Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ekim 15, 2018
Yine Safer ayı… Yine ortalıkta dolaşan söylentiler…

Değerli okuyucum.

Hepinize hayırlı bir hafta dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.

Geçen hafta 10 Ekim 2018 Çarşamba günü yeni bir hicrî aya girmiş olduk. Muharrem ayı sona erip Safer ayı başlamış oldu. Her yeni ay, müminin, kendisini ömür sermayesi içinde yeni bir imkâna kavuşturduğu için Allah'a hamd ve şükürler içinde karşıladığı yeniden bir başlangıç ifade eder, aynı zamanda… Ancak maalesef Safer ayı için böyle düşünmek bir yana, birileri tarafından "belâ ve musibetlerin sağanak sağanak yağdığı" şeklinde tanımlanan (!) bu ayın gelişinden önce ve girdikten sonrasındaki ilk günlerinde sanal-sosyal medyada dolaşanlar maalesef tam bir cahillik ve dinî şuur eksikliğinin kötü örnekleri…

Konuya dair bu sütunda, geçen yıl üç ayrı makale kaleme almış ve bu konuda kaynaklarımızda yer alan doğru bilgileri sizlerle paylaşmıştık. (Bkz. Fikriyat, 26, 30 Ekim; 02 Kasım 2018)

Tekrar ve kısaca ifade etmek gerekirse, bu ayın da -diğer aylar gibi- Allah'ın, insanoğlu için yarattığı "zaman" nimetini ihtiva eden; saatler, günler, geceler ve haftalardan oluşan bir ay olduğunu bilelim. Ayların faziletine dair ayet ve hadislerin, bize bu konuda net bilgiler verdiği gibi, Sevgili Peygamberimizin (sav) "Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyde uğursuzluk yoktur" uyarısını hatırlayalım. Ardından, ilim-irfan ehli ecdadımızın bu aya, "Saferu'l-Hayr" yani "Hayırlı-uğurlu Safer" dediklerini de unutmayalım.

Şimdi, sizleri geçen yıl kaleme aldığımız ve tarihlerini biraz önce verdiğimiz yazılarımıza yönlendirmek ve bugünkü konumuza geçmek istiyorum.

Aziz okuyucum.

Sizler de farkındasınızdır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler insanoğluna beklediği ve umduğu mutluluğu veremedi. Son günlerde yayınlanan bir haber, "Fransa'da yapılan bir araştırma, mutluluk için en ideal yaşantının "köy hayatı" olduğunu" ortaya koymaktaydı. Zira hayatımıza eklenen her yeni detay, yeni bir meşguliyet ve uğraşı alanı olarak karşımıza çıkmakta… Her hangi bir konuda seçenekler arttıkça seçim de zorlanmakta, mutsuzluk ihtimali de yükselmekte…

Kişisel ve toplumsal olarak insanın bunalım ve sıkıntılar yaşadığının en acı göstergelerinden birinin, "kaygı verici" düzeylere ulaşan anti depresan ilaçların tüketimi olduğunu söylüyor uzmanlar…

Merhum Erol Güngör tarafından 1970 yılında dilimize tercüme edilen Sanayileşmenin Kültür Temelleri adlı eserinde -bundan yaklaşık elli yıl önce- düşünce ve bilim adamı John U. Nef, insanın, evinde ve işinde moralini bozan, onu mutsuz eden nice unsurlar ile muhatap olduğunu sunduğu çeşitli örnekler ile ortaya koymaktaydı. Onun tespitlerine günümüzde katmerlenen yeni sorunların eklendiğini söylemek mümkündür. Maksadımız karamsar bir tablo çizmek ve ümitsizlik telkin etmek değil elbette… Sadece mevcudu tasvir ve bir mümin olarak nasıl ve ne şekilde davranacağımızı belirlemeye çalışmaktır. Bir de Nef'in tespitiyle, "din, felaketi bile acı taraflarından tecrid edebilecek ve ızdırap çeken insanlara ümit bahşedecek güce sahiptir." Hele İslam gibi, ümitli olmayı telkin eden ve ümitsizliği "inkâr/küfr" sayan bir din olursa…

Değerli okuyucum.

Bakara suresindeki bir ayet, bu dünya hayatında mutlaka bir şekilde sınanacağımızı belâ ve musibetler karşısında imanımızın-inancımızın deneneceğini açık ve net ifadelerle ortaya koymaktadır.

"And olsun ki, sizi ama korku, ama açlık; ama malınızı-mülkünüzü kaybetmek, ama sevdiğiniz canları yitirmek ya da mahsullerinizde azalma gibi sebeplerle; ama mutlaka bir şekilde sınayacağız. (Ey Resûlüm! Bu sınavlara muhatap olup da) Sabredenleri müjdele…

Çünkü onlar, başlarına herhangi bir musibet-belâ geldiğinde "Biz her şeyimizle Allah'a ait olan kullarız. Sonunda da yine O'na döneceğiz."

İşte onların üzerinde, Rablerinden bir rahmet vardır. Onlar, Allah'ın kendilerini hidayete ulaştırdığı bahtiyar kimselerdir." (Bakara, 155-157)

Bu ayetlerin kültürümüzü şekillendiren bir yönü de var. Çünkü genellikle bizler bir vefat haberi aldığımızda "İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn" deriz. Bu ifade sanki "O'ndan geldik yine O'na döneceğiz" demek için dilimize gelmektedir. Ancak ayet-i kerime bize bu sözleri, karşılaştığımız her belâ ve musibette bir "güzel kulluk ikrarı" olarak söylememiz gerektiğini telkin etmektedir. Zira her bir belâ ve musibet, kaderimizde yazılanın tecellisidir. O kaderi takdir eden bir Mukaddir; her şeye kudreti yeten bir Kadir-i Mutlak var! Dolayısıyla bu sınavın nereden geldiğini düşünmek de, kaldırılması için başvuruda bulunacağımız mercii bilmek de önemli şeylerdir.

Her şeyimizle O'na ait olduğumuzun şuurunda olmak, mümine bu dünya hayatında hem gereken çabayı göstermesini hem de sonuçlarını Allah'tan beklemesini öğrettiği gibi, neticenin müsbet veya menfi olması durumunda kısacası her hâl ü kârda Allah'tan razı olma mertebesine ulaşmayı da kazandırır. Mutasavvıfların önemsediği bu mertebeyi sanırız en güzel şu beyit ifade eder:

Sen rıza kapısında aman Allah'ım dersen.

O Âlemler Sultânı dermanını vermez mi?

Gelecek yazımızda konuya devam etmek üzere, sağlık-afiyet ve rızâ içre kalınız efendim.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN