Arama

Teoman Duralı’dan bize kalan miras

Sadece Türkiye'nin değil dünyanın sayılı felsefecilerinden biriydi Prof. Dr. Teoman Duralı... Geçtiğimiz hafta ebediyete uğurladığımız hocamız, felsefeyi maneviyatla buluşturmasıyla da dünyadaki sayılı isimlerden. Duralı'nın bugünün gençlerine, geleceğe; fikirleriyle, sözleriyle neler bıraktığını araştırdık... Duralı deryasına dalarak hayatın her alanı ile yaptığı çıkarımları derledik.

Teoman Duralı’dan bize kalan miras
Yayınlanma Tarihi: 12.12.2021 12:15:07 Güncelleme Tarihi: 12.12.2021 12:14

6 Aralık 2021... Bu tarihi iyice bir kayıtlara düşmek icap ediyor. Çünkü o gün sadece Türkiye'nin değil dünyanın sayılı felsefecilerinden birini kaybettik. Prof. Dr. Teoman Duralı o gün sonsuzluğa yelken açtı. Ardınca koskoca bir birikim bırakarak. Kitaplarını, serbest yazılarını, konuşmalarını anlamak için önümüzde daha çok uzun yıllar var... Bilenler zaten farkında ama günümüzün ve geleceğin gençleri onu yeniden ve yeniden keşfedecek. Yıllarca... Felsefede maneviyata en çok değer veren sayılı felsefecilerden biriydi Teoman Duralı. Türkçe onun öz vatanıydı. Dile müthiş bir değer veriyordu. Türkçenin felsefe dilini oluşturmuştu. Kitaplarında kullandığı dil ağırdı. Hatta kendi geliştirdiği kelimeleri de kullanıyordu ama o deryaya daldığınızda hayatın pek çok alanıyla ilgili sayısız bilgiye rastlıyordunuz. Biz de bu yazımızda büyük hocanın hayat öyküsünden çok, ardında bıraktığı kültür ve fikir mirasına bakmaya çalışacağız.

Kitaplarından, serbest yazılarından ve konuşmalarından yola çıkarak. "Ölüm, dünya bilgisinin kesinlikle sonlandığı ufuk çizgisidir. O kapıyı bize açan tek anahtar, imandır" diyordu Duralı bir yazısında... O kapıdan imanla girdi kendisi de. Ömrünü adadığı felsefede 'iman' onun anahtar kavramlarından biriydi.

Yine ahiretle ile ilgili ise şöyle düşünüyordu: "Beklentiler hep dünyevi konulara kilitlenmiştir. Zira bilgimiz, dünyevi olaylarla sınırlıdır. Ahirete ilişkin olanaysa ancak 'umut' besleriz." Umudunu her zaman diri tuttu o da... Çünkü onun anladığı felsefe umudun felsefesiydi bir anlamda da. Hikmetle, tasavvufun tarih ettiği hakikatle derin bağlantıları vardı onun felsefe anlayışının... Öyle ki, "Adaleti ancak vahiy dini yoluyla tanıyabiliriz. Onun tarifi ile tefsiri de, hikmetle irtibatını kesip kaybetmemiş bir felsefe sisteminin işidir" diyordu hoca.

Günümüzün gelişen teknolojisinin yararı kadar zararlarına da dikkat çekti. Teknolojinin bir yandan da dikkatlerimizi dağıttığını vurguluyordu: "İçmeye, esrar çekmeye hacet yok. Cep telefonları, bilgisayar oyunları, televizyon programları alışılagelmiş uyuşturucuları aratmaz hale gelmişlerdir. Süreklice dikkatler dağıtılıyor."

KADINA ŞİDDET TOPLUMU ÇÜRÜTÜR

Ama ne olursa olsun hayatın yoldaşının din olduğunda sabitti görüşü hocanın ve şöyle diyordu: "Hayatın yoldaşı dindir (İslam), felsefe-bilim değil." İslam'da aklın önemine vurgu yapıyordu sık sık: "Dinde, özellikle de İslam'da akıl, Hıristiyanlıktan çok daha fazla ön plandadır. Bu benim izahımdır, başka yerde görmedim. Akıl, Allah ile insan arasında bir ara duraktır. Allah'ın bildirdikleri doğrudan doğruya insana gelemez; yakar yoksa. Bu, tıpkı bir elektrik üretim merkezinin veya bir santralin cereyanını hanelere doğrudan doğruya vermesi gibi bir olaya benzer. Arada güç indirme merkezleri vardır. Akıl da bunu yapıyor; peygamberleri yoluyla kullarına, insanlığa Allah'tan gelen bildirileri bir bütün olarak sunuyor. Aklın bize ilettiği bu ilahî bildirilere 'vicdan' diyoruz."

Toplumda kadın ve erkeğin yeri konusunda önemli fikirleri vardı Duralı'nın. Bu dengeyi şu sözleriyle özetliyordu: "Bir toplumu mahva, çürümeğe sürükleyecek iki tavır vardır: Kadını hiçe saymak, kaba kuvvet uygulamak ve 'erkek' kesimini 'kadınlaştıracak' kadar kadını 'havalara çıkarmak'. Özellikle bizim gibi göçer, savaşçı toplumlarda kadın bir insandır, erkeğin yanındadır, onunla aynı seviyeyi paylaşır. İkisinin tabiattan ya da Allah'tan gelen farklı özellikleri vardır. Bu özelliklerini topluma sundukları 'hizmetle' gösterirler. Böyle doğal bir düzlem, tavır vardır. Bahse konu düzlemden 'saptığınız' ölçüde 'toplumun dengesini' bozarsınız."

Teoman Hoca'nın en büyük dertlerinden ve öngörülerinden biri de 'yeni medeniyet'i, başını Türklerin çektiği İslam aleminin kuracak olmasıydı. Bu düşüncesini şu sözlerle dile getiriyordu: "Küresel medeniyet, göz önünde cereyan eden kimi olayları bizzat örtmektedir. Biz, birtakım odak noktalarına bakmak üzere şartlandırıldık. Bu yüzden etrafımızda olup biten bir sürü olayı görememekteyiz. Hâlbuki yeni gelişmeleri, olup bitenleri fark ederek mutasavver (tasavvur edilen) yeni medeniyetin zeminini oluşturacak bir dünya görüşünü, İslam'ın temel düsturlarından hareketle bizlerin ortaya koyması zorunludur. Bizlerden kasıt, Türk'ün başını çektiği İslâm âlemidir."

TEOMAN HOCA'DAN HAYATA DAİR...

AHLAK

➡ "Nice sıklık ve süreklilikle düşünülürse, dimağı hep yeniden ve dahi artan hayranlık ve huşuyla kaplayan iki husus vardır: Üstümdeki yıldızlı gök kubbe ile içimdeki ahlak yasası."

KÜLTÜR

➡ "Kültürü harap olmuş bir toplumun, maddi direnci de kırılır. İşte, bir tarafta maneviyatı silinip maddi direnme gücü sıfırlanmış, dolayısıyla da sömürgeleştirilmiş bir dünya, öbür yandaysa, yeryüzünün tekmil nimetini devşiren bir anavatan: 'Emperyalizm'.

➡ "Bir kültürün değişme hızı, tabiattan kopuşuyla ölçülür. Kültür seviyesi arttıkça tabiattan uzaklaşıyorsun. Tabii ihtiyaçların karşılanmasından başka bu sefer suni ihtiyaçlar üretiliyor."

DİL

➡ "1950'lerde Osmanlıdan gelen dil ustalığı, dil zevki, üslup arayışı son demlerini yaşar. Çünkü yazı inkılabında zaten büyük bir yara alan dilimiz 1960 darbesiyle artık iyice yerle bir ediliyor. Dil elden gidiyor.

➡ 27 Mayıs sadece Demokrat Parti'nin alaşağı edildiği bir olay değil. 1920'den beri içine sokulduğumuz o inkar, reddimiras sürecinin son halkasıdır. 1920'lerde idam kararı veriliyor ve 1960 ihtilalinden sonra infaza geçiliyor topyekûn. En belirgin örnek de, dediğim gibi dildir. Dil toplumun manevi, kültür hazinesidir. Dili ortadan kaldırmak, toplumu öldürmek demektir."

➡ "Dili diri kılan, onu yaşayan ve yaşatan halk ile onunla iş gören onun emekçileridir. Dil emekçileri, dilci, edebiyatçı ile filozof-bilim adamıdır."

DİN

➡ "Çalışmak, hizmet etmek, kendini ve başkalarını yaşatmak, kulun Allah'a karşı ödevidir.

➡ Yemek, içmek, evlenip çoluk çocuğa karışmak, soyunu devam ettirmek, öğrenme iştiyakını karşılamak da onun ilahi hakkıdır. Haklar ile ödevlerin, ilahi menşeli oldukları bir kez kabul edildi mi, bunlardan vazgeçmek de artık imkansızlaşır. Dünyevi olan her şey gibi, ilahi olmayan hukuk da, gelip geçici olur, keyfidir, öznel çıkarlara, duygulanmalar ile mülâhazalara dayanır."

➡ "İslam, Türk'ün astarı haline gelmiştir.

➡ İslam'dan Türklüğü ayırdığınızda Türklük sönüyor."

AİLE

➡ "Bekarlık sultanlıktır, denegelmiştir.

➡ Neyin sultanlığı? Sorumsuzluğun. Varlık sebebinken evlilik iyi de, bencil ve sefih rahatın işe keyfin söz konusu olunca mı kötü oluyor? Dağa çekilmiş münzevi yaşayışın pek kıymeti harbiyesi yoktur. Mesele uzleti her bakımdan toplum ortamında yaşatmaktır."

"BU ÜLKEYE GÖREV BORCUM VAR"

➡ "İlkokuldan profesörlüğüme kadar bütün eğitimimi bu ülkede aldım. Birilerinin Oxford, Sorbonne mezunu olmakla övündüğü bir süreçte ben her şeyimle bu ülkenin imkanlarıyla ilerledim. Ben bu ülkenin sermayesiyim ve bu sermayenin karşılığı olarak da ülkeme bir görev borcum var. Güven ve görev borcu. Gençliğin verdiği zıpçıktılıkla Kanada'da üniversiteden gelen bir davet üzerine oraya gidecektim. Babam bana dedi ki, 'Sen bu ülkenin imkanları ile bu noktaya geldin, ülkene olan borcunu ödedin mi ki gidip başka bir ülkenin sermayesi olup oraya hizmet edeceksin? Önce bir utanmayı öğren ve utan bakalım, ondan sonra ne yapacaksın karar ver'. Ben utanmaya o gün başladım. O günden sonra da utanmam hep artarak devam etti"

SABAH

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN