Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Temmuz 10, 2017
Eyvâh, Eyvâh Sakarya’m! Sana mı Düştü Bu Yük?

Hatırlatmaya, hatırlamaya bile mecalimiz olmayacak derecede bir vahşet yaşadık maalesef… Farklı birçok etnik topluluğu bağrında yaşatan, münbit topraklarıyla besleyen, huzur ve kardeşlik beldesi bir güzel şehrimizin adına halel getirdi, iki sorumsuz câni… Bu vahşi katillerin, şeytana bile parmak ısırtacak bir şenâatle işledikleri cinayet sonrasında, "Şeytana uyduk!" bahanesine karşılık söyleyecek söz, yazacak kelime bulmakta zorlanıyoruz. Sadece şairin beyti takılıyor dilimize: "Eyvâh! Eyvâh Sakarya'm! Sana mı düştü bu yük!..."

Elbette bu yük sadece Sakarya'nın, Kaynarca'nın değildir ve olamaz da... İki zalim caninin suçuyla bir şehir, bir memleket itham edilemez. Kaldı ki, canilerin yakınları bu vahşet karşısında donup kaldıklarını ifade ettikleri gibi, onların en ağır biçimde cezalandırılmasını istemektedirler. Evli olanın eşi ise böyle bir vahşeti işleyen kişiyle evli kalmasının mümkün olamayacağı gerekçesiyle boşanma kararı alıp evini taşıdı bile… Ama bu olay, üzerinde dikkatle durup düşünecek, zihin yoracak, kafa patlatacak kadar önem arz ediyor. Bu olay, medyanın provoke ettiği şuursuz ve sorumsuz kimselerin, nasıl bir cinayet makinesine dönüşebildiğinin en can alıcı ve en acı örneğidir!... Merhametimize sığınan, ülkemizin açtığı şefkat kucağına iltica eden Suriyeli bir ailenin; hamile bir kadın ve 10 aylık yavrusunun şehadeti; ve ardında gözü yaşlı, yüreği yaralı yakınlarının tarif imkansız acısı, ülke olarak, millet olarak umarız ki ibretler aldığımız ve ders çıkardığımız bir milât vesilesi olur.

Değerli okuyucum.

Sosyal hadiselerin gerek cereyan edişini, gerek sonuçlarını ve gerekse tüm yaşananları doğru okumak, isabetle yorumlamak, ibret almak ve ders çıkarmak, öncelikle bir bilgi birikimine sahip olmayı gerektirir. Sosyoloji ve Sosyal Psikoloji bilim dalları, işte bu konuda başvurmamız gereken alanlardır. Ne var ki, Allah Teâlâ, "Bilmediğiniz hususlarda bilenlere sorunuz." (en-Nahl, 43) buyurmakta iken, toplum olarak -bilip bilmediğimiz- her konuda konuşan ve ahkâm kesen bir milletiz. Hz. Peygamber (sav) "Her duyduğunu başkasına aktarması bir kimseye günah olarak yeter!" buyurmakta ve "Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin" diye uyarmakta iken, kulaktan dolma bilgilerle ve gerçeği yansıtmayan söylemlerle insanlarla bilgi paylaşımına giren, görüş beyan eden, sözünün bir fitne ateşine kıvılcım teşkil edeceğini düşünemeyen bir toplumuz vesselam. Durum böyle olunca, insanlık adına, ülke olarak, millet olarak yapılan onca iyilik, hayır ve hasenat; güzel ve olumlu işler bir çırpıda heba olup giderken, tam aksi yönde nice yanlışlara da kapı aralayacak gelişmeleri yaşıyor ve maalesef ciğer parçalayan cinayetlerle muhatap oluyoruz.

Sözü, belli bir makam sahibi, insanların kendilerine değer atfettiği, görüşlerini önemsediği kişi ve kuruluşlara getirmek istiyorum. Bu kişi veya kişilerin, ayrıştıran ve ötekileştiren beyanatları da bazı medya kuruluşlarının hadiseleri manipülasyon ve dezenformasyona tabi tutarak aktarması da, toplumsal anlamda bir "azmettiricilik" misyonuna dönüşmektedir. Hiç şüpheniz olmasın ki, yaşanan bu cinayette, Suriyelileri "sahillerde nargile içen, elinde bira şişesiyle dolaşan, gasp, hırsızlık gibi kanunsuz işlere bulaşan ahlâksız Araplar" olarak gören ve gösteren her kişinin, yaşanan ve yaşanması muhtemel acı olaylarda bir payı olacaktır. Hz. Peygamber'in (sav) şu manidar uyarısını dikkate alacağımız gündür bugün!... "Yeryüzünde ne zaman bir cinayet işlense, o günahın suçundan bir hisse de Adem'in büyük oğluna düşer. Çünkü yeryüzünde cinayeti ilkin o işledi ve bu işe öncülük etti!" Görüldüğü üzere, kötü bir işe öncülük etmenin, önayak olmanın, böylesine çağları aşan bir sorumluluğu söz konusu… Bu sorumluluğu Habil üstlenmekten korktu ve ağabeyi Kabil'e şöyle dedi: "Sen beni öldürmek için elini kaldırsan da ben sana elimi uzatmayacağım. Ben Alemlerin Rabbinden korkarım…" (el-Mâide, 28) Yeryüzünde işlenen ilk cinayette katil Kabil, maktul ise Habil oldu… Ne dersiniz, gerçekte kaybeden kimdi kazanan kim?.. Ayetten almamız gereken ibret ve Peygamberimizin bu uyarısı, mümin olan bizler için yeterince caydırıcı/korkutucu olmuyorsa eğer, hala çok rahat ahkâm kesen, sözünün nelere mal olacağını, nerelere varacağını düşünmekten âciz isek şayet, işte o vakit kaybettiğimiz çok şey olduğuna yanmamız gereken durumdayız demek ki…

Ötekileştirme ve ayrıştırma hususunda geliniz öncelikle bize düşen şu ilahi hakikate kulak verelim: "Allah'ın varlığının delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için nice ibretler vardır." (er-Rûm, 22) İnsanlar olarak dillerimizin ve renklerimizin farklı olarak yaratılmış olmamızı, göklerin ve yerin yaratılmasına eşdeğer bir mucize olarak görmemizi istiyor Yüce Yaradan!... "Benim küçük bir karıncaya bir ulu nazarım vardır" diyen Yunus Emre'mizin, "yaradılanı, Yaradan'dan ötürü seven" anlayışını; ne oldu, nasıl oldu da kaybettik bugün?... Halbuki inancımız, gelenek ve göreneğimiz, örf ve adetimiz… kısacası bütün üstün değerlerimiz, bize sığınan herkese, sadece "insan" olduğu için iyilikte bulunmamızı telkin ediyorken, ne ırkı, ne dili ne de dini, bir ötekileştirme ve ayrıştırma unsuru olamaz ve olmamalıdır. Bizler bin yıllık medeniyet geçmişi olan; her zaman mazluma kucak açan, derdine derman olmayı insanlık vazifesi bilen, mağdurun ve muhtacın elinden tutan bir ecdadın torunlarıyız. Meseleye bu açıdan baktığımız zaman, zâlim rejimin katil idarecileri tarafından evleri târumar edilen, ocakları söndürülen, binaları bombalarla yerle bir olmuş bu insanlara "evinize dönün" demek kadar insafsızca ve sorumsuzca bir şey olamaz… Empati kurabilme adına bir hadiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bayramda kendisini ziyaret ettiğimiz bir Suriyeli öğretim üyesi, bana aile fertleriyle birlikte oturdukları dört katlı binanın fotoğrafını göstererek şunları söyledi: "Bize 'evinize dönün' diyorlar. Ne dersiniz, bu evin dönülecek bir tarafı var mı?" Resimde gördüğümü aktarayım: Dört katlı bir apartman düşünün. Sağındaki ve solundaki binalar harabe halde… Sözünü ettiğimiz bina ise adeta her metrekaresi kurşunlarla delik deşik ve bazı yerleri bombalarla yıkık ve harap!...

Bu zât, Kur'an-ı Kerim'in mucizelerinden biri olan "farklı kıraatlerle okunması"nı konu edinen İlm-i Kırâat alanında doktorası bulunan ve Tefsir ilminde derin bilgiye sahip, memleketinde her Cuma binlerce insanın, bilgisinden istifade etmek için gelip kendisini dinlediği bir İslam âlimi… Şu anda bir apartmanın çatı katında mütevazı bir kiralık dairede, fırın işçisi olarak çalışan oğlunun kazandığı ile geçinen sekiz nüfuslu ailenin vakur, mütevekkil ve haline şükreden reisi… Bugüne kadar, onun hiç şikâyet ettiğine şahit olmadığımı burada ifade etmek isterim. Tıpkı pek çok Suriyeli hemşehrisi gibi…

İşte böylesi insanları tanıyan, onların duygu ve düşüncelerini bilen; ülkemize, idarecilerimize ve iyiliksever insanlarına karşı duydukları minnettarlığa yakinen şahitlik eden biri olarak, onlara "evlerine dönsünler" çağrısı yapanlara geçenki yazımda sormuştum, yine soruyorum "Hangi evlerine?.."

Dönecek evleri olmayanlardan biri de hunharca katledilen yavrusuyla birlikte ahiret yurduna göçen 20 yaşındaki Suriyeli annenin gözü yaşlı ve yüreği yaralı eşi Halid Rahmûn idi. Tavukçuluk işletmesinde işçilik yaparak kazandığı paranın bir kısmını İdlib'deki yoksul ve mağdur akrabalarına gönderiyordu. Dün, eşi ve 10 aylık yavrusunun cansız bedenleriyle birlikte yaşadığı tarifsiz acıyla "döndü" Suriye'ye!..

Mehmet Emin AY

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN