Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Şubat 8, 2018
Cennet bahçesinin Muallim’i…

Değerli okuyucum.

Geçen yazımızda, Medine-i Münevvere'den ve Ravza-i Mutahhara'dan bahsetmiştik.

Bilindiği üzere, Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz Medine'ye hicretinden sonra hemen bir mescid inşasına başlamış ve söz konusu mabedin bir kısmını eğitim-öğretim mahalli olarak tahsis etmişti. Üzeri hurma dallarıyla kapatıldığı için oraya "Suffe" adı verilmişti… Ashâb-ı Suffe olarak bilinen sahabiler işte bu mekânda gecesini ve gündüzünü geçiren kimselerdi. On yıllık süre zarfında, aralarından valiler, öğretmenler, kadılar, vergi memurları ve daha birçok alanda görevlendirilecek kimseler yetişti, Peygamberimizin feyizli ve bereketli rahle-i tedrisinde…

Bugün de Ravza-i Mutahhara'nın aynı fonksiyonu icra eden bir mekân olması, doğrusu sevinç ve heyecan duyguları yaşatıyor insana… Farklı alanlarda kurulan halkalar, küçük-büyük her yaştan öğrencilere ilim öğrenme imkanı sunuyor. Sabah namazından sonra ve ikindi-akşam arası olmak üzere kurulan halkalarda çocukların Kur'an okuyan sesleri, Ravza bülbüllerinin seslerine karışırken, bir başka halkada yetişkin ve yaşlılardan oluşan gruba, hocaları tarafından kıraat ve ta'lim dersleri koro halinde veriliyor. Yine bir başka halkada ise öğrenciler, bizim "ilmihal" dediğimiz bilgileri, bir kitabı takip ederek okumak suretiyle hocalarına arz ediyorlar. Kısacası Ravza-i Mutahhara, Asr-ı Saadet'ten günümüze, bir ilim ve irfan yuvası olarak hâlâ vazifesini icra ediyor.


Yine bu mübarek mekânda, her Pazartesi ve Perşembe günleri, bir Asr-ı Saadet geleneği olarak iftar sofraları kuruluyor, her bir oruçluya iftar ettirip sevabına ortak olmak arzusuyla…

BİR MUALLİM OLARAK PEYGAMBERİMİZ

Kıymetli okuyucum.

Ravza-i Mutahhara'nın bu maddi-manevi güzelliklerinin kaynağı, "Ben ahlâki güzellikleri tamamlamak için gönderildim" buyuran Hz. Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz, şüphesiz… Her ne kadar deryayı bir kaba sığdırmak imkânsız ise de kaptaki suyun, deryayı temsil ettiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla, biz de bugünkü yazımızda, -bir elmas misali- her yönüyle hayatından eşsiz güzellikler yansıyan Resûl-i Ekrem (sav) Hazretlerinin isimlerinden biri olan "el-Muallim" üzerinde durmak ve bu ismin yansımalarından söz etmek istiyoruz.

Şanlı ecdadımızın, şimdilerde kullandığımız "öğretmen" yerine kullandıkları bu kelime, aynı zamanda Peygamberimizin hem isimlerinden biridir hem de en önemli vasfıdır. "Ben babam İbrahim'in duasının neticesiyim." buyuran Peygamberimiz, acaba hangi duaya işaret etmekteydi diye düşünürken, Bakara suresinin 129. ayeti yolumuzu aydınlatıyor:

"Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden bir peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini okusun, onları günahlarından arındırsın, onlara Kitab'ı öğretsin." İşte, kulu ve peygamberi Hz. İbrahim'i bu niyaz ile dua ettiren Allah Teâlâ, onun bu dileğini, soyundan gönderdiği Hz. Muhammed (sav) ile gerçekleştirmiştir. "And olsun ki, Allah müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Çünkü onlara Allah'ın ayetlerini okuyup, günahlarından ve hatalarından arındıran bir peygamberi aralarından seçerek göndermiştir. O Peygamber, hem onlara Allah'ın kitabını ve Hikmet'i de öğretiyor." (Al-i İmran, 164)


Görüldüğü üzere iki ayet de Peygamberimizi bize bir "muallim" (öğretmen) olarak tanıtıyor, kendisi de bir hadisinde "Elbette ki ben, bir öğretmen olarak gönderildim" buyurarak bu vasfına dikkat çekiyordu.

Aziz okuyucum.

Altmış üç yıllık hayatına baktığımızda Resul-i Ekrem (sav) Efendimizi, kulluk hayatında da günlük hayatında da güzel bir öğretmen olarak görürüz. "Az da olsa devamlı olan ibadetlerdir, makbul ve faziletli olan…" buyurarak ibadetlerde devamlılığın, azlığından veya çokluğundan daha önemli olduğunu öğretti bizlere. Günlük hayatında sıradan bir insan ve sade bir kul olarak yaşayarak, bu dünya hayatına fazla meyletmemeyi öğütledi âdeta… Arkasına yaslanarak zevk ve safa içinde yemek yiyen kralların aksine o büyük bir tevazu ile "Ben kulum, kul gibi yerim" diyerek, nimeti veren Rabbine karşı alçak gönüllük nasılmış, onu gösterdi insanlık âlemine…

Gençliği ne kadar nezih geçtiyse ise evliliğinde de o kadar nezaket doluydu… O'na eş olma şerefine nail olan annelerimizi, O'nun zarâfeti ve nezaketi hayran bıraktı kendisine... Türlü yokluklar içinde olmalarına rağmen, O'nun gül kokusu, güler yüzü ve tatlı sözü, dünyaya ait sıkıntıları onlara kolay getirdi. O Yüce Peygamberin yaşadığı aile hayatında akrabalığın, karı-koca hukukunun, bir hayat arkadaşı olarak eş olmanın, bir baba ve dede olmanın tüm güzel örneklerini görmek mümkün oldu. İnsanlık en mutlu aile tablosunu O'nun ailesinde gördü. Her bir davranışı ile hemen her konuda güzellikleri telkin eden ve öğreten bir muallim oldu. "Müminin bu dünyadaki cenneti ailesidir" diyerek, huzuru aile ortamında aramak gerektiğini de O öğretti bizlere…

"Çocuklarınız Allah'ın size bir armağanıdır." buyurarak, bir evlada sahip olmanın farkında olunması gerektiğine dikkatimizi çekti ve "Eğer birini diğerinden üstün tutacak olsaydım ben kız evladını üstün tutardım" diyerek, tüm zamanlarda ezilen ve hor görülen kız evladın değerini ortaya koydu. Kendi kızlarını ve özellikle küçük kızı Hz. Fâtıma'yı her tavrı ve her sözüyle yücelterek insanlara bu konuda da en güzel örnekler sundu. İnsanlık çocuk sevgisinin farkına O'nunla vardı. "Çocuklarınızı çok öpün. Çünkü her bir öpücüğünüz size cennette bir mertebe kazandıracaktır." tavsiyesiyle, çocuklarla kurulacak duygusal bağın yolunu öğretti ümmetine…


Gençlerle ilgilendi ve onları yetiştirdi. Hz. Ali, Mus'ab b. Umeyr, Abdullah b. Ömer, Hz. Zeyd ve oğlu Üsame, Hz. Abdullah b. Abbas ve daha yüzlerce genç sahâbî, onun eğitiminin eseri olarak yıllarca etrafa ışık saçan birer kandil oldular. "İbadetle serpilip büyüyen gençlerin, mahşer gününde Allah'ın özel rahmet gölgeliğinde ağırlanacak bahtiyar kimselerden olacağı" müjdesini verirken, şeytanın, günah işleme gafletinde bulunan gençleri ümitsizlik girdabına düşürmesine engel olmak istercesine, "Allah katında en sevimli insanlardan bir kısmı da günahına hemen tövbe eden gençlerdir" buyurarak, genç ümmetinin elinden tuttu, bu ümit dolu sözleriyle…

Toplumdaki yaşlılara verilebilecek en büyük değeri verdi. Onlarla bizzat ilgilendi; bazen de ölçülü şakalar yaparak gönüllerini fethetti… "Büyüklerimize hürmet etmeyen bizden değildir" buyurarak, onların her zaman hürmete ve ilgiye layık olduklarını öğretti bizlere… Geçmiş ümmetlerden yaşanmış olayları aktararak ana-baba hakkının ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştı ümmetine…

Her peygamber gibi, elinin emeğini yedi. Peygamberlik öncesi hayatında bizatihi kendisi; ve mukaddes vazifesinden sonra da vekilleri vasıtasıyla ticaretle iştigal etti, rızkını helalinden kazanmaya çalıştı. Daha peygamberlikle görevlendirilmeden önce, Mekke ticari hayatında O'nu, "güvenilir biri" (el-Emîn) olarak tanıdı insanlar… "Dürüst tâcir, mahşer gününde peygamberlerin, şehitlerin, sıddıkların yanı başında bulunacak, onlarla birlikte muamele görecektir." buyurmak suretiyle ticarette dürüstlüğün, insana kazandıracağı mertebenin yüceliğini öğretti, tüm insanlığa ve ticaret erbabı olan ümmetine…


Mazlumlar ve mağdurların zayi edilen haklarına sahip çıkarak bütün mukaddes değerler için, can vermenin, kısacası Allah yolunda "şehitlik" mertebesine ulaşmanın faziletini de insanlar yine O'ndan öğrendi… "İsterdim ki, Allah yolunda can vereyim. Diriltileyim, sonra yine şehid olayım. Ruhum bana iade edilsin sonra yine şehid olayım." Sözü yön verdi, şehadet arzusunu taşıyan ümmetinin er kişilerine…

Yine müminler ondan öğrendi; canı kadar sevdiği amcası Hz. Hamza'yı, genç sahâbîleri Cafer b. Ebî Talib ve Mus'ab b. Umeyr'i kaybettiğinde nasıl bir metanet ve sabır zirvesi olarak örnek olmayı…

Sonuç olarak diyebiliriz ki, doğumundan vefatına kadar, tüm insanlık ve O'na iman eden ümmeti, hep güzellikleri ve hep iyilikleri öğrendi O'ndan… Bugün de hâlâ öğrenmeye devam ediyor. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin geride bıraktığı Kur'an-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyesi, Allah Teâlâ'nın kıyamete kadar koruması altında yeryüzünü aydınlatmaya devam ediyor…

Binlerce salât ve selâm; sayısız tahiyyât ü ikram, O'na; ailesine ve ashabına olsun.

Bu vesileyle, başta Bedir ve Uhud şehitleri olmak üzere bütün Şühedây-ı İslam'a; ve hassaten Ümmet-i Muhammed'in ümit ışığı, şanlı Mehmetçiklerimizden, şehâdet mertebesine yükselen aziz şehitlerimize, rahmetler niyazıyla…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN