Arama

Mustafa Özcan
Aralık 6, 2017
İsrail’in Osmanlı takıntısı

İsrail milletlerin lideri olmak istiyor ama bunu başaramıyor. Başaramayınca; saldırganlığı nedeniyle bu yönde varlık gösteremeyince, ispat-ı zat edemeyince, kredisi yetmeyince, yetersiz kalınca da; ona buna sataşıyor. Siyasi bodurluğunun ceremesini başkalarına yıkıyor. Bu boşluğu dolduracak potansiyel lider ülkelere veya eksen ülkelere kafayı takıyor. Bu ülkelerin başında da Türkiye geliyor. Türkiye mankurtlaştıkça ve reddi mirasta bulundukça İsrail'in bir derdi yok, yelkenleri rüzgarla doluyor. Özlerine ve köklerine döndükçe de İsrail tarafından tehdit olarak algılanıyor. Son sıralarda liderleri negatif anlamda sıkça Osmanlı'ya atıfta bulunmaya başladı. Temmuz ayı (2017) sınırları içinde İsrail Mescid-i Aksa'ya elektronik pranga vurmak istemiş bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan bir çıkış yaparak; konuyla ilgili uyarılarda bulunmuştu. Ağır gelen uyarılar üzerine, İsrail Osmanlı üzerinden Türkiye'ye gönderme yapmaya, sataşmaya, ders vermeye kalkışmıştı. 'Sırça köşkte oturan başkasının çamına taş atmasın' diyen Dışişleri Bakanlığının o vakitteki Sözcüsü Emmanuel Nahshon, Osmanlı İmparatorluğu günlerinin geride kaldığını söyleme ihtiyacı hissetmiştir ( The days of the Ottoman Empire have passed).

Bu ifadesiyle birlikte Müslümanların ortak devleti olan Osmanlı'ya olan husumet hatta kinini ortaya dökmüş bulunmaktadır.

Mesele bugünlerde yine güncellendi. Trump'ın İsrail lehine bazı planları vardı. 6 İslam ülkesinin vatandaşlarına giriş yasağı getirmek istemişti nihayetinde Yüksek Mahkeme bu Karakuşi kararı onayladı. İkinci olarak, 6 ayda bir tecil edilen, ertelenen Amerikan Elçiliğini Kudüs'e taşıma kararı İslam dünyasına rağmen ciddiyete bindi. Çarşamba günü (bugün) konuyla ilgili kararını vereceğini duyurmuştu. Bununla birlikte gelen tepkiler üzerine geri adım attığı yolunda işaretler var. Ama çılgın adamdan her şey beklenir. Ezher Şeyhi Ahmet Tayyip'in ifadesiyle ateşle oynuyor. Trump geri adım atacaksa maalesef bu İslam ülkelerinin tepkileri sonucu olmayacak. İslam ülkelerinin tepkilerinden yılmaktan ziyade Yahudi çevrelerin ve diplomatların kararı zamansız ve yersiz bulmalarından ürküyor. Bu da menhus tavanla değil masum tabanla alakalı bir değerlendirme. Trump kısaca İslami konularda bile Müslümanları değil Yahudi çevreleri dikkate alıyor. Acı ama gerçek. Bazı İslam ülkelerine giriş yasağı konulduğunda 900 kadar Amerikalı diplomat bu çılgın karara tepki göstermişti. Amerikan Elçiliğinin Kudüs'e taşınması noktasında da Haaretz gazetesinin haberine göre en azından 25 kadar İsrailli diplomat bu karara çekince koydu ya da henüz ortamın olgunlaşmadığını dile getirdi.

*

Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump'ın kararı üzerine Temmuz ayında yaptığı açıklamaya benzer bir açıklama daha yaptı. Amerikan Elçiliğinin Kudüs'e taşınması planının ciddiyete binmesi üzerine eski uyarısını tekrarladı. ABD Başkanı Trump'a yaptığı Kudüs çağrısında, "Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir. Eğer böyle bir adım atılacak olursa; hemen, beş on gün içerisinde İslam İşbirliği Teşkilatı Liderler Zirvesi'ni İstanbul'da toplayacağız. Kaldı ki bu, bizim diplomatik ilişkilerimizi İsrail ile koparmaya kadar gidebilir" demiştir. Trump Hıristiyan Siyonistlerden birisi ve ilk icraatlarından birisi olarak da fanatik Yahudi David Friedman'ı ABD'nin İsrail elçisi olarak atamıştır. Tüy dikmeye devam ediyor. Denildiği gibi bir deli bir kuyuya taş attı 40 akıllı çıkaramıyor. İçeride ve dışarıda Trump'ı frenlemeye matuf gayretler pek bir netice vermiyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamalarından sonra İsrailli bakanlar art arda küstah açıklamalarda bulundular. İsrail Dışişleri Bakanı Emanuel Nahson, paylaştığı yazılı açıklamada, "Erdoğan tanısın ya da tanımasın, Kudüs Yahudilerin 3 bin yıllık, İsrail'in de 70 yıllık başkentidir" diye içini dökmüştür. İsrail Milli Eğitim Bakanı Naftali Benett de aynı minvalde konuşmuştur, "Maalesef Erdoğan son yıllarda İsrail'e saldırmak için hiçbir fırsatı kaçırmadı. İsrail, Kudüs'ün İsrail devletinin başkenti olarak tanınması da dahil tüm amaçlarına devam etmeli. Her zaman eleştirecek birileri olur ama neticede birleşik bir Kudüs'e sahip olmak Erdoğan'ın sevgisine sahip olmaktan daha iyidir."

İsrail İstihbarat Bakanı Yisrael Katz da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a bakan arkadaşları gibi haddini aşarak, küstah ifadelerle karşılık verdi. Katz, ''Osmanlı İmparatorluğu geride kalmıştır'' dediği açıklamasında şu küstah ifadeleri kullanmıştır :''Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın talimat ve tehditlerini kabul etmiyoruz. İsrail egemen bir devlettir ve Kudüs başkentidir. Sultanlık ve Osmanlı İmparatorluğu'nun günleri bitmiştir.''

Anlayacağınız Osmanlı takıntısı fena halde devam ediyor.

Daha önceki elektronik kelepçe meselesinde olduğu gibi 'ılımlı/ılımsız Arap ülkeleri' Trump'a karşı kırılgan vaziyette bulunuyorlar. Yumuşak tükürükleri geri onlara dönüyor! Bu açıdan da Türkiye doğruyu söyleyen ülke olarak temayüz ettiği kadar şimşekleri de üzerine çekmektedir. New York Times gazetesine göre, Muhammed Bin Selman, Mahmut Abbas'ı Kudüs yerine Filistin devletinin başkenti olarak Ebu Dis'i düşünmeye davet etmiş aksi halde kendisini dönüştüremezse iki aya kadar istifaya hazır olmasını istemiştir! Anlaşılan yeni Suud yetmeleri herkese nizamat ve ayar çekiyorlar. Bununla birlikte Mahmut Abbas'ın Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne gazetenin bu iddiasını yalanlamıştır.

Trump Elçiliği taşıma kararını Mahmut Abbas, Ürdün Kralı Abdullah, Suudi Arabistan ve Mısır liderleriyle paylaşmıştır. Sadece Abbas bunun barış görüşmelerini sekteye uğratacağını söylemeyi akıl edebilmiştir. Öbürleri ölü toprağı gibi ses vermiyorlar! Tepki gelse bile ne Trump ne de Netanyahu aldırış ediyor! Genel anlamda tepki verseler de bu tepkiler Türkiye örneğindeki gibi üst düzeyde olmuyor. Yasak savma kabilinden cılız kalıyor. Hatta İsrail'in radikal gazetelerinden Jerusalem Post gazetesi Amerikan Elçiliğini Kudüs'e taşıma kararının Trump ile Muhammed Bin Selman'ın birlikte koordineli bir biçimde almış olabileceklerini yazdı. Bu durumda Türkiye onlara göre pişmiş aşa su katıyor, tek 'mızıkçılık' yapan ülke oluyor.

Adnan Oktar'ın samimi ahbaplarından ve Mescid-i Aksa'yı yıkarak yerine Süleyman Tapınağı'nı kurma fikri ve eylemi taraftarı 'Kızıl Sakallı Haham' Yehuda Glick de Arap liderlerinin bu karar çerçevesinde kendilerini kontrol etmelerini överken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tutumunu yermektedir! Glick, Trump'ın bu kararıyla birlikte Mescid-i Aksa'nın bulunduğu havzanın mekani olarak paylaşıma açılmasının vaktinin geldiğine kail olmuştur. Bu aynı zamanda geçmişte İsmail Cem'in Arafat'a sunmuş olduğu teze de uygunluk arz etmektedir. Menhus zaman olumsuz, çiğ teklifleri de olgunlaştırabiliyor.

İsrail Kültür Bakanı Miri Regev, Arap liderleriyle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tepkileri arasında temel bir ayrıma varıyor. Mavi Marmara baskını nedeniyle özür dilemekten dolayı pişman olduklarını da saklamayan Regev, ardından ' aşırı İslamcı' bir liderle karşı karşıya olduklarını ileri sürüyor. Bu tasnife göre Trump'a ses çıkarmayan Arap liderleri ılımlı kanada veya kampa mensup oluyorlar. Erdoğan ise tek başına karşı kampa ait oluyor! Ama İsrailli yazar Yariv Oppenheimer kitabın tam ortasından konuşuyor ve Trump'ın İsrail sağının tezlerini benimsediğini ve benimsemekle kalmadığını aynı zaman uygulamaya koyduğunu söylüyor. (https://twitter.com/salehelnaami/status/938096433269563392).

Bu bizi son günlerin sıcak tartışmasına da götürüyor. ABD ile Türkiye arasındaki soğukluğun neden kaynaklandığına dair tartışmaya. Soner Yalçın AK Parti'nin ılımlı İslam ekseninden veya projesinden 'sapma gösterdiği', koptuğu için Batı ile gerilim yaşandığını yazdı. Bunu te'yiden Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında ( 5 Aralık 22 00) konuşan eski diplomat Faruk Lağoğlu da benzeri bir teşhiste bulundu; Amerikalılara göre radikal eksene kaydığımızı dile getirdi. Gerçekte radikal İsrail sağının fikirlerini taşıyan ve Likudnik tabir edilen kamp veya kanadın İslam ülkeleri içindeki yansıması 'ılımlı İslam kampı' şeklinde kabul görmekte ve anılmaktadır. Ilımlı İslami kamp aslında küresel bazda 'Likudnik kamp'tır. Bu zeminde mugalata yapılmaktadır.

Faruk Lağoğlu program sırasında malum soruya; ilişkiler niye gerildi veya bozuldu sorusuna cevaben şunları söyledi: "ABD Türkiye ile dostluğundan beklentisi krizlerde kendisine yardımcı olmasıdır. Ama kendisine göre bunu göremiyor!"

İşte meselenin bam teli burası. Bu bir ortaklık değil. Aksine ortaklık adı altında dayatma ve vesayet meselesidir. Ya da tek taraflı ortaklıktır. Türkiye tarafı ırgat olmaktadır. Tam da bir zamanlar Ecevit'in AET için söylediği formülde olduğu gibi: Onlar ortak, biz Pazar! ABD'nin ortaklık raconunda Türkiye edilgen ve ötesinde uydudur. ABD'nin talimatlarından zinhar dışarı çıkamaz. Özgüveni olmayan hödüklerde aynı mavalı tekrarlıyorlar. Halbuki, ABD krizlerde Türkiye'den yardım istemiyor aksine arka ve ön bahçesinde sürekli olarak kriz üretiyor. Terör örgütlerine destek vererek ve ülkelerin içişlerine karışarak bölgenin istikrarını bozuyor. Bunu 1945'ten itibaren, yoğun olarak da 1991 yılından beri yapıyor. Bu karmaşadan da C. Rice'ın dediği gibi yaratıcı kaos yoluyla kendisine güç devşiriyor. Kimyasal silah kullananı es geçiyor, kullanmayanı deviriyor. Taliban uyuşturucuyu imha ettiği halde üretiyor iddiasıyla üzerine çullanıyor. Bu hususta Ecevit'e başka Taliban'a daha başka davranıyor! Yaparsan da yapmazsan da; ikisi de suç! Amerikan kriteri işte budur! İngiltere'nin Çin'i afyon almaya zorlaması gibi. Veya vaktiyle İran'a tönbeki dayatması gibi. Esat'ı ayakta bırakıyor Saddam'ı deviriyor. Hem Suriye hem de Irak'ta PKK ve bileşenleri kolluyor. Bölgede kriz üretmekle kalmıyor aynı zamanda terör odakları üzerinden bu krizleri Türkiye'nin içine kadar salıyor. Menderes, zaman zaman Demirel ve AK Parti dönemlerinde bozulan ilişkilerin temel nedeni bölgeye yerli yersiz müdahaleleridir. Müdahalelerin arkasında ise şu nedenler saklıdır: İsrail'in güvenliği, petrollerin millileştirilmesine tepki ve bölge içinde kaynaşma, birleşme eğilimlerine geçit vermemek. Demektir ki bu ortaklığın doğası bozuk. Bugüne kadar üçüncü ülkelere veya SSCB tehdidine karşı birlikteliği sineye çektik, bir yol arkadaşlığı yaptık. Ama ABD 1991, 2001, 2011 süreçlerinde hep İslam dünyasının üzerine abandı, çullandı. Milyonlarca insanı öldürdü, cana kıydı. Görüş ayrılıkları bundan doğdu aradaki hissi ve siyasi mesafe bundan dolayı açıldı.

Haliyle şimdi ılımlı İslam eksenini Türkiye değil Suudi Arabistan gibi ülkeler temsil ediyor. Bu Soğuk Savaş boyunca devam eden ezberin ve Yeşil Kuşak projesinin bir devamıdır. O dönemde işbirliği SSCB'ye karşı idi şimdi ise siyasal İslam'a karşı. Türkiye'nin yeni ve gerektiğinde mesafeli tutumuna kimileri eksen kayması diyordu. Kendi eksenine dönmek şeklinde ifade edilse daha isabetli, doğru ve yerinde olur. Öze dönüş trendi ve mankurtlaşmaya veda. Amerikan tanımına göre ılımlı İslam demek Osmanlı karşıtlığıdır; Müslümanların birlik ve beraberliği yerine ABD'yi ve çıkarlarını yeğlemek, öncelemek ona yamanmak ve eklenmektir.

Önceliğiniz ABD olursa sizden iyisi yok…

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN