Arama

Zekeriya Erdim
Mart 17, 2018
Dil yarası, yüz karası

Eskiden beri, dünyanın tüm ülkeleri ve toplumları için, dil; örfün ve âdetin, dinin ve diyanetin, ilmin ve irfanın, kültürün ve sanatın, tarihin ve medeniyetin, "taşıyıcı unsur"larından biri, hatta en önemlisidir. Kişisel, kurumsal, toplumsal bazlı benliğimizin, kimliğimizin, kişiliğimizin ana altyapısını oluşturan kalıcı temel değerler; geçmişten geleceğe, nesilden nesile, ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, yazılı ya da sözlü dil ile intikal ettirilir.

Geçmişte, kültür ve medeniyet savaşlarında yenik düştüğümüz yıllarda; diğer maddi ve manevi varlıklarımızla birlikte, dilimiz de tahrip edildi. Alfabemiz değiştirildi, kelimelerimiz ve kavramlarımız "suikast timleri" tarafından katledildi, sözümüzün ve söyleyişimizin genetiği ile oynandı; böylece, milletimiz bir "toplumsal hafıza kaybı" sendromuna sürüklenerek, kendi kadim geleneğiyle irtibatı kesildi.

Şimdilerde, düştüğümüz yerden geri kalkarak yeniden yürümeye çalıştığımız şu günlerde; diğer alanlarda ve konularda olduğu gibi, dil konusunda da yeni bir hassasiyet içine girmiş bulunuyoruz. Dil yarasının yüz karasına dönüştüğünü yahut dönüştürüldüğünü görerek; kaybettiğimiz değerleri geri kazanmanın yollarını arıyoruz.

BİZ KİMİN TORUNLARIYIZ?

Bu anlayışın ve arayışın ilk adımı olarak; cevabını vermemiz gereken bir temel soru var: Şu Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar, acaba bizim neyimiz oluyorlar?

Asırlardır canımıza can, kanımıza kan katan dedelerimiz; hangi dinin "hadim"i, hangi coğrafyanın "hâkim"i olmuşlar? Bizim için, dünyamız için üretip miras bıraktıkları değerler nelerdir; onlardan hangileri, nerelerde kalmışlar?

Kaşgarlı Mahmud, uzun araştırma ve incelemelerin sonunda, Türk Dili'nin en eski sözlüğü olan "Divan-ı Lügati't Türk"ü yazmış; okuyup anlayabiliyor muyuz? Yusuf Has Hacib, 6645 beyitten oluşan ve mesud olmanın yollarını anlatan "Kutadgu Bilig"i bırakmış; mesajını, muhtevasını kavrayabiliyor muyuz?

Baki'nin, Fuzûli'nin şiirleri; Itri'nin, Dede Efendi'nin besteleri bize tanıdık geliyor mu? Süleyman Çelebi'nin Meblid'i; Mehmet Akif Ersoy'un Safahat'ı, Necip Fazı Kısakürek'in Çile'si, Arif Nihat Asya'nın Naat'ı kulağımıza giriyor mu?

Evliya Çelebi'nin "Seyahatnâme"sini okusak, anlar mıyız? Cevdet Paşa, tarihin sayfalarından çıkıp bize gelse; "Kısas-ı Enbiya"dan kıssalar anlatsa, dinler miyiz?

Namık Kemal'in "Vatan Yahut Silistre"si, Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa"sı; bize anlamlı gelir mi? Şanlı ecdadımızın şanslı torunları; Peyami Safa'nın "Yalnızız"da, Kemal Tahir'in "Devlet Ana"da kullandığı dili ve kültürü bilebilir mi?

Hatta, Ziya Gökalp'in yazdığı "Türkçülüğün Esasları"nı okusalar; akıllarında ne kalır? Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir, Adnan Menderes ile Süleyman Demirel, Turgut Özal ile Necmettin Erbakan hayatta olup onlara hitap etseler; bu yeni "sosyal medya nesli" tarafından, ne kadar anlaşılır?

Biz, tarihin yakın geçmişinde, sığındığımız son kara parçası olan Anadolu Yarımadası'nda; soysuz sopsuz olarak, kütük kovuğundan mı çıktık? Kurduğumuz devletlerin, inşa ettiğimiz medeniyetlerin mirasını çöpe mi attık?

Nereden geldiğimizi bilemezsek; nereye gideceğimizi bulamayız. Geçmişin derinliklerine kök salıp gıda almadan; geleceğin ufuklarına uzanan bir çınar olamayız.

Bu millet; asırlardır, büyük bir ümmetin başı, beyni olmuştur. Bilinç üstü ve bilinçaltı kayıtları; yazılı ve sözlü dilde yerini almıştır.

DİLİMİZ KALEMİZDİR

Bir zamanlar, "Çanakkale geçilmez" demiş; yedi düvelden devşirilen düşman ordularını, cephede durdurmuşuz. Fakat, dil ve kültür işgali karşısında aynı direnci göstermemiş; adım adım, kolayca teslim olmuşuz.

Oysa, dilimiz de korunması gereken kalemizdir. Terkedilen her kelime, şehit düşmüş asker; taklit edilen her kavram, içimize sızmış ajan gibidir.

İçeride ve dışarıda, "Bayrak inmez, vatan bölünmez" diyen irade; kültürünün ve medeniyetinin dilini de aynı hassasiyetle koruyup gözetmelidir. Vatanımızın ve milletimizin, dinimizin ve devletimizin görsel sembolü olan bayrak gibi; sözel sembolü olan kelimeler ve kavramlar da aynı şekilde değerlidir.

Son yıllarda, devletin zirvesi tarafından bu konuya dikkat çekilip; ilgililere pas atılıyor. Değişik vesilelerle yapılan dil ve kültür bağlantılı konuşmalarda; nereden nereye geldiğimiz, bugün ne halde olduğumuz, açıkça anlatılıyor.

Aslında, alıcı gözüyle bakınca; herkesin kolayca fark edebileceği, vahim bir durum var. Kadrolarımızın ve kurumlarımızın içine girip devleti yıkmaya, milleti yok etmeye kalkışan ajan provokatörler gibi; dilimize sokulmuş yabancı kelime ve kavramlar da, kültür ve medeniyet binamızın altını oyuyorlar.

Artık bu gidişe dur demeliyiz. Kamu, özel sektör, sivil toplum kurum ve kuruluşları aracılığı ile "genel seferberlik" ilan edip; hayatımızın bütün alanlarında ve konularında, başka diyarların ve dünyaların temsilcisi olan kelime ve kavramları, yazılı ve sözlü dilimizden temizlemeliyiz.

Ayrıca, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek "kayıt dışı" bıraktığımız tarihi ve kültürel değerlerimizi okuyup anlayabilmemiz için; bugün "Eski Türkçe" diye tanımladığımız dilimizi, yeniden hatırlamamız gerekiyor. Avrupa'dan, Amerika'dan, Asya'dan, Antarktika'dan gelen araştırmacıların ilgisini çeken nadide eserlerimiz; kendi evlatlarının da teveccühünü bekliyor.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN