Arama

Ekrem Demirli
Mart 8, 2018
Sorumlulukta ve kemalde eşitlik: Adem ve Havva

Dikkatinizi çekiyor mu, bilmem: İslam dünyası herhangi bir şekilde tahrik edilmek istenince en çok Hz. Peygamber'i şahs-ı manevisine yönelik saldırılar ortaya çıkar. Peygamber'e saygısızlık yapılınca da Müslümanlar bilgi ve kültür düzeylerine göre tavır sergilerler: kimi yazar, kimi konuşur, kimi de ölür. Bu durumu yaklaşık bir asır önce bir İngiliz gazeteci tespit ederek 'Müslümanlar Tanrı hakkındaki eleştiriler karsısında nispeten toleranslı olabilirler, lakin peygamber söz konusu olunca en şiddetli bir şekilde onu savunurlar' demişti. Vakıa tam da yazarın dediği gibidir: Geçmişte ve günümüzde Müslümanlara yönelik kışkırtma ve tahrik denilince, en çok Hz. Peygamber'e saldırılar olur. Bu durum Müslümanların Allah'a karşı kayıtsız, Peygambere karşı duyarlı olmaları demek değildir. Bunun sebebi Allah'ın mutlaklığı ve bilinmezliği mukabilinde Peygamberin muayyen şahsiyeti meselesidir. Dikkate değer ikinci husus ise bu alandaki saldırıların en çok Peygamber'in aile hayatına yönelik olmasıdır. İslam ümmetini tahrik etmek isteyen biri Peygamber'in evliliği, aile hayatı gibi konulara girer, Peygamber'i şehvet düşkünü, İslam'ı ise şehveti teşvik eden din olarak itham eder.

Bu tutum günümüzle sınırlı değildir, bunu akılda tutmak lazımdır. Hristiyanlığın İslam'ı ilk tanımaya başlamasıyla birlikte iddialar bu şekilde ortaya çıkmaya başlamıştı. Onlar yeryüzünün Kilise'ce arındırılmamış kısımlarına beden saltanatının ve şehvet düşkünlüğünün hakim olduğunu zanneder. Onlara göre dindarlık 'beden ile ruh arasındaki karşıtlık' üzere kuruludur. İnsanın dindar olabilmesi için nefsine ve arzularına direnmesi gerekir. Nefsin en güçlü arzusu kadın olduğuna göre, kadından –Havva- uzak durmak insanın –Adem'in- kemale ulaşmasının yegane yoludur. Hristiyanlar günahkarlığı ve dünyeviliği kadınla ilişkili sayarak kadına yakın duranı 'şehvet çukuruna' düşmekle itham etmişlerdir. Binaenaleyh onlar bütün Doğu'yu bilhassa Arapları 'şehvet' düşkünü bir masalsılık içinde tahayyül etmişlerdir. Haçlı savaşlarını motive eden hayvani dürtülerden birisi de bu dünyanın hazlarından nasiplenmek kuruntusuydu.

Öte yandan bu bakış açısı Dante gibi halk edebiyatının temsilcileri veya bazı mühim tiyatro yazarları maharetiyle Avrupa toplumuna yayılarak onların İslam hakkındaki kanaatlerini biçimlendirdi. Artık Avrupalılar için kesin kanaat şuydu: İslam ruhun bedenden ve yeryüzünden halasını (kurtuluş) amaçlayan bir din değil, bedeni ruha egemen kılarak ruhun ıstırap çekmesine yol açan şehvet iktidarıydı. Peygamberin hayat tarzı ise bunun göstergesiydi. İşte bu nedenle geçmişte veya günümüzde Peygamber söz konusu olunca, Hristiyan Avrupa'nın aklına şehvet, kadına düşkünlük, beden arzularından başka bir şey gelmez. Elli senedir Avrupa'da ortaya çıkan Peygamber telakkilerini hatırlamak bu durumu anlamak için yeterlidir. Bilhassa resimler, karikatürlerdeki bakış açısı tam bunu yansıtır: şehvet düşkünü İslam! Onlar için Hristiyan olmayan bütün dünya gibi Müslümanlar da kadın ve şehvet çukuruna düşmüş, ruhlarını bedenlerinin egemenliğine kaptırmış zavallılardır. Kurtuluş için yapılması gereken ise kadından uzaklaşmaktır. Adem'i cennetten kim/ne çıkardıysa ondan uzaklaşarak cennete tekrar dönebilir.

SORU SORMAK ASALETİ VE TAHRİKE KAPILMA ZAAFİYETİ

Müslümanlar yersiz ithamlara hiçbir zaman başlarını kaldırarak soğukkanlı bir şekilde şunu soramadılar: "Evet! Hz. Peygamber evlenmiştir, evliliği tavsiye etmiştir, aile kurmanın sadece yeryüzündeki hayırlarını değil, Allah'ı tanımadaki bereketini bize anlatmıştır. Kemale ermek ile kadından uzaklaşmak arasında hiçbir ilişki bilmiyoruz. Kadının suçu nedir ki ondan uzaklaşacağız ve onu aşağılayacağız? Hal böyleyken siz niçin kadını erkeğe düşman telakki ettiniz?' Mesele ağaca yaklaşmama emrini ihlal ise Adem ile Havva birlikte yasağı ihlal etti ve sonra da birlikte tövbe ederek temiz bir şekilde Allah'a döndüler. Havva'yı İblis'e katan, onun işbirlikçisi haline getiren vehmi siz hangi kitaptan öğrendiniz?"

Bu soruları sorabilecek bir aklı ve cesareti bir türlü bulamadık; öyle görünüyor ki uzun bir süre daha bulamayacağız! Bunun yerine karikatürleri çizenlerin ilkel dürtülerine karşılık vererek kışkırtmalara geldik, İslam dünyasında onlarca insanın ölümüne yol açan hadiseler yaşandı. Halbuki ısrarla şunu anlatmamız gerekirdi, hem kendimize ve bizi böyle bir girdaba sürükleyenlere: Hristiyanlık kadim gelenekler ve pagan inançların etkisi altında yeryüzüne kurmaca bir Adem-Havva hikayesi anlatarak insanın ufkunu daralttı, sonra kendisi de bunu sahiplendi. Bu inanç Tanrı-İblis, Adem-Havva, ruh-beden, ahiret-dünya karşıtlıkları üzerinde şekillenmişti. Cazibesi ise gerçekliğinden değil karşıtlık kurmadaki göreceli başarısından geliyordu. Helenistik felsefelerin erkeği yücelten -ki erkeği yüceltmek güce tapmak demektir- iddiaları da bunlara eklendi. Hz. Peygamber ise pagan karakterli inançların hepsini ayakların altına iterek kadın ile erkeği ayırmadan dikkatimizi insan olmanın anlamına çekti: insan olmak kadın ve erkek olmaktan önce gelen asıl ve müşterek paydamızdır. Biz Müslüman isek insanlıkta müşterek olduğumuzu bilerek yeryüzünde yaşamalıyız. Erkek ve kadın olmak insanlığın hakikati, onun iktiza ettiği sorumluluklar ve neticede erebileceğimiz kemalde değil, yeryüzündeki görevlerimizde ayrıştıran 'arızî' iki durumdur.

Hz. Peygamber bize bunu talim etti ve bu ideal üzere yaşamanın örneği olarak da onu gördük: Halbuki yapılabilecek daha kolay iş, geleneksel erkek-kadın ayrımını koruyarak kaba-güç merkezli dünyanın sürdürülmesiydi. İslam Hristiyanlık gibi bulduğu dünya ile uzlaşmak ve onu onaylamak yerine, dünyayı değiştirmeyi tercih ederek insana yokuş tırmanmayı gösterdi. Geleneksel dünyada herkes güce hizmet ettiği ölçüde yer bulabilirdi kendine: zayıflar, hastalar, kölelerin orada bir yeri ve anlamı yoktu. Kadınlar ise ya doğuran veya erkekler için haz unsuru olarak yer bulabilirdi. İslam bu bakış açısını temelden değiştirirken nehri tersine akıtmak zorunda kaldı.

Günümüzde Müslümanların en ciddi sorunlarından birisi, İslam'ın güç merkezli dünyayı değiştirmesinin umdesini teşkil eden Adem-Havva hikayesini yeniden yorumlamanın zaruretidir. Müslüman entelektüeller insanın –kadın ve erkek- yeryüzündeki serüvenini tekrar ele alarak hayatın muhtelif cihetlerindeki sorunları bu gözle tartışmak, buradan hareketle yeni bir insan tanımı bulmak zorundadır. Bunu yapmadığımız zaman ise farkında olarak veya olmayarak geçmişin adetlerinin veya 'doğu' geleneklerinin erkek-kadın telakkilerini din olarak anlatmayı sürdüreceğiz.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN