Arama

Ekrem Demirli
Haziran 10, 2017
İbadet ve Zihin İlişkisi: İbadet Bir Zihin İnşa Eder mi?
İslam'ın erken devrinden itibaren başlayan 'akılcı' hareketlerin başlıca iki işlevi oldu: Birincisi İslam'ı çevredeki dini ve felsefi cemaatlere karşı savunarak dinin etki alanını artırmak ve saldırılara karşı 'hasmın' kabul edebileceği delillerle onu korumaktı. Dinde 'teoloji' öncelikle bu nedenle ortaya çıkabilirdi: dinin savunulması! Üstelik bunu yaparken akidenizin makul olduğunu göstermek yeterli olmaz, hasmın akidesinin akıl-dışı olduğunu da göstererek onu ilzam etmek gerekir. Müslüman düşünürler hem İslam akidesinin görece akliliğini hem hasımlarının inançlarının akıldışılığını savunarak İslam akidesini tahkim etmek istedi.

Söz konusu hareketlerin ikinci işlevi ise tutarlı bir dini düşüncenin zeminini aramak üzere ana metin ile zihin arasında bulunabilecek tearuzu çözmekti. Mezheplerin şekillenmesi bu süreçte oldu. Usul ilmi metnin belirli ilkeler çerçevesinde okunarak sahih bilginin istinbat edilebileceğini savundu. İslam düşünce hayatındaki ana sorunlardan birisi ise tam bu noktada ortaya çıktı: Usul belirli ilkelerden hareketle bir 'öncelikler' manzumesi belirleyerek vahyi yorumlamak zorunda kalınca, Kuran-ı Kerim ile ve onun ana kavramlarıyla ilişkimizi 'öncelikler' sınırladı. Sınırlamanın bir neticesi de ibadet hayatını zihin hayatımızdan ayrıştırmaktı. İbadet edip ondan zihinsel bir fayda beklememek genel Müslüman düşüncenin bir neticesi idi.

İbadet ve Zihin Hayatı: İbadet Bir Zihin İnşa Eder mi?

'Düşünen bir canı' olarak ben niçin ibadet ederim? İbadet etmemle düşünen-canlı olmam arasındaki ilişki nasıl izah edilebilir? İbadet etmek akıllı olmanın bir neticesi midir, yoksa benim aklımı daha doğru akıl kılan bir öğrenme süreci midir? Bir dindarın hayatındaki kurucu unsur ibadet ise ibadetin niçin yapıldığının cevabı Allah ile ilişkimizi anlamamızda belirleyicidir. Müslümanlar 'niçin ibadet ederiz?' sorusuna farklı geleneklerden hareketle iki cevap vermiştir: Birinci gelenek 'teklif' (yani ilahi irade tarafından sorumlu tutulmamız) kavramını dini hayatın odağına alarak ibadeti sorumluluğun yerine getirilmesi diye kabul etti. İbadette bir şey öğrenmek veya hakikati aramak veya zihin inşa etmek hedeflenmez; sorumluluk yerine getirilir ve ona göre bir ödül-ceza ortaya çıkar. Dikkatimizi teklife vererek olabildiğince emirlere uymak, yasaklardan sakınmakla Allah'ı razı ederiz. Böyle bir bakış makul görünebilir: en azından müslümanların önemli bir kısmı böyle düşünmüş, ibadet ile zihin arasında kurucu bir ilişki kurmamışlardır.

Lakin ortada şöyle bir açmaz vardı: Dini hayatın insanın zihniyle ilişkisi nasıl kurulacaktı? Acaba ibadetler insanın hakikat arayışının 'bulmak' ile neticelendiği bir yerde mi ortaya çıkar? Böyleyse ibadetin bize yeni bir bilgi vermesine gerek yoktu: zaten hakikati bulduk ve ona göre yaşamaya başladık! Hal böyle iken ibadet eden bir insan, hakikati araştırmak için sahici bir amil bulamaz. İbadet ile zihin arasındaki soruna verilebilecek yanlış fakat yaygın cevaplardan birisi şudur: Din bize hakikati aramayı da yükümlülük olarak verdi. Bilgi peşinde koşmak veya tabiat üzerinde düşünmek başlı başına bir ibadettir. Öteden beri böyle diyoruz fakat bunun niçin böyle olduğunu izah edemiyoruz. Öyle görünüyor ki günümüzde dahil olmak üzere hakkında en az düşünülen konulardan biri şudur: İbadetlerin insanın hakikat arayışındaki yeri nedir? İbadet ile hakikat araştırmasını ayrı yerde ve ayrı süreçte olabileceğini kabul edersek, zihnimizin nerede inşa edildiğini hesaba katmamış oluruz. Burada zimnî bir 'laiklik' ortaya çıkar: Hakikati aramak ve zihni inşa etmek başka, ibadet etmek ise başka bir şeydir! Zaten ibadet hayatı ümmiliği iktiza eder.

Müslümanlar arasında ibadet hayatı ile bilgi-zihin sürecini ayrıştıran yaklaşıma yönelik ciddi bir tavır gelişti. Tasavvufun gelişimi –en azından nazari kanadı- ibadetle öğrenme sürecini ayrıştıran temayüle karşı gelişen Hicaz refleksi olarak yorumlanabilir. Sufilerin ibadeti bir bilgi edinme yolu ve hakikate ulaşma yöntemi olarak savunması dini düşüncenin gelişim seyrine önemli bir itirazdı. Lakin sufiler dini ve felsefi bilim geleneklerinden uzaklaşarak bunu yaptılar. Ne getirdikleri eleştiriler anlaşılabildi ne ortaya koydukları görüşler benimsenebildi. Onlar ibadeti bir teklif meselesi olarak değil, hakikat araştırması olarak yorumlarken bilginin dereceli bir şekilde ortaya çıkışından hareket ettiler. Bilgi önce aktarım veya duyularla ortaya çıkar. Fakat henüz bilgi, kesinleşen bir bilgi değildir. Felsefi ilimler de meseleye böyle bakar: duyulan veya duyumla elde edilen her bilgi kesin bilgi olsaydı herkes aynı bilgi düzeyine sahip olurdu. En sonunda metafizik kesin bilgiyi bize kazandırır. Sufiler bilimlerle sağlanan zandan kesinliğe intikalin ahlak ve ibadetle gerçekleşeceğini düşünerek dikkati ibadet-zihin-marifet ilişkisine çektiler. İbadetin maksadı, bilgimizin zandan kesinliğe intikalini sağlayarak, zihin-akıl terbiyesinin zemini olmaktır. Din bize sadece düşünmeyi veya hakikati aramayı tavsiye etmiyor, nasıl düşüneceğimizi öğreterek aklımızın hakikate doğru bir şekilde ulaşmasını temin ediyor. İbadet ve ahlak hayatı akıl inşa faaliyetidir.





Ekrem Demirli





Fikriyat.com

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN