Peygamberimizden miras kalmış düzen mekanizması: Hisbe Teşkilatı
Günümüzde terbiye sosyolojisi ve sosyal psikoloji gibi bilim dallarında, çeşitli araçlarla kendisini gösteren bir sosyal kontrol ve baskıdan söz ediliyor, bunun olumlu sonuçlara yönetilmesinin çareleri araştırılıyor. "Hisbe Teşkilatı", İslâm toplumlarında sosyal terbiye ve kontrol görevini şuurlu ve aktif bir biçimde gerçekleştirmeyi hedefledi. İslâm'ın yetiştirmek istediği örnek nesil ve hedeflediği toplum düzeyine ulaşmak için "emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i 'ani'l-münker, ihtisâb, hisbe" kavramlarıyla esaslar formüle etti. Bu formüller daha Hz. Ömer zamanında kurumlaşmış ve bu kurum bütün İslâm devletlerinde zaman ve mekâna göre farklılık göstermişti. "Hisbe Teşkilatı" bir müessese olarak düşünüldüğünde İslâm'ın ilk dönemlerine/ilk İslam devletlerine kadar geri götürülmesi gerekir.
Cemiyetin kontrolü, birey üzerinde gereken hâkimiyeti sağlayabilmesi, ona kendi varlığını hissettirmesidir. Birey, toplumun varlığını hangi oranda kendi üzerinde hissederse; yani kontrol altında olduğunu anlarsa davranışlarında o oranda çeki-düzen vardır; yani ferdin davranışları bu takdirde gelişi-güzel değil, disiplinli ve emirlere yönelmiş özelliktedir.
Sosyolog Edward Alsworth Ross'a göre cemiyette içtimai kontrolü temin eden vasıtalar ve müesseseler vardır. Bunlar halkoyu, kanunlar, inançlar, cemiyet emirleri, terbiye, gelenekler, din, seremoniler, sanat, içtimai değerler ve ahlâktır.
İslâm insanın, sırtında bir günah taşıyarak dünyaya geldiğine dair bir anlayışı reddeder. İslâm'a göre insanın ilk yaratılış durumu eksiklik ve kusurlardan uzak, temiz ve günahsız, gelişme ve olgunlaşmaya hazır ve elverişli, insan olmanın ve insanca yaşamanın gerektirdiği bütün imkân ve özelliklerini bünyesinde taşıyan bir potansiyel tamlığa sahiptir. Bütün insanlar aynı, ortak ve kusursuz bir fıtrat ile dünyaya gelirler. İnsan fıtratında Allah'ın varlığını ve birliğini tanımaya doğru tabiî bir eğilim vardır. Kur'ân-ı Kerim'de bu husus şöyle dile getirilir: "Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki, O, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez." (Rûm Suresi / 30)
İyiliği emredip kötülükten sakındırma manasına gelen emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i 'ani'l-münker, her Müslümanın yerine getirmesi gerekli olan bir sorumlulukları olarak tanımlanır. İslâm düşünürleri arasında oldukça önemsenen bir konu olduğu için emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i 'ani'l-münker kavramına sıkça değinilir. İslâm kültüründe emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i 'ani'l-münker, toplumda iyiliğin hâkim kılınması ve yaygınlaştırılması, kötülüğün önlenmesi ve böylece erdemli bir toplum oluşturulması ve yaşatılması için gösterilen faaliyetlerin hepsini ifade eden bir terim.
İhtisab, sevabını umarak bir işi yapmak, akıllı ve basiretli bir şekilde yönetmek, çirkin bir işi yapanı kınamak, hesaba çekmek anlamına gelir. Bu kelimeden türemiş "hisbe" kelimesi, terim olarak "emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i 'ani'l-münker prensibi uyarınca gerçekleştirilen genel ahlakı ve kamu düzenini koruma faaliyetlerini ve özellikle bununla görevli müesseseyi ifade eder. Bu işle görevli kimseye "muhtesib", "vâli'l-hisbe" "veliyyü'l-hisbe", "mütevelli'l-hisbe", "nâziru'l-hisbe" denir.
Osmanlılarda ihtisâb diye bilinen bu müesseseye "hıtatu's-sûk", bazen kısaltmasıyla "es-sûk", "hıtatû'l- ihtisâb" ve "hisbetu's-sûk" adları verilmişti. Bunlardan başka "velâyetu's-sûk", "en-nazaru fi'l-hisbeh" ve "velayetu'l-hisbeh" tabirleri de kullanılmıştı Hisbe vazifesini ifa eden şahsa "el-muhtesib, nâzırun fi'l-hisbeh, vâli'l-hisbeh" ve "ihtisab ağası" adları verilmişti.
Mevdudi, İslami Kavramlar kitabında konuyu şu şekilde ele alır: "Bir şeyin herhangi bir şeyle sıfatlanmasındaki durumu iki şekilde açığa çıkar. Birincisi o şeyin kazandığı sıfatta en yüksek noktasına ulaşmasıdır. İkincisi ise bu sıfatın o şeyde tam olarak yerleşmesi ve o şeyi başkasına tesir edecek ve kendi özelliğiyle özelleştirecek duruma getirmesidir. Örneğin kar kendi yapısında soğuklukla sıfatlanmıştır. Bu onun ilk ve asıl özelliğidir. Bununla beraber o başkasını da soğutur. Bu ise onun ikinci özelliğidir. Ateş, sıcaklıkla sıfatlanmıştır. Kendi zatında çok sıcaktır. Bu onun ilk ve asıl özelliğidir. Bununla beraber o başkasını da ısıtır, yakar. Bu da onun ikinci özelliğidir. Böylece, salih bir kimsenin salihliğinde ilk özelliği kendi zatında salih olmasıdır.
İkinci özelliği ise bu salihliğin tesiriyle başkalarını ıslah edici olmasıdır. Yine bunun gibi mümin imanında rasih, Hakk'a itaatinde kâmil olduğunda, iman sıfatıyla sıfatlanması nedeniyle birinci özelliğini kazanmış olur. Fakat bu sıfat onda kuvvetleşir, başkalarını Hakk'a davet etmeye başlayacak derecede etkinleşirse iman sahibi olur. İnsanları Hakk'a teslim olmaya davet eder, o kendisine verilen kalem ve lisan gücünü bu hizmette kullanmak, temiz ahlakı ve güzel gidişatı ile bunların hizmetinde bulunan insanları fiili olarak Allah'a teslim olmaya çağırıp, bunun için çalıştığında da ikinci özellik açığa çıkar. Böylece imanın en kemal derecesini elde etmiş olur."