Arama

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Nisan 15, 2019
Osmanlının son günleri bugüne ışık tutuyor mu?

Birinci Dünya Savaşı öncesi günlerde ortaya çıkan mücadelelere bir göz atacak olursak o günlerde Batıya yüzlerini çevirmiş İttihat ve Terakkicilerin adeta "önce Abdülhamid sonra da Osmanlı gitsin de artık ne olursa olsun" diyecek kadar kendi ülkelerine ihanet içine girmiş olduklarını görürüz. Onlar da o günlerde meydan ve mahfillerde kadeh kaldırıp "şerefine Osmanlı" diyecek kadar aşağılık bir tavır içine girmişlerdi.

Yine o günlerde büyük Arap isyanları ve başkaldırılarının ortaya çıkması, mevcut ortam ve olayların seyri içinde ortaya çıkan durumlar ve oynanan roller, özellikle Şerif Hüseyin ve evlatları iki prensin oynadıkları rol, Birinci Dünya Savaşı sırasında 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa'nın akılsızca ve düşünmeden yaptığı yanlışlıklar ve Osmanlı düşmanları ile giriştiği anlaşma ve görüşmeler Arap milliyetçiliğini ve Türk milliyetçiliğini ileri süren ve bunları ortaya çıkaran kuruluşlar ve bütün bunların yanı sıra o yıllarda Batı'nın siyasetine âdeta patronluk eden ve bu konuda büyük rol oynayan İngiltere'nin ve Batı dünyasının oynadığı roller… Ve bugün de perde arkasında durup ABD ve Siyonist devletini Türkiye aleyhinde kışkırtıp duran aynı devlet ve siyasetin varlığı açıkça görülmüyor mu? Diğer taraftan içerdeki akılsızca hareket ve ittifakların verdiği zararlar ayrı bir caba (!).

Tarihte Şark Meselesi diye bilinen Osmanlı devletinin taksimi meselesi ve bu konuda Batı devletlerini sürekli planlar kurmaya ve siyasetler gütme hıyanetlerinin ortaya çıkardığı durumlar, o gün İngiltere, Fransa ve Rusya'nın gündeminde ve hedefinde olan konular ile bugün Suudi prensi ve diğer emir bozuntusu piyonları ile ABD'nin oynamaya çalıştığı roller ne kadar da birbirine benziyor.

Avrupalı devletler, Osmanlı devletinin taksimi ve buralardaki nüfus alanlarının kendi aralarında bölüştürülmesi konusunda zaman zaman planlar kurmuş olmalarına rağmen, bazen de bu nüfuz alanları konusunda kendi aralarında anlaşmazlığa düştükleri de ayrıca açıkça görülen bir durumdur. Bugün de öyle…

İşte bu devletlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklarını iyi değerlendiren büyük ve usta lider Sultan Abdülhamid gerçekten zeki bir şahsiyet olarak Osmanlı Devletinin yıkılışını 33 yıl gibi bir müddet nasıl yönetmiş ve devleti ekonomik ve sanayi açısından nasıl da kalkındırmış ve Osmanlının dirilişini nasıl sağlamaya gayret etmişti, o da bilinen bir durumdu.

Nihayet Abdülhamid Araplarla Türkler arasındaki ilişkiler bu minval üzere devam ederek önemli mesafeler almıştı. İşte bütün bu etkenler belirli bir neticeye doğru bu ilişkileri sürüklüyordu. Araplarla Türkler, bu iki kardeş millet arasındaki ümmet kardeşliği bağlarının koparılması ve bunun yerine İslam'ın reddettiği ırkçılık duygularının ve bağlarının yerleştirilerek, birinin diğerine karşı kin ve nefret ile doldurulup birbirlerinden uzaklaştırma hedefi güdülüyordu. Bugün bazı Arap köşe yazarlarının içine düştüğü gaflet bundan ibaret idi.

Bu iki kardeş milleti birbirlerine bu şekilde düşüren üzücü olaylar yaşanmıştı.

Osmanlı Devletinin yönetimi altında yaşayan Müslüman halkları birbirine bağlayan bir İslam kardeşliği duygusu vardı. Bu ümmet, İslam hilafetine ve Osmanlı Devletine tamamen itaat içinde yaşayan halklardan meydana geliyordu. Devletin onları bütün dünyaya karşı temsil ettiğini, halifenin İslam devletinin ve milletlerinin birliğini sağlayan en önemli sembol olduğunu biliyorlardı. Bu anlayışta olan kimseler hiçbir zaman batı ülkelerinin elçiliklerinden, masonların loca ve mahfillerinden, Hristiyanların kiliselerinden, Yahudilerin havralarından yükselen Osmanlı Devletinden ayrılma, bağımsız devlet kurma ve Avrupalılarla yardımlaşma propagandalarına asla kulak asmıyor ve bunlara iltifat etmiyordu. Bugün İslam ümmetinin, varlığını yok edecek, birliğini zedeleyecek, onu paramparça edecek düşmanların maksatlarına nasıl iltifat edilmemesi gerekiyorsa o günün insanları da buna asla iltifat etmiyorlardı. Ama arada rol oynayan hainler de az değildi. Bu kardeşliği zayıflatmaya ve Araplarla Osmanlı yönetiminin arasını bozmaya çalışanlar da Mason ve Avrupalı yöneticilerle iş birliği içinde idiler.

Bu olayların ortaya çıkmasındaki büyük etkenlerden bir tanesi, kurulan Arap dernekleri ile siyasi partilerinin batı Emperyalizmi ile olan ilişkileriydi. Bu dernekler ve siyasi oluşumlar ilk anda asıl gayelerini açıkça ortaya koyma cesaretini gösteremiyorlardı, ama sürekli olarak reformlardan, Âdem-i merkeziyetçilikten, hürriyetten, ekonomik baskılardan söz ediyorlardı. Gerçek gayelerinin hilafet devletini yıkmak ve onun aleyhine çalışmak olduğundan söz etmemekteydiler. Eğer asıl gayeleri bu değil idiyse o hâlde onların Batılı Emperyalistlerle bu kadar sıkı sıkıya ilişki içinde olmalarının ve Abdülhamid ve Osmanlı aleyhtarlığının sebebi ne idi?

Bütün bunlara rağmen bu gruplara mensup birçok kimse İslâm ümmetinin önünde Osmanlı Devletinin ve İslam birliğinin korunmasına inandığını söyleme ihtiyacını hissediyor ve devletin başarısı için uğraştıklarını ifade ediyorlardı. Bu gruplardan biri, merkezi İstanbul'da bulunan Edebiyat Kulübü Reisi Abdülkerim el-Hâlil idi. 6 Ağustos 1914'te yazdığı bir mektubunda şunları ifade ediyordu:

"Osmanlı Devletinin bütün unsur ve grupları arasında meydana gelme ihtimali olan ve birliği zedeleyici her türlü hususa engel olmak için bütün gücümle Suriye bölgesinde çalışacak ve devletin ayakta durması için uğraşacağım. Hepimiz el ele verip Avrupalılarla girmiş olduğu bu savaşta Osmanlı Devletini içine düştüğü girdaptan çıkarmamız gerekir. Batılı devletlerin üzerimizdeki baskıları ve düşmanlıklarına engel olabilmek için Osmanlı devletinin varlığını ve birliğini korumaktan daha ulvi ve daha büyük bir gaye olmamalıdır."

Ayrıca Beyrut'un ileri gelen liderlerinden ve yukarıda Paris'te toplandığını ifade ettiğimiz kongrenin azalarından ve aynı zamanda Arap milliyetçiliğinin öncülerinden birisi olan Ahmed Muhtar, 26 Ekim 1914 tarihinde yazmış olduğu bir mektubunda şunları söylüyor:

"Bu savaş sırasında nasıl davranacağımızı ve Osmanlı tahtını korumak için müşterek olarak kullandığımız bu vatanın hizmetine nasıl koşacağımızı, bu müşterek vatanımızın devamı için nasıl uğraşacağımızı Türk kardeşlerimiz göreceklerdir." (Süleyman Musa, el-Hareketü'l Arabiyye, s. 97-98'den naklen M.Tahhan, el-Unsuriyye, 1985).

Türklere karşı Arap milliyetçiliğini savunan ve bir Arap isyanını sürekli planlayıp duran Şerif Hüseyin'in bizzat kendisi, Arap milliyetçileri için bir önder olarak kabul edilen bu şahsiyet bile şunları söyleme ihtiyacı duymuştu:

"Eğer bu Osmanlı devletinin varlığı ve halifelerinin İslâm ümmetinin korunması için verdikleri mücadeleleri olmasaydı, bu Batılı devletler aynen kurtların koyun sürülerine saldırdığı gibi hepimize saldırır, bizi topyekûn yok ederlerdi..."

Osmanlının son günlerinde yaşananlarla o günkü düşünceler, ihanetler ve dostluklar bugünlere benziyor değil mi? Bugün de Türkiye'nin yanında duran ve destekleyen Arap devletleri ile aklını kullanan ve Türkiye'nin yanında durmanın önemini dile getiren yöneticiler vardır. Buna karşı da Türkiye'nin kıymetini göremeyen aleyhinde birçok düşman kuruluş ve devletlerle işbirliği yapan yöneticileri de görüyoruz.

Akıl Türkiye ile dayanışmayı ve her iki milletin ve İslam devletlerinin bu dayanışma ile varlıklarını sürdürebileceğini söylüyor. Ama bunu akletmeyenler ise İngilizlerin Şerif Hüseyin ve iki prens oğlu ile oynadıkları ve sonunda İngilizlerin onları kullanıp çöpe attıkları gibi bugün de ABD'nin, İngiltere'nin ve Siyonizm'in bu gibi kimselerle oynadığının farkında değillerdir.

Temennimiz onların da bu tuzakları fark edip tarihin tekerrür etmesini engellemeleridir.

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN