Arama

Fatmanur Altun
Haziran 6, 2017
İsimlerin En Güzeli Olan Allah’ın İsmi ve Selamların En Güzeli Olan Allah’ın Selamıyla
İsimlerin en güzeli olan Allah'ın ismi ve selamların en güzeli olan Allah'ın selamıyla,

Merhaba

Ömür merdiveninin basamaklarından hatırı sayılır bir miktar tükettiyseniz geriye dönüp hayıflanmazsınız sadece. Bazen yahut belki sıklıkla 'hey gidi, ne günler gördük, geçirdik' tarzı ifadeler de kullanırsınız. Yaşamanın, yaş almanın sadece ihtiyarlamak değil, aynı zamanda bir tecrübe birikimi olduğunu ihsas ettirmek istersiniz muhatabınıza. Çoklukla hüsn-ü kabul görür bu imanız. Zira size şahitlik eden uzun yıllar vardır heybenizde. Fazla söze hacet yoktur.

Bir de heybesinde öyle kerli ferli yıllar olmamasına rağmen varoluşlarının en derin katmanlarından gelen 'hey gidi günler' cümlesini işiten nesiller vardır. Ömürleri dünya tarihinin hızlandığı dönemlere denk gelmiş, büyük değişim, dönüşümlerin ortasında kalmış, bazen bir dünya yıkılıp, bir başkası kurulurken orada bulunmuş nesillerdir bunlar.
19. yüzyıl bitip 20. Yüzyıl başlarken hayata gözlerini açan nesil böyle bir nesildi. Bir imparatorluğun yıkılışını, Batılı güçlerin dünyayı inkâr edilemez biçimde zapt ettiğini, sömürgeleştirdiğini, değiştirip, dönüştürdüğünü izleyen nesildi bu. Yeni dünya kurulduktan sonra dünyaya gelenler için artık dünya verili bir yerdi.

Bundan sonra da bundan önce de böyle nesiller dünya üzerinden gelip geçti. İddialı olmak pahasına söylemeliyim ki benim neslim için de benzer bir durum söz konusu. Çocukluğu 1980'li yılların başlarına denk gelen herkes şimdi anlatacaklarımı değişik varyantlarıyla yaşadı.

Hepimizin çocukluğundan kalan anılara eşlik eden kokular, sesler vardır. Çocukluğuma eşlik eden kokular arasında en baskın olanlar her zaman çiçek kokuları olmuştur. Hemen hemen tamamı tek katlı olan evlerin her biri küçük yahut büyük bir bahçeye sahipti. Boyumuzu aşan ortancalar, çeşit çeşit güller, begonyalar, sümbüller, küpeliler, menekşeler yahut türlü meyve ağaçları ve onlara eşlik eden muhteşem kokular çocukluğumun en canlı hatıralarıdır bu yüzden.

Bir de sesler var demiştik değil mi? Çocukluğumdan bana kalan bir ses var ki bazen kulaklarımı kapattığımda hala o sesi duyarım. Henüz küçük bir çocukken her şeyin değişmekte olduğunu hissettiren o sesi. O ses belki ilginç gelecek ama tahtaya çivi çakılırken çıkan sestir. Bir anda etrafımızı saran inşaatlardan biteviye gelen o ses.

O zamanlar kent sosyolojisinin birikiminden, Chicago okulundan, kent mekanının metalaşmasından falan bihaberdim. Benim yaşadığım kent Simmel'in bahsettiği metropole henüz dönüşmemişti. Neye dönüştüğünü anlamak o yaşta bir çocuk için belki mümkün bile değildi. Gördüğüm şey aylar içinde birer birer yıkılan tek katlı bahçeli evler ve onların yerine yapımına başlanan çok katlı binalardı. Bir noktadan sonra çocukluğum rengarenk çiçeklerin ve meyve ağaçlarının arasında koşturmaktan, inşaatların etrafındaki kum yığınlarında oynamaya, kesilen mermerlerden şekilli taşlar toplamaya, elektrik tesisatında kullanılan borulardan tüf tüf yapmaya dönüşecekti. O kadar hızlı yıkıldı mahallemiz. Henüz on yaşına adım atmadan mahallemizin neredeyse tamamen çok katlı yapılara teslim olduğunu gördüm. Bir süre sonra biz de bir apartman dairesine geçtik ve o devir de böylece kapandı. Kapandı kapanmasına ama o hızlı değişimin bana verdiği acıyı hala derinden duyarım.

Sonra yavaş yavaş gençlik yıllarına doğru adım attık. Çocukluğumuzda renkli televizyon sahibi olmak büyük bir meseleydi. Babamın renkli televizyon aldığını arkadaşlarımdan duymuştum. Dışarıda oyun oynarken bağıra bağıra yanıma gelmişlerdi. Hep beraber renkli televizyonu görmeye gitmiştik. Mahalle çapında bir olaydı bu. Sonra herkesin renkli televizyonu oldu. Sabah Atatürk'ün mozolesine çelenk koyan askerler ve ardından istiklal marşı ile açılan tek kanallı televizyonumuz '90'ların başında birdenbire bir sürü kanala ev sahipliği yapmaya başladı. Derken özel radyo kanalları girdi hayatımıza. Baş döndürücü bir hızla değişiyordu her şey. Ayak uyduruyorduk. Müdavimi olduğumuz yabancı diziler, radyo kanalları vardı. Büyüklerin sohbetleri de giderek değişmeye başlıyordu. Onlar da ayak uyduruyorlardı renkli camdan izlediklerine.

Bunlar yetmezmiş gibi bir süre sonra internet girdi hayatımıza. Kulağı tırmalayan bir cızırtı ile telefon hattı üzerinden bağlandığımız internetin hayatlarımızı bu kadar değiştireceğini kestiremiyorduk o günlerde. Gündelik hayatımıza ne yapacağını, sosyal ilişkilerimizi, aile ve arkadaşlık yapımızı, bütün bunları nasıl dönüştüreceğini kestiremiyorduk. Gelen dalgaya göğüs germekle, adapte olmakla meşguldük ve her şey çok hızlı gelişiyordu.

'90'ların ortalarına geldiğimizde ilk cep telefonları hayatımızda belirdi. Cep telefonu ve internetin iç içe geçmesiyle tamamen farklı bir faza geçtiğimizi ise çok sonraları fark edecektik. Bugün çocuklarıma cep telefonunun yahut internetin olmadığı bir hayatın nasıl bir hayat olduğunu anlatmakta zorlanıyorum. Ufki şehirleri konuşmaya başladığımız şu günlerde, ufki şehirlerin dedelerimizinki kadar bile değil ancak bizim çocukluğumuz kadar yakın bir geçmişte kaldığını anlatamıyorum. Arkadaşlık denen şeyin sosyal medya, cep telefonları olmadan nasıl yürütüldüğünü kavramaları neredeyse imkânsız. Arabaların istila etmediği bir şehirde, mahalle arasında, arsalarda top peşinde koşturmak, güvenle tek başına okul yollarını arşınlamak, akşam oturmalarına gitmek, yaz gecelerini dışarıda oyun oynayarak geçirmek ve daha nice anlatamadığımız masalsı şeyler. Oysa gerçekten hiçbiri o kadar uzak değildi yaşadığımız şu günlere. Şairin de dediği gibi her şey biz yaşarken oldu aslında.

En çılgın otuz yıl diyorum buna. Benim neslimi henüz 'olgunluk çağı'na bile ulaşmadan birkaç kuşak birden yaşamış duygusuna duçar eden o sıkıştırılmış zaman dilimi. Dünya, Türkiye son otuz yılda hızla bir yerden bir yere geldi, gelmeye devam ediyor. Kültürümüz, yaşam pratiklerimiz, dünya tasavvurumuz hızla biçim değiştiriyor. Anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorum. Bu anlamlandırma çabasına bu mecrayı bir vesile saymak arzusundayım. Buradan gündelik hayatımızın ayrıntılarına dokunmak, onları konuşmak, tartışmak ama en çok da dikkat çekmek muradım. Melankoliye düşmeden. Verili sandığımız dünyanın aslında inşa edilmekte olduğuna ve o inşanın bir zihniyet eşliğinde yürütüldüğüne işaret etmeye çalışmak. Gayret bizden, tevfik Allah'tan…





Fatmanur Altun



Fikriyat.com

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN