Arama

Ekrem Demirli
Ekim 9, 2017
Hicrî Yılbaşı Hakkında: Ahlaki Bir Kavramda Tarihin Başlama Noktasını Bulmak

Hicri takvimle yeni bir seneye girdik. İçinde bulunduğumuz ay 1439 hicri senesinin ilk ayı olan Muharrem'dir. Bu takvimin iki ayırıcı özelliği var: Birincisi senenin güneşe göre değil, ayın hareketlerine göre hesaplanıyor olmasıdır. Kuran-ı Kerim 'Hilaller insanlar için vakit ölçüdür' der. Bu nedenle hicri takvim aynı zamanda 'kameri takvim' diye isimlendirilir. İkinci ise başlama tarihi olarak Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicret ettikleri tarihi alır. Bu nedenle günümüzde kullandığımız takvime göre daha genç bir takvimdir.

Hicret Hz. Peygamber'in etrafındaki Müslüman cemaatin inançlarını yaşama imkanı bulamadıkları Mekke'den henüz bir köy mesabesindeki Yesrib'e yerleşmeleri için yaptıkları yolculuğun adıdır. İslam tarihinde hicret dendiğinde akla önce bu hicret gelir: Medine'ye hicret! İlk hicret öyle bereketli bir yolculuk olarak gerçekleşmişti ki, Hz. Peygamber'in hayatını yazanlar ilk hicretten müslümanların hayatları için onlarca örnek çıkartabilmişti. Öte yandan ilk hicret, daha sonra İslam'ın meşakkatlerle dolu tarihinde gerçekleşecek yüzlerce hicretin ilk örneği olarak kalmıştı. Hicretten arda kalan Ensar ve Muhacir isimleri, Müslümanlar için bir ahlaki mertebe veya bir unvan olduğu gibi 'ideal insan' örnekleri haline gelecekti: Günümüz İslam coğrafyasının hemen her köşesinde de insanlar ya muhacir veya onları himaye eden ensardır.

Müslümanlar önce Habesiştan'a göç etmiş, Mekke'de daralan hayatlarına bir genişlik bulmak üzere Hristiyan hükümdarın adaletine sığınmışlardı. Ancak müslümanların zihninde birinciden daha çok ikinci hicret kalmıştır. Bunun sebebi açıktır: Birinci hicret geçici bir çözümden ibaretti ve istenilen başarı sağlanamadı. İkinci hicret ile birlikte hicret maksadına ermiş, Müslümanlar bir yurt ve cemiyet sahibi olmuştu. Hepsinden önemlisi ikinci hicret ile Müslümanlarla birlikte Hz. Peygamber yaşadığı şehirden ayrılmış, dar-ı beka'ya irtihal edeceği vakte kadar bir daha hiç ayrılmamak üzere Medine'ye intikal etmişti.

Hicret her ne kadar bir göç hareketi olsa bile, başından beri Müslümanlar onun ahlaki bir değişim olduğunu düşünmüşlerdi. Hatta hicret müslümanların zihin dünyasına her zaman ahlaki bir kavram olarak yerleşti. Fiziki bir yolculuğun ahlaki yolculuk anlamı kazanması, dini düşüncenin maksatlarıyla yakından ilgilidir. İnsan yeryüzünde bir yolcudur der, Hz. Peygamber! Din insanın davranışlarındaki değişimi hedefler. Esas göç budur: kötü huylardan iyi huylara göç etmek! Bu itibarla 'değişmek' insan ahlakının daha iyiye, daha doğruya ve daha güzele doğru yönlendirilmesini hedefler. Bir mekandan başka bir mekana taşınan insanlara gerçek hicretin insana layık olmayan davranışlardan mekarim-i ahlaka (ahlaki erdemler), erdemsizlikten erdeme yolculuk olduğunu bizzat o hicretin başı, yani Hz. Peygamber öğretti. 'Kim neye niyet etmişse hicreti onadır' ve 'Kimin hicreti Allah'a ve peygamberine ise, onun hicreti Allah'a ve peygamberine olmuştur' anlamındaki sözleri hicretin tarifidir: Müslümanlar bir mekandan başka bir mekana değil, Allah'a ve Peygamber'e hicret ettiler. Binaenaleyh bu tarife göre insanlar yeryüzünde dolaşmakla veya bir yerden bir yere göçmekle hicret etmiş sayılmazlar; Allah'a ve peygamberine hicret ettiklerinde hayatları mana kazanır ve hicret gerçekleşmiş olur. Müslümanların hayatında bu hicrete atıfla kalan muhacir ve ensar (yardımcılar), ahlaki hayatın kurucu unsuru olan "Allah için fedakarlık" ve "cömertlik" ilkesini kendilerinde birleştiren insanlardı.

Müslümanlar halifeler döneminde bir tarih kullanmak durumunda kaldıklarında, Hz. Ömer onlar için tarihin hicret ile başladığını düşünerek, hicreti başlama noktası kabul etti.

TARİHE BAŞLANGIÇ!

Tarihe başlangıç ararken 'ahlaki' bir kavramı bulmak, üzerinde ısrarla durulmaya değer bir tercihtir. Hz. Ömer'in ikinci ismi olan Faruk'un anlamı (ayrıştıran) bir kez daha tahakkuk etmiştir bu tercihle. Akla şu gelebilir: Hz. Ömer hicreti muhakkik düşünürlerin kelimeye yükledikleri derinlikte anlamış mıdır, yoksa sonradan gelişen yorumlar zorlama mıdır? Sorunun cevabını vermek kolay değil; çünkü meselenin başka alanlarla irtibatlarını düşünmek gerekir. Ancak bildiğimiz husus, Hz. Ömer'in bu tercihle İslam ile öncesini kesin hatlarla ayrıştırmış olmasıdır. Burada tam bir meydan okuma vardır. Üstelik bu ayrıştırmayı İslam'ın doğuşu, Hz. Peygamber'in doğumu veya herhangi bir hadise üzerinden değil, hicret üzerinden yapmıştı. Demek ki Hz. Ömer bütün bu hadiseler arasında hicret hakkında kesin bir fikre sahip olmalıdır. İslam cahiliye Araplarının zihnini şekillendiriş kahramanlıklar, toplumsal hadiseler, kabile savaşları ve edebiyatıyla ilgili tarihi reddederek yeni bir başlama noktası olarak hicreti kabul etti. Hicret ile tarih yeniden başladı ve Hz. Peygamber'in bir vesileyle söylediği üzere "zaman başa döndü." Vakıa hicret ile birlikte Müslümanlar için tarih başladı ve ne olduysa bundan sonra oldu. Bu durumda Mekke'den Medine'ye hicreti –filozofların tabiriyle- mağaradan çıkış olarak düşünebiliriz. Müslümanlar mağaradan çıktıkları tarihi başlama tarihi kabul ettiler. Daha sonra Müslümanlar reddettikleri o miras ile yeni bir ilişki kuracak, tarihin yükünü yeniden üzerlerine alacaklardır. Her şeye rağmen ahlaki bir kavram olarak hicreti başlama noktası almakla İslam bu ayrışmayı sağladı ve insanlığa şu önemli bilgiyi verdi: İnsanın bireysel hayatı veya toplumların tarihi ahlaki bir hayattan söz ettiğimiz sürece anlamlı olabilir. İnsanı insan kılan ahlak olduğu gibi toplumlar ahlaka bağlı kaldıkları ölçüde değer kazanabilirler.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN