Arama

Zweig'in kaleminden 'İstanbul’un fethinde gemiler karadan nasıl yürütüldü?'

Dünya tarihi, akışı değiştiren birçok hadiseye tanık olmuştur. Onlardan biri de hiç şüphesiz çağ açıp kapatan, Doğu Roma’nın sonunu getiren ve Hz. Muhammed’in hadisini yerine getirme şerefine nail olan Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethidir. Takvimler 29 Mayıs 1453’ü gösterdiğinde İstanbul, dünyada eşi benzeri görülmeyen bir kuşatmaya tanık olmuş; Fatih’in muzaffer olmasını sağlayacak sıra dışı bir olay yaşanmıştır: Gemiler karadan yürütülmüştür! Türkiye’de en çok okunan yazar Stefan Zweig, “İnsanlığın yıldızının parladığı anlar” adlı kitabında, Fatih’in İstanbul’u nasıl fethettiğine yer veriyor.

Zweig’in kaleminden ’İstanbul’un fethinde gemiler karadan nasıl yürütüldü?’
Yayınlanma Tarihi: 22.2.2019 09:48:00 Güncelleme Tarihi: 22.02.2019 10:50

"İnsanoğlunun deneyimleri de, gemilerin yalnızca denizde hareket edebildiklerini bir donanmanın karadan yürümesinin olanaksız olduğunu göstermiş bulunuyor. Ancak olmazı olur yapmanın Mehmet gibi hırslı ve üstün zekâlı devlet adamlarının elinde olduğunu, tarih bize göstermiştir."

Geçtiğimiz yıl yayınlanan bir istatistiğe göre, Türkiye'de en çok Stefan Zweig okunuyor. Zweig, "İnsanlığın yıldızının parladığı anlar- On iki tarihsel minyatür" adlı kitabında, Fatih'in İstanbul'u nasıl fethettiğine yer veriyor.

Zweig, savaşın öncesini, yapılan hazırlıkları ve savaş sırasında gerçekleşen olayları kendi bakış açısıyla yorumlayarak okuyucuya sunuyor. Fatih Sultan Mehmet'i "hırslı ve üstün zekâlı devlet adamı" olarak nitelendiren Zweig'in İstanbul'un işgalini konu alan yazısından bir kesiti sizlerle buluşturuyoruz:

KARADA YÜRÜYEN DONANMA*

Kuşatma altındaki Bizanslıların bu büyük sevinci, gece boyunca sürdü. Gece, insan düşüncesini nasıl süsler ve umutları, tatlı düş zehriyle doldurursa, kuşatılmışlar da, bütün gece boyunca aynı duygu hali içinde oldular, kurtulduklarını, artık güvencede olduklarını sandılar. Bu dört gemideki asker ve yardım malzemesi kente nasıl başarıyla ulaştıysa, yine aynı şekilde yenilerinin geleceği düşüne kapılıyorlar. Avrupa, dostlarını unutmamıştı. Bu peşin hükümleriyle kuşatmanın artık kalktığına, düşmanın cesaretinin kırıldığına, hatta kesinlikle yenilgiye uğratıldığına inanıyorlardı.

Ama unuttukları bu şey vardı. Mehmet de bir hülya adamıdır, hem de düşlerini gerçekleştirmede eşine az rastlanan bir hülya adamıdır. Bu dört kalyon, Haliç Limanı'nda, kendilerini güven içinde sandıkları bir sırada o, hayal zenginliği bakımından akıllara durgunluk veren bir plan üzerinde çalışıyordu, savaş tarihinde örneğini yalnızca Anibal ve Napoléon'un kişiliğinde görebildiğimiz atak bir plan. Bizans, Sultan'ın önünde duran som altından bir meyveydi ve o, bunu ele geçiremiyordu. Bunun için en büyük engel, tıpkı ortasından ikiye bölünmüş bir dilbalığı gibi kenti ikiye ayıran ve İstanbul'un öteki yakasının güvenliğini sağlayan ve bir körbağırsağı anımsatan Haliç Körfezi'dir. Bu körfezi ele geçirmek pratikte olası değildir. Çünkü hemen giriş kesiminde bir Ceneviz kenti olan Galata vardır ve Mehmet, bu kentin tarafsızlığına saygılı olacağına söz vermiştir. Buradan, düşmanın elindeki kent kıyılarına kadar uzanan büyük bir demir zincir gerilmiş bulunuyor. Bu yüzden, donanmasının cepheden saldırarak Haliç'e girmesi olası değildir. Hıristiyan donanması, ancak Ceneviz topraklarının bittiği iç körfezde ele geçirilebilirdi. Fakat bu iç körfeze girecek donanmayı Mehmet, nereden bulacaktı? Yeni bir donanma yaptırabilirdi, ancak bu aylarca sürerdi ve bu sabırsız insan daha fazla beklemek istemiyordu.

İşte bu nedenle Mehmet, savaş tarihinde benzerine rastlayamadığımız bir plan yaparak, dış denizde eli kolu bağlı, öylece bekleyen donanmasını karadan yürütüp iç denize, Haliç Limanı'na taşımaya karar veriyor. Yüzlerce gemiyi dağlık bir araziden geçirmeyi amaç edinen, insanın aklına durgunluk veren bu çılgınca düşünce, daha başlangıçta saçma ve uygulanamaz görünüyor, öyle ki gerek Bizanslılar ve gerek Galata yakasına yerleşmiş olan Cenevizliler -tıpkı bir zamanlar Romalıların, daha sonraları da Avusturyalıların, Anibal'in ve Napoléon'un Alpler'i hızla geçebileceklerini düşünmedikleri gibi- savunma planlarında stratejik bir değişiklik yapma gereğini duymuyorlar. İnsanoğlunun deneyimleri de, gemilerin yalnızca denizde hareket edebildiklerini bir donanmanın karadan yürümesinin olanaksız olduğunu göstermiş bulunuyor. Ancak olmazı olur yapmanın Mehmet gibi hırslı ve üstün zekâlı devlet adamlarının elinde olduğunu, tarih bize göstermiştir. Savaş sırasında savaş kurallarıyla alay eden, sırası geldiğinde bilinen savaş yöntemlerinin yerine kendi buluşlarını uygulayan askerî dehalar, her zaman görülmüştür. Tarih kitaplarında örneğine az rastlayabildiğimiz müthiş bir hareket başlıyor şimdi.

Mehmet büyük bir gizlilik içinde, çok sayıda yuvarlak odunlar getirtiyor ve marangozlarına, denizden çıkarılacak gemilerini Haliç'e kaydırmak için, tıpkı hareket eden bir kara tersanesini anımsatan kızaklar yaptırtıyor. Bu arada binlerce işçi, Beyoğlu tepesine tırmandıktan sonra tekrar aşağıya inen daracık patika yolu kullanılabilir duruma getirmek için, canla başla düzeltme çalışmaları yapmaktadırlar. Binlerce işçinin oluşturduğu bu insan selini düşmandan gizlemek için Sultan gece gündüz demeden tarafsız kent konumundaki Galata üzerinden aşağıya doğru top atışları yaptırtıyor, bu hareketin amacı ilgiyi başka yöne çekmek ve böylece gemilerinin dağları ve vadileri aşıp bir denizden ötekine taşınmasını düşmandan saklamaktı. Saldırının sadece karadan yapılacağını varsayan düşman böylece oyalanırken, iyice yağlanmış binlerce tahta tekerlek harekete geçecek ve sayısız mandaların çektiği ve denizcilerin arkadan ittiği bu dev kızaklar üzerine yerleştirilmiş gemiler, birbiri arkasından dağları aşıp Haliç'e inecektir. Gecenin karanlığı düşmanın görme olasılığını ortadan kaldırır kaldırmaz, bu mucize yürüyüş başlıyor. Büyük ve yüce olan her şeyde olduğu gibi, sessizce, zekice olan her işte olduğu gibi iyice düşünüldükten sonra gerçekleşiyor mucizeler mucizesi: Bütün bir donanma dağları aşıp Haliç'e iniyor!

Bütün büyük askerî hareketlerde düşmana indirilen kesin darbe, her zaman sürpriz baskınlar yoluyla elde edilmiştir. Sultan Mehmet'in üstün dehası ve askerî yeteneği bir kere daha tarihteki yerini alıyor. Hiç kimse onun planının farkında olmamıştır. Bu dâhi Sultan, bir keresinde kendi kendine şöyle demiş: "Eğer sakalımın bir teli bile aklımdan geçenleri öğrenmiş olsaydı, onu hemen yolardım." İşte topları kent surlarını gümbür gümbür dövüp parçalara ayırırken, böylesine tedbirli bir insanın buyruğu, büyük bir titizlikle yerine getiriliyor şimdi. 22 Nisan gecesinde, bu bir tek gecede, tam yetmiş parça savaş gemisi, dağlar ve vadiler aşırılıp bağlar, tarlalar ve ormanlar arasından geçirilerek, bir denizden öteki denize taşınıyor. Ertesi sabah uykularından uyanan Bizanslılar, düş gördüklerini sanıyorlar: Tam teçhizatlı, içi asker dolu ve bayraklarla donatılmış bir düşman donanması, sanki sihirli bir el tarafından getirilip konulmuş gibi, girilmez sandıkları körfezlerinin ta içlerine kadar girmiş bulunuyor! Bizanslılar hâlâ gözlerini ovuşturuyorlar ve bu mucizenin nasıl gerçekleştiğini bir türlü anlayamıyorlar. Fakat o âna kadar Haliç Limanı'nın koruduğu yan surların altında şimdi borazanlar, çembalolar ve davullar tüm görkemiyle çalmakta ve Hıristiyan donanmasının sıkışıp kaldığı Galata'daki o daracık alan dışında, bütün Haliç, bu eşsiz plan sayesinde, Sultan ve ordusunun buyruğuna geçmiş bulunmaktadır. Artık Sultan, birliklerini, kuracağı tombaz köprüden hiçbir engellemeyle karşılaşmadan geçirip surların en zayıf yerlerine sürebilecektir. Böylece kentin en zayıf kanadına yüklenilmiş olacak ve sayıca zaten yeterli olmayan Bizans askerlerinin daha geniş bir alana dağılması sağlanarak savunma güçleri zayıflatılmış olacaktır. Mehmet'in pençesi düşmanının boğazını gittikçe daha çok sıkmaktadır!

Stefan Zweig, İnsanlığın yıldızının parladığı anlar - On iki tarihsel minyatür - Almanca aslından çeviren: Kasım Eğit, Can Yayınları.

Kitabı satın almak ve incelemek için tıklayın.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN