Arama

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Nisan 30, 2019
Osmanlı tabiplerinin tıp tercümeleri (ı)

İnsanlık tarihi ilerledikçe her gün ve her dönem biraz daha ilerleyen tıp bilgisi her geçen gün ilerleme katettiğine göre, bir sonraki dönem tabiplerinin bir öncekilerden yararlanmaları ve yaptıkları çalışmaları bir adım daha ileriye taşıdıkları ve tıbbî gelişmelerin bu yolla sağlandığını görüyoruz. İlk Grek ve Hind tabipleri peygamber öğretilerinden, İslam tıbbı da, Grek, Hind ve Nasturî tıbbından etkilenmişti. İslam tıbbının VII./XIII. yüzyılda zirvesine tırmanarak Avrupa tıbbını etkilediği muhakkaktır.

Ancak VII/XIII. yüzyılda gelen büyük felaket Moğol saldırı ve istilası karşısında zayıflayan Selçuklu, Harezmşah ve Eyyubiler sahneden çekilince Anadolu'nun batısında bu dini koruyacak yeni ve taze bir kuvvet olan Osmanoğulları İslam tarihinin orta döneminde duraklama devrinden mevcudu koruma ve İslam'ın geldiği medeniyet düzeyini altı asır daha ayakta tutma imkânını bulmuştu. Osmanoğulları ortaya çıktıkları dönem, İslam dünyasının gerilemeye ve İslam medeniyetinin duraklamaya başladığı bir dönem olarak zor şartların gerektirdiği bir dönemdir. Siyasi ve idari alanda İslam'ın birikimi Abbasî ve Selçukluların mirasını taşıyan Osmanoğulları eski Anadolu medeniyetinin de izlerinden yararlanmıştı. İlmî yönden ise tamamen İslam Medeniyetinin önemli bir mirasçısı ve devam ettirici misyonunu yüklenmiş bir devlet olarak İslamî ilimler alanında kendilerinden önce oluşan bu ilmî birikimden aynen yararlanmışlardır. Osmanoğullarının yüklendikleri misyon, iki büyük darbe almış olan İslam medeniyetinin mevcudunu koruma misyonu olup bu konuda gerekeni yaptıkları ve onlara düşen görevi hakkıyla birkaç asır üstlendikleri muhakkaktır.

Konumuz itibariyle Osmanlıların tıp alanında da yaptıkları ilmi çalışmalar aynı misyonun icrasından ibaret olmuştur. İslam tıbbının VII./XIII. Yüzyılda geldiği nokta zirve nokta olup bunun üzerine eklenebilecek bir şey yok gibiydi. İki yüz yıllık bir savaş döneminden çıkmış bir medeniyetin mevcudunu koruma gayretleri en büyük faziletti. Osmanlılar bu fazileti yüklenmiştir. Tıp alanında Osmanlıların yaptıkları çalışmaların kaynakları nelerdir, hangi tabiplerin hangi çalışmalarından yararlanmışlar ve Osmanlı öncesi telifatlardan hangi eserleri Tükçeye aktarmışlardır, bunun üzerinde durmaya çalışacağız.

Ali İbn Abbâs el-Ahvâzî : Bağdad'ta yetişmiş, bu önemli ilim ve kültür şehrinde görev yapmış büyük tabiplerden birisi olan Ali İbn Abbâs el-Mecûsi el-Ahvâzî idi. Tıp ile ilgili ilk çalışmalarını Şiraz'da yapan Ali İbn Abbâs Bâtılı ilim adamları tarafından "H a l y A b b a s" diye isimlendirilmektedir. Bağdad'a gelip yerleştikten sonra Büveyhilerin ve özellikle Adududdevle'nin hizmetinde bulunmuştu.[1] Onun asıl şöhrete kavuşmasına sebep olan kendisinin hayatta yaptıklarından daha çok vefatından sonra büyük bir üne kavuşmasını sağlayan dev eseri "Kâmilu's-sinâati't-tıbbiyye"dir. Ali İbn Abbâs'ın dünya tıp tarihi içindeki önemli yerini sağlayan bu dev eser emiru'l-umera Adududdevle adına telif edilip ona takdim edildiğinden aynı zamanda "el-Kanunu'l-Adûdî fi't-tıb" yahut "el-Kanunu'l-melikî" adıyla da anılmaktadır. İbn Sina öncesi psiko-terapi ile tedâvî yöntemi üzerinde durmuş ve bu alanda büyük bir başarı kazanmıştır. İbnü'n-Nefis'ten önce küçük kan dolaşımını hatırlatacak ipucu mahiyetinde bilgiler vermiş ve kalbin kasılması ve kan pompalaması hakkında ilk bilgiyi veren tabip olmuştur. Aynı zamanda atar ve toplar damarlar arasında kılcal damarlardan sözeden ve atardamarlar ile kılcal damarlar arasında materteriyol adı verilen geçiş damarlarının varlığını ilk defa tespit eden tabip Ali İbn Abbâs olmuştur. İşte bu şekilde gayet mükemmel, açık, tertipli ve insicamlı ilmi bir tasnifle yazılmış "Kâmilu's-sinâati't-tıbbiyye", aynı zamanda tıp öğrenimi yapan öğrenciler için sorulu cevaplı özellikte sunulmuş ve ondan yeterince istifade edilmiş dev bir eserdir.

El-Kanunu'l-Adûdî İbn Sina'nın eseri el-Kanun fi't-tıb yazılıncaya kadar İslâm dünyasının en çok ilgi çeken eseri olmuş fakat İbn Sina'nın eserini yazmasından sonra kitleler İbn Sina'ya yönelmişlerdir.[2] Genellikle el-Kanunu'l-Adûdî uygulamalı tıp alanında daha başarılı, el-Kanun fı't-tıb, ise teorik alanda daha üstün kabul edilir.

Kâmilu's-sinâati't-tıbbiyye'nin Latince çevirisinin yanında İbranice[3] ve Türkçe tercümelerinin de olduğu bilinmektedir. Bursa Kütüphanesi no: tıb/2'de kayıtlı bir Türkçe tercümesi vardır. Ancak bu tercümenin eserin tamamının bir çevirisinden daha çok bazı bölümlerinin bir çevirisidir. Eserin ikinci cildinin üçüncü makalesinin 34. bölümüyle ve dördüncü makalesindeki ülserler, çiçek ve kızamığa dair bilgilerin tamamı ile beşinci makalenin bir kısmının tercümesidir. Bazı bilim adamlarınca, XV. yüzyılın başında tercüme edildiği ifade edilen çevirinin, dili, imlası, kâğıdı ve yazısı göz önüne alınarak, XIV. yüzyıldan daha önce yazıldığını iddia edenler de vardır.

Hüseyin Çelebi Kütüphanesi no: 819'da kayıtlı Türkçe yazma da aynı şekilde eserin bir kısmının tercümesi olup 51 varaktan bir tercümesi olup ateşli hastalıklar ve vücutta meydana gelen şişmeler ve bunların tedâvî yöntemleri ile ilgilidir. Son on varaklık kısmı ise bedenin dış kısmında meydana gelen hastalıkların tedâvîsi ile ilgili olan bölümün tercümesidir. Bazı araştırmacılar[4] bu çevirinin Bergama kadısı tarafından tercüme edildiği söyliyorlarsa da bu yazma içinde böyle bir kaydın olmadığı görülmektedir.[5]

Kitâbın mülkiyeti Fatih devri ümerasından Timurtaş Bey oğlu Umur Bey'e ait olduğu görülmektedir. Bu mülkiyet kaydından dolayı eserin onun adına tercüme edildiği zannedilmiştir. Ayrıca bu Türkçe çevirinin Aydınoğlu Umur Bey adına yapıldığı ileri sürülüyorsa da[6] bu bilginin hiçbir dayanağı yoktur. Bu iddiaya sahip çıkanlar muhtemelen yazmanın maliki Timurtaş Bey oğlu Umur Bey ile Aydınoğlu Umur Bey'i karıştırmışlardır. Sonra her iki Umur'dan herhangi biri adına tercüme edildiği de söylenemez. Zira yazmada böyle bir ithaf kaydı da mevcut değildir.

İşte bu gibi eserlerin tercüme edilmiş olması Osmanlı tıbbını derinden etkilemiş ve yapılan te'liflere kaynaklık etmiştir. Osmanlı tıbbının gelişme devrinde bu çevirinin yapılmış olması Osmanlı tıp kaynaklarının neler olduğunu ortaya koyması açısından da önem arzeder.

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça


[1] İbnü'l-Kıftî, İhbâru'l-ulema 155-156; İbn Ebi Usaybia, Uyûnu'l-enbâ', 319-320;

[2]İbnü'l-Kıftî, Cemaluddin Ali İbn Yusuf, İhbaru'l-Ulamâ bi ahbari'l-hukemâ' ,neşr: M.Emin el-Hanci, Kahire1326.155; İbn Ebi Usaybia, Uyûnu'l-enbâ', s. 320; Kâtip Çelebi, Keşfu'z-zunun, II, 1380; Sarton, George, İndroduction to the Histoty of Science, Batimore 1927, I, 677; H. Zirikli, el-A'lâm, IV,297; D. Cambpell, Arabian Medicine, s.75; Ömer Rıza Kehhale, Mu'cemu'l-Müellifîn terâcimu'l-musannifi'l-kütübi'l-Arabiyye, Beyrut 1961, VII, 116; Sami Halef Hamârma, Tarih turathi'l-ulûmit'-tıbbiye inde'l-Arab ve'l-Müslimin, Amman 1986, s.249.

[3] Geniş bilgi için bk. Ahmet Ağırakça, İslam Tıp Tarihi, (2004) s.193-195.

[4] A.A.Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim, İstanbul 1982, s.20-21.

[5] B.Karlıga-A.Kazancıgil, Ali İbn Abbâs el-Mecûsî ve "Kitâbu'l-Meliki", Tıp Tarihi Araştırmaları (History of Medicine Stuties), İstanbul Ocak 1997, sayı: 6, s.26.

[6] A.Demirhan Erdemir, "Ali İbn Abbâs el-Mecûsi" , DİA.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN