karışıklığı yaşanmaktadır. Zira İslam dünyasının yaklaşık iki asır önce yaşamaya başladığı Batı karşısında teknolojik ve bilimsel alandaki gerileme onu kendisini sorgulamaya itmiştir. Bunun neticesinde İslamî ilimlerin artık bir yük haline geldiği görüşü baskın hâle gelmiş ve doğrudan nasslara dönme eğilimi hız kazanmıştır. Sonrasında bu okuma, tarihî süreçte gelişmiş bulunan ilimleri ve onların hiyerarşisini hiçe sayan bir yapıya bürünmüştür. Kanaatimizce bu konuda sahih bir nokta-i nazara ulaşmak için öncelikle ilimlerin mahiyetini, birbirleriyle olan ilişkilerini ve gerçek değerlerini tespit etmek elzemdir. Bunu da yukarıda sayılan envanterin yerli yerince tespit ve değerlendirilmesi yanında onların tanım, mevzu, mesâil, mebâdi ve gayelerinin bilinmesi sağlayacaktır.

Murat Şimşek

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN