Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ekim 26, 2017
Safer ayında uğursuzluk mu var?

Elbette ki hayır!.. Pekiyi, soruyu böyle sormamıza sebep nedir? diye sual ederseniz, bir değil birkaç makale yazacak kadar ciddi bir sanal problem!.. Sanal diyoruz, çünkü gerçekliği olmayan bir şey, sanal-sosyal medya aracılığıyla insanların aklını çelip-zihnini karıştırıyor ve inancını bulandırıyor maalesef… Üzülerek ifade edelim ki, bunlar internet vasıtasıyla yayıldıkça yayılıyor ve ümmet-i Muhammed'in aklını başına alıp dertlerine deva bulmakla uğraşacağı şu ortamda enerjisini başka yerlerde tüketmesine sebep oluyor.

Değerli okuyucum.

Aslında, bugünkü yazımızda –sizin de hatırlayacağınız üzere- Din Görevlileri ve İrşad Faaliyetleri üzerine yazdığımız yazılarımıza devam edecektik. Ancak şu birkaç gün içinde sık sık Safer ayı ve bu ayın uğursuzluğu konusunda sorulara muhatap olunca ve nihayet sanal ortamda dolaşan bir mesajı okuyunca bu mevzuda bir yazı yazmanın zaruretine inandığımız için bugünkü yazımız ilgili konuya dair olacaktır.

Her ne kadar Diyanet İşleri Başkanlığının resmi sitesinde yer alan bilgilerin mevcudiyeti ve bazı ilahiyatçı köşe yazarlarının konuyu ele alan yazılarının varlığı söz konusu ise de toplumda hâlâ var olan bu "bilgi eksikliği" problemine, günümüzün derdi olan medyadan kaynaklı bir de "bilgi kirliliği" eklenmiş durumdadır. Önce problemi ortaya koymaya çalışalım.

Sorulan soruların temel özelliği şudur: "Safer ayında belaların çokça olduğu ve insana uğursuzluk getirdiği söyleniyor. Kendimizi bundan korumak için ne yapmalıyız?"; "Kurban kestiriyorum, faydası olur mu?"; "Belalardan emin olmak için sadaka mı vermek gerek, ne kadar vermeliyim?"... Buna benzer, endişe dolu sorular, sorular… Bu soruları sorduran, -takdir edersiniz ki- bilgi eksikliği… Açıp bir kaynaktan konuya dair biraz bilgi edinse kişiyi rahatlatacak yeterli sahih bilgiler var tabii ki…

Problemin ikinci kaynağı ise sosyal medyada dolaşan bilgi mesajları… Bunlardan bir tanesini aynen yazıyorum: "Her kim Safer ayının ilk Çarşambası evinde en çok ayak bastığı yerdeki halının altına bütçesi yettiğince sadaka niyeti ile para koyarsa ve safer ayının son Çarşamba günü o parayı bir ilim meclisine yahut ihtiyaç sahibi bir fakire verirse Safer ayında inecek olan 320 bin beladan kendisini ve ailesini biiznillah koruma altına almış olacak. Paylaşıp bilgilendirenlerden Rabbim razı olsun." Maalesef mesajın önündeki cümlede bir Dinî grubun ismi ve "ÇOK DEĞERLİ BİR HOCAMIZDAN DUYURU" ibaresiyle mesajın fonunda bir hocanın resmi yer almaktadır!..

Toplum olarak neden bu kadar bilgisiz bir hale geldik? Ve niçin bu tür paylaşımlara ilgi duyup insanlar bunun hayırlı ve güzel bir iş olduğuna inanıyor?.. Doğrusu, başlı başına iki derin mevzu… Ancak bizim bu detay konular yerine Safer ayına dair doğru ve yeterli bilgiyi paylaşmamız gerek, bir kez daha ve hemen bugün…

Kıymetli okuyucum.

Öncelikle şunu ifade edelim. İnsan fıtratında görünmeyen aleme karşı bir ilgi, bilinmeyen şeylere karşı bir merak vardır. Vahiy denilen Allah Teâlâ'dan gelen bilgiler ve vahye muhatab olan peygamberler, insanların bu yöndeki sorularına cevap verirler ve insanı tatmin ederler. Son peygamber Hz. Muhammed (sav) de; getirdiği din olan İslam da insanın bu alana dair sorularına cevaplar vermiştir, hem de insanın bu temel özelliklerinin mevcudiyetini inkar etmeden… Nitekim bir hadis-i şerifinde Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, "insanın bazı anlayışlarını kolay kolay terk edemeyeceğini, bunlardan birinin de bazı şeylerde uğursuzluk olduğuna inanması" düşüncesi olduğunu ifade etmiştir. O halde, Câhiliye denen İslam öncesi dönemlerde Arapların bize şu anda saçma gelen birtakım batıl inanışları, çeşitli şekillerde insanlarda yaşamaya devam edecek ve günümüzün modern insanı da buna benzer birtakım aslı-astarı olmayan, hurafe diyebileceğimiz inanışları taşıyor ve savunuyor olabilecektir. Bu derdin devası, bu tür hastalıkların şifası ise tektir: Allah ve Resûlü'nün bize verdiği bilgilere tâbi olmak… Şimdi geliniz tâ İslam öncesi döneme, Câhiliye adı verilen günlere gidelim. Zira Safer ayında bir uğursuzluk olmadığını anlayabilmek için o günlere dair bilgilere ihtiyacımız var…

İslâm öncesi dönemde Araplar arasında bazı varlıklarda uğursuzluk olduğu anlayışı oldukça yaygındı. "Evde, kadında ve atta uğursuzluk olduğuna inanan" Câhiliye dönemi insanları, ölülerin mezarlarından baykuş şeklinde çıktıklarına inandıkları için baykuşu da uğursuz sayarlardı. Şevval ayının uğursuz olduğuna inanarak bu ayda evlenmezler ve Safer ayının da uğursuz sayarak bu ayda umre yapmazlardı. Ayrıca Safer'in kelime yapısından yola çıkarak "insanın karnında bulunan ve başkalarına da bulaştığına inanılan bir ağrı veya karın kurdu olduğuna" inanırlardı.

Görüldüğü üzere, bizlere saçma/batıl/hurafe gelen bu inanışlar, Câhiliye dönemini yaşayan Arap toplumu için normal şeylerdi!.. Pekiyi, onları böyle düşünmeye iten sebepler nelerdi?

Bunun için de Safer kelimesi üzerinde durmak gerekiyor.

Sözlüklerde "boş kalmak, boşluk; sararmak, sarılık; karında yaşadığına inanılan kurtçuk" anlamlarına gelen "Safer" kelimesinin kamerî takvimin ikinci ayına ad olmasına dair farklı görüşler vardır. Savaşmanın haram kılındığı aylardan biri olan Muharrem'den sonra evlerini boşalttıkları için veya büyük bir Veba salgının bu ayda ortaya çıkıp insanların yüzlerini sapsarı kıldığı için böyle bir isimle anıldığı söylenmektedir.

Görüldüğü üzere, birtakım psikolojik ve sosyolojik faktörler, Allah'ın yarattığı Zaman'ın bir parçası hükmünde, aylardan bir ay olan Safer'i, insanlar nezdinde "sıkıntılı-belalı-musibetli" bir hale getirmiştir. İnsanlar nezdinde diyoruz, çünkü gerçekte böyle bir durum söz konusu değildir.

Her ne kadar İslâm ile şereflenmiş iseler de Câhiliye döneminden tevarüs ettikleri birtakım inanışları terk etme hususunda onlara yardımcı olan, yol gösteren Sevgili Peygamberimiz (sav) Siret ve Sünneti ile hem ashabına hem de bizlere örnek olmuştu. Zaman zaman ifade buyurdukları hadis-i şerifleriyle, "insanların zan ve kuruntularından ibaret olan, hayatı çekilmez kılan, eşyayı uğursuz sayma veya başa gelen bir şeyi kötüye yorma inançlarının (teşe'üm) aslının olmadığını" vurgulamıştı. Allah'ın yarattıklarında uğursuzluk olmadığını, yaratılmış varlıkların özünde bir uğursuzluk barındırmadığını da bildiren Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, esasında Allah dışında hiçbir kudrete sahip olmayan varlıklara bu tür güçlerin atfedilmesini, Câhiliye insanının temel karakteri hâline gelmiş şirk inancından kaynaklandığı ve İslâm'ın temeli olan tevhide ters düştüğü için reddediyor ve insanlara kalplerine bir korku geldiğinde sadece Allah'a sığınmalarını bildiriyordu.

Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, insanların hayatlarını baştan ayağa inşa eden bu yeni düzeni yerleştirmenin yanında, onların eski alışkanlıklarına tekrar dönmelerini engellemeye çalışmıştır. Zira Câhiliye, yalnızca onun yaşadığı dönemde kalmış bir zihniyet değildir ve İslâm'dan uzaklaşıldığında her çağda ortaya çıkabilecek niteliğe sahiptir. Bu yüzden Peygamberimiz (sav), İslâm'a rağmen Câhiliye zihniyetini yaşatmak isteyen insanları, "Allah katında en sevimsiz olarak görülenler" arasında zikretmiştir. (bkz. Buhârî, Diyât, 9)

Bu önemli konuya önümüzdeki yazıda devam edeceğiz. Yazımıza Habib-i Kibriya (sav) Efendimizin şu hadis-i şerifini zikrederek son verelim: "İslam'da, hastalığı bulaştıran manevi bir gücün olduğunu sanmak, bazı varlıkların uğursuz olduğuna inanmak, baykuşun ötmesinden olumsuz bir mana çıkarmak ve Safer Ayı'nın uğursuz olduğunu kabul etmek diye bir şey yoktur".

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN