Arama

Prof. Dr. Fuat Sezgin
Mayıs 19, 2017
Da Vinci'nin Şifresi İslam Biliminde Saklı
"DA VİNCİ'NİN ŞİFRESİ İSLAM BİLİMİNDE SAKLI"

Da Vinci'nin şifresi İslam biliminde saklı. Dikkat edilirse Avrupa'daki büyük keşiflerin çoğu hep İtalya'da oldu. Çünkü İtalya Suriye'den, Mısır'dan gümrük kapısı gibiydi. Da Vinci, akıllı bir adamdı. Birçok aletin modelini veriyordu ama hiçbirinin modelini yapamadı. Geçtiğimiz günlerde çok başarılı bir akademisyen arkadaşım bana şöyle dedi: Avrupa'nın dimağını dolduran yanlış isimler var. Bunların gerçek yerlerinin ne kadar az olduğunu gösteremediğimiz sürece İslam bilginlerinin hakları yenmiş olacaktır.

AMERİKA KITASINI MÜSLÜMANLAR KEŞFETTİ

Müslümanların yüzyıllar boyu bir çok önemli buluşlar yaptığını anlatan Sezgin şöyle devam etti: Aslında Yunan bilginlerinin kitaplarını Latin dünyası da tanıyordu, kitapları Latince'ye tercüme de ettiler ama bu eserler onlara tesir etmedi. Ancak Müslümanlar bu kitapları tanıdıktan sonra büyük bir aşkla bunları anlamaya çalıştılar ve yaratıcı olmaya başlayarak büyük şeyler yarattılar. Amerika kıtası da Müslümanlar tarafından keşfedildi. Christophe Colomb, Müslümanlar tarafından yapılan Dünya haritasına dayanarak Amerika'ya değil, Asya'ya ulaşmak istiyordu.

MODERN HARİTALAR İLK OLARAK İSLAM DÜNYASINDA YAPILDI

Sezgin, İslam coğrafyası ve denizciliği üzerine 26 yıl çalıştığını söyleyerek vardığı sonuç için: "Modern haritaları Avrupalıların yaptığı bilgisi tamamen yanlış. Modern haritalar ilk olarak İslam dünyasında yapıldı. Bunu ispat ettim. 18. Yy'a kadar Avrupa'da enlem-boylam derecesine dayanan harita yapma geleneği yoktu. Bunu İslam dünyasından öğrenmişler ama uzun yıllar doğru tatbik edememişler" dedi.

VİKİNGLERİN AMERİKA'YA GELİŞİ

Fuat Sezgin'in tezinin kanıtlanabilirliği yüksek olsa da, Avrupa'nın eski halklarından Vikinglerin, 9. yüzyılda Amerika kıtasında kısa süreli de olsa koloni kurduğu bilinir.

Kuzey denizlerinin bu gözüpek denizcilerin, denizde yönlerini bulma yöntemleri diğer denizcilerden biraz farklıydı. Bulundukları enlem ve boylam itibariyle hava çoğu zaman bulutlu ya da sisliydi. Diğer denizciler gibi Kutup Yıldızı'nı ya da güneşi kullanarak her zaman yönlerini tayin etme şansları yoktu. O yüzden yönlerini bulmak için kendilerine özgü yöntemler geliştirmişlerdi. Kuşların ve balıkların türlerine bakarak, akıntıların yönünü ve buzulları inceleyerek, yosunları inceleyerek, suyun rengine dikkat ederek nerede olduklarını anlarlardı. Fakat bu yöntemlerin bir de dezavantajı vardı. Her zaman kullandıkları bu teknikler bulundukları denizlerin yakından tanınmasını gerektirdiğinden, uzak ya da bilinmeyen denizlerde işe yaramıyordu. Bu yüzden uzaklara açıldıklarında doğal olarak sık sık hata yapıp yollarını şaşırıyorlar ve bilmedikleri yerlere gidiyorlardı. (Ufak bir not ekleyelim. Son bilimsel araştırmalara göre Vikingler, sisli ve bulutlu havalarda güneşin gökyüzündeki konumunu belirlemek için ışığı polarize edebilme özelliğine sahip İzlanda kristali olarak bilinen bir tür kalsit taşı kullanmışlardı. Belli bir açı ile tutulduğunda bu taş az bir yanılma payı ile güneşin gökyüzündeki konumunu belirleyebiliyordu.)

Babasının işlediği cinayet nedeniyle Norveç'ten kovularak İzlanda'ya gelen ve kızıl saçlarından dolayı "Kızıl Erik" denilen asabi bir Viking, tıpkı babası gibi burada cinayet işlemişti. Kabile Meclisi tarafından, 982'de üç yıl sürgüne mahkum edildi. Sürgününü geçireceği bir yer arayan Erik, batıya doğru yelken açtı. Batıya yelken açışının nedeni, uzun zamandır herkesin dilinde olan bir söylenti, Gunnbjörn Ulfsson adındaki bir Viking'in gördüğünü söylediği kara parçasıydı. Yaklaşık 500 millik bir yolculuğun ardından söylentinin gerçek olduğunu gördü. Ormanlar ve yeşil çimenlerle kaplı fiyortlardan, uzaktaki buzullardan ve av hayvanları bakımından zengin olan bir bölgeye gelip yerleşti. Üç yıl sonra, geri dönerek ailesini ve "Yeşil Ülke" (Grönland) adını verdiği bu ülkeye yerleşmek isteyenleri yanına alıp 25 gemiyle yola çıktı. Kötü hava koşulları nedeniyle yalnızca 14 gemi Grönland'a ulaşabilmişti. Ulaşmayı başaran yaklaşık 450 kişi burada bir koloni kurdu. Aradan fazla bir süre geçmeden başka yerleşimciler de bu koloniye gelmeye başladı.

986 yılında Bjarni Herjolfsonn, kışı babasıyla birlikte geçirmek için İzlanda'ya doğru yelken açtı. Fakat İzlanda'ya ulaştığında kendisini bir sürpriz bekliyordu. Babası İzlanda'daki her şeyi satmış, Kızıl Erik'in mürettebatına katılarak Grönland'a yerleşmişti. Herjolfsonn babasının izinden gitmeyi tercih edip mürettebatıyla bu kez Grönland'a doğru yelken açtı. Fakat bilmedikleri bu sularda yönlerini bulmaları oldukça zordu. Yolcukları sırasında bastıran sis de buna eklenince gittikleri yeri bilmeksizin yol almaya başladılar. Nihayet bir süre sonra ormanlarla kaplı bir kara parçası gördüler. Fakat burası, kendilerine anlatılan Grönland'a hiç benzemediğinden karaya çıkmaya cesaret edememişlerdi. Tekrar yola koyuldular ve birkaç gün sonra nihayet Grönland'a ulaşmayı başardılar.

Kızıl Erik'in üç oğlu olmuştu… Bunların en büyüğü, Leif Eriksson (Erik'in oğlu), "batıda yeşil ormanlarla dolu bir yere rast geldiğini" anlatıp duran Bjarni Herjolfsonn'un sözleri üzerine, yaklaşık 1000 yılında yola çıktı. Atlantik Okyanusu'nun soğuğuna dayanmak için don ve balık yağı sürülmüş, keçi derisinden yapılmış elbiseler giymişlerdi. Leif Eriksson ve mürettebatı günlerce yol aldıktan sonra Hudson Boğazı'nın kuzeyindeki Baffin Adası'nı gördüler. Denizden, parlayan bir kaya parçası gibi görünen bu bölgeye düz taş anlamını taşıyan "Helluland" adını verip yollarına devam ettiler. Daha sonra karşılarına çıkan, bugünkü Kanada'nın New Foundland bölgesindeki bir yöreydi. Bölgedeki üzümlerin çokluğundan buraya "Vinland" (Şarap Ülkesi) adını veren Leif Eriksson burada bir koloni kurdu. Kışı geçirdikten sonra da Grönland'a geri döndü. Kısa bir süre sonra babası ölen Leif, onun yerine geçerek Grönland'da kaldı.

Amerika'daki koloni, varlığını on yıl kadar devam ettirdikten sonra terk edildi. Günümüzde "L'Anse-aux-Meadows" diye anılan bu köy Kristof Kolomb'dan yaklaşık 500 yıl önce Avrupalıların Amerika'ya ayak bastıkları ilk yerdir.

Amerika kıtasına "bilmeden" ayak basan Leif Eriksson'dan üç yüzyıl sonra da onun torunları, yine "Yeni Dünya" topraklarındaydılar. Minnesota'daki "Kensington Taşı"nda yazılı olanları 1362'de onlar kazımışlardı:

Biz 8 İsveçli ve 22 Norveçli, Vinland'dan batıya doğru keşfe çıktığımızda, bu taşın bir kaç günlük yürüyüşle kuzeyindeki iki kaya arasında kampımız vardı. Bir gün balığa çıktık. Dönüşte, 10 arkadaşımızı kanlar içinde ölü bulduk. Aziz Meryem Ana bizi korusun. Buradan 14 yürüyüş günü uzaktaki kıyıda 10 gemici teknelerimizi bekliyor. Yıl 1362.

Bu arada, "Kensington Taşı" bir gerçeği daha ortaya koyuyordu: Artık İskandinav topraklarındaki yeni siyasi gelişmeler, İsveç, Norveç ve Danimarka adlı üç devletin ortaya çıkmasına doğru yol almaktaydı.

PROF. DR. FUAT SEZGİN KİMDİR?

Dünya'nın önde gelen bilim tarihçilerinden Prof. Dr. Fuat Sezgin, 24 Ocak 1924'te Bitlis'te doğdu. 1943-1951 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü'nde, "İslami Bilimler ve Oryantalizm" alanında öncü bir yere sahip olan Alman oryantalist Hellmut Ritter (1892 - 1971)'in yanında öğrenim gördü. Hocası'nın, bilimlerin temelinin, "İslam bilimleri"ne dayandığını söylemesiyle bu alana yöneldi. Fuat Sezgin Hoca, o günleri şöyle anlatıyor:

"Hocam bir gün bana sordu; kaç saat çalışıyorsunuz? Ben, günde 13-14 saat çalışıyorum dedim. 'Ne, dedi. Bu tempoyla bir bilim adamı olamazsınız. Eğer bilim adamı olmak istiyorsanız bunu çok daha artırmalısınız' dedi. O, günde 24 saat çalışırdı. Günler uzun olsaydı, daha çok çalışacaktı. Ben ondan sonra çalışmamı, 17 saate çıkardım. Bu, 70 yaşıma girinceye kadar devam etti. 70 yaşımdan sonra, çalışmamı, bir iki saat azalttım. Aşağı yukarı, 13-14 saat çalışmaya gayret ediyordum."

1951'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Arap Dili ve Edebiyatı üzerinde doktora yaptı. 1954'te Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde, "Buhari'nin Kaynakları" adlı doktora tezini tamamlayarak doçent oldu. Bu teziyle o, hadis kaynağı olarak İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan Buhari(810-870)'nin, bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil, "yazılı kaynaklara dayandığı" tezini ortaya attı. Bu yazılı kaynakların, İslam'ın erken dönemine; hatta 7. yüzyıla kadar geri gittiğini ortaya koydu. Bu tez, Avrupa merkezli oryantalist çevrelerde hala tartışılmaktadır.

Fuat Sezgin Hoca, Doğu Bilimi ve Türkoloji üzerine çalışmalar yapan bilim adamı Alman Carl Brockelmann'ın (1868-1956); "Arap Edebiyatı Tarihi" ve "İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi" gibi çalışmalarındaki eksiklikleri fark etmiş ve bunları tamamlamak maksadıyla, 1954 yılında İslam Bilim Tarihi ile ilgilenmeye başlamıştır.

Fuat Sezgin Hoca, 1960 cuntacılarınca, "Zararlı Profesör" diye üniversiteden atıldı. 1961 yılında, 36 yaşındayken Türkiye'yi neden terk ettiğini şöyle anlatıyor:

"1960 yılında, bir hükümet darbesi oldu. Askerler devletin idaresini ele geçirdiler. Milli Eğitim Komitesi diye bir komite kurdular. Bir gün bunlar, 'hangi profesörler zararlıdır?' diye bir liste çıkarmışlar. Bunların listeleri kanun gibiydi. Gazeteler, 147 profesörün atıldığını yazıyordu. Benim de adım vardı. Askeri idarenin, bir mülki idareyi bertaraf ederek devletin başına geçmiş olmasından memnun olmadım. Birçok şeyler bekliyordum, ama bir gün üniversiteden atılacağımı beklemiyordum. Hatta Türkiye'yi kendiliğimden terk etmeyi de düşünmüyordum. Çünkü memleketime çok bağlıydım. Bu hadiseden bir yıl evvel, Almanya'da misafir doçent olarak bulunuyordum. Bana orada, doçentlik yapmamı teklif ettiler. Bu teklifi gülerek reddettim. 'Ben İstanbul'u, Türkiye'yi nasıl terk ederim?' dedim. Özür dilediler. Gazetedeki 'zararlı profesörler' listesini ve ismimin bu listede olduğunu görünce, ülkeden gitmemin, artık benim iradem dışında olduğunu anladım.

"Gazeteyi çantama koydum, Süleymaniye Kütüphanesi'ne gittim ve hemen orada üç tanıdığım dostuma mektup yazdım. İki Amerikalı, bir de Frankfurt Üniversitesi'nin eski rektörü olan dostlarıma; 'Bana bir yer bulun, geleceğim' diye yazdım. 30 gün içinde üçünden de cevap geldi. Üçü de beni, memnuniyetle kabul ediyorlardı. Ancak ben Frankfurt'u tercih ettim. Frankfurt'a gittim.

"Türkiye'yi, İstanbul'u terkedeceğim akşam, Galata köprüsünün Karaköy tarafına gittim. Oradan 15-20 dakika kadar Üsküdar'a baktım. Güzel bir geceydi, artık vakit de gecikiyordu. Döndüğümde, gözlerimin yaşını silmek zorunda kaldım. İşte son hislerim buydu. Kızmadım da, o zaman tabi üzülmüştüm. Bugün bir kızgınlık duymuyorum. Memleketime, yine ne vermek mümkünse onu vermeye çalışıyorum."

1960–61 yıllarında, Almanya'ya giderken yanına, kıyafetlerinin dışında, sadece iki bavul dolusu fiş ve belge alabildi. Fuat Sezgin Hoca, Frankfurt Üniversitesi'nde ilkin misafir doçent olarak dersler verdi. 1966 yılında profesör oldu. Bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası, "Arap-İslam Kültürü" nün, "tabii bilimler tarihi alanı"dır.

1961 yılında fişlerle başladığı çalışmaları, sesini duyurmaya yetti. 1978 yılında, Kral Faysal mükafatını kazandı. Bu vesileyle Arap dünyasının devlet adamlarıyla tanıştı ve aklından geçen büyük projeyi onlara aktarma imkanı buldu. Düşüncelerinin destek görmesiyle, Fuat Sezgin Hoca, 1982 yılında, J.W.Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü'nü ve 1983'de de buranın müzesini kurdu. Bu Enstitü'nün, halen direktörlüğünü yürütmektedir. Enstitü'ye bağlı olarak kurduğu müzede, Müslüman bilginler tarafından yapılmış aletlerin ve bilimsel araç ve gereçlerin, yazılı kaynaklara dayanarak yaptırdığı numunelerini(örneklerini) sergilemektedir. Bilimler Tarihi alanında dünyanın sayılı otoritelerinden birisi olan Fuat Sezgin Hoca; Süryanice, İbranice, Latince, Arapça ve Almanca da dahil, 27 dili çok iyi derecede bilmektedir.

O, dünyanın neresinde olursa olsun, "İslam Bilim Tarihi" adına; fizik, kimya, biyoloji, hayvancılık, veterinerlik, ziraat, tıp, astronomi, coğrafya gibi bütün bilim dallarına ait bir eser veya orijinal bir aletin varlığını duyunca; bir dedektif gibi, o eserin peşine düşüyordu. Hiçbir masraftan çekinmeden, gerekirse özel uçakla oraya gidiyor. O kitabın değeri ne olursa olsun alıyor ve bulduğu eseri hemen incelemeye başlıyordu. Enstitü'de yapılan çalışmaları; "Geschichte des Arabischen Schrifttums"(Arap-İslam İlimleri Mecmuası)nda yayınlıyordu. Böylece bu dergi-ansiklopedi, kısa sürede, dünya çapında bir kaynak haline geldi. Bilim tarihçilerinin temel müracaat kaynağı olan ve en son 15. cildi çıkan bu dev eser; halen iğneyle kuyu kazar gibi yazılmaya devam ediliyor. Bir bibliyografya olarak da görülen bu eser; mevcut en sahih kaynaklarla yazılmış bir "İslam Bilim Tarihi"dir.

Fuat Sezgin Hoca, Enstitü'de bulunan bütün eserleri, kataloglar halinde yayımlayarak, çok önemli bir hizmete daha imza atıyordu. Böylece, "Wissenchaft und Technik im Islam" (İslam'da Bilim ve Teknoloji) isimli 5 ciltlik eseri, mükemmel bir özet olarak yayınlanmıştı. 2003 yılında Almanca ve 2004 yılında da Fransızca neşredilen bu muhteşem eserin; 1. cildinde, çok muhtevalı bir giriş ve genel bilim tarihi anlatıldıktan sonra; 2. ciltte astronomi, 3. ciltte coğrafya, denizcilik, saatler, optik ve geometri, 4. ciltte tıp, kimya ve mineraloji, 5. ciltte ise fizik, mekanik, mimari ve harp aletlerinden bahsedilmektedir. Almanca yazılan bu eser, Türkçe'ye de çevrilmiş bulunuyor.

İstanbul Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası'nda, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından açılan "İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi"yle, Türk insanı onu yeniden tanıma fırsatı buldu. Müslüman bilim adamlarının buluşları, şimdi Gülhane Parkı'ndaki "İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi"nde sergilenmektedir.

Müze yetkilileri, burada sergilenen 140 eserin büyük bir kısmının orijinal olduğunu, eser sayısının, kısa süre sonra 800'ü bulacağını açıklıyor. Açılan müzede; astronomi, coğrafya, deniz bilimleri, saat teknolojisi, geometri, optik, tıp, kimya, maden, fizik ve mekanik, savaş teknolojisi ve mimarlık dallarında eserler ve aletler sergileniyor. Fuat Sezgin Hoca, Almanya'daki Enstitü'de yaptığı olağanüstü çalışmalarını şöyle anlatıyor:

"Bugün bu Estitü'de 800 den fazla alet var. Yavaş yavaş öğreniyordum, bunu da söylemeliyim. Yani bütün bunları, Arapça Farsca, Türkçe yazmalardan çıkardım. Bunların, Latince ve İspanyolca tercümelerini çıkardım. Benden önce bu konuda çalışan oryantalistler olmuş. Onlarda bu konuda araştırmalar yapmışlar. Mesela Prof. Dr. Wideman diye büyük Alman alimi vardır. Bu adamcağız, tam elli sene İslam bilimler tarihi ile uğraştı. Birçok aletleri, o da, yazmalardan buldu. Hatta ilk alet taklidine başlayan kişi, Wideman'dır. Bu aletlerden bir kısmını, İspanya'da, büyük bir kısmını da Almanya'da yaptırıyordum. Bizim bir atölyemiz var. Aletlerin bir kısmının parçalarını, atölyede yapıyoruz. Birçok parçalarını da Mısır'da, yaptırıyoruz, burada birleştirip tamamlıyoruz.

"Her aletin yapımının, kendine mahsus bir hikayesi vardır. Mesela bazı saatler var. Takiyyüddin denen bir Osmanlı bilgini vardı. On tane saati tarif eden bir kitap yazmış. Onların ikisini yapmaya gayret ettik. Bunu Türkiye'de, İspanya'da, Hollanda'da, Almanya'da, Mısır'da herkese sordum. Hiç kimse yapamadı. Sonra bir Bremen şehrinde, saatçilikten, profesörlüğe girmiş olan bir astronomi profesörü vardı, ona yaptırdım.

"Sabit yıldızlar gök haritasını, bin yıllarında yazılmış bir yazmaya dayanarak yaptık. Çok zordu. Bütün yıldızların bir koordinatları vardır. Bu koordinatları, Kahire'de bir türlü tam veremediler. Astronomi tarihi ile uğraşan, Bremen'de bir Alman bilgini vardı. Ona götürdüm. Biz bir küre yaptık. Küreyi ona gönderdim. Kurşun kalem ile bu resimleri çizerek yıldızların yerlerini belirtti. Bunu alıp, Kahire'ye götürdüm. Ondan sonra bunu işlediler.

"Bundan 23-24 sene evveldi. 9.yüzyılın başında, Halife Me'mun'un yaptırdığı bir harita vardı. Onu,Topkapı Sarayı'nda bulunan bir ansiklopedide keşfettim. Me'mun'un haritası, benim buluşlarımın en önemlisi. Bu haritaya dayanarak, kitabımın coğrafya cildini yazmaya başladım. Coğrafya cildini yazarken, bende herkes gibi, elimizde olan bütün haritaların, Avrupalılar tarafından yapıldığını zannediyordum. Tamamıyle bir karanlık içerisindeydim. Fakat İslam coğrafya tarihi üzerinde çalışmam, 10. yüzyıla uzanınca, benim dünyam değişmeye başladı. Yavaş, yavaş baktım ki, Müslümanlar, "matematik coğrafya"yı kurmuşlar. "Matematik coğrafya" nedir? Dünya haritasının, matematik esaslara; enlem ve boylam derecelerine dayanarak haritalandırılmasıdır.

"Dördüncü cilde, bilimler dünyasına sunduğum önemli bir sonuç vardır. O da, Amerika kıtasının, Müslümanlar tarafından keşfedilmiş olması. Müslümanlar tarafından Dünya haritasının yapıldığı ve bu haritaya dayanarak Christophe Colomb'un, Amerika'ya değil, Asya'ya ulaşmak istediği gerçeğine ulaştım."

Ödülleri:
Kral Faysal Ödülü (1978)
Frankfurt am Main Goethe Plaketi (1980)
Almanya 1. Derece Federal Hizmet Madalyası (1982)
Almanya Üstün Hizmet Madalyası (2001)
İran İslami Bilimler Kitap Ödülü (2004)

Üyelikleri:
Arap Dili Akademisi (Kahire)
Arap Dili Akademisi (Şam)
Fas Kraliyet Akademisi (Rabat)
Arap Dili Akademisi (Bağdat)
TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) Şeref Üyeliği

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN