Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Mart 26, 2018
İçtihad nedir? Müçtehid kimdir?

Değerli okuyucum.

Bundan önceki üç yazımızda, genel bir giriş ile birlikte; tecdîd ve ihyâ kavramlarını ayrı ayrı ele alarak, tecdidin bir reform olmadığını, ihyâ kavramından ne anlamamız gerektiğini ortaya koymaya çalışmıştık. Bugünkü yazımızda ise bundan önceki iki kavramın beslediği ve İslam dininin önemli bir farklılığı ve özelliği olan "içtihad" konusundan bahsetmeye çalışacağız.

Kavramlar üzerine konuşurken önce sözlük anlamlarının ne olduğuna dair bilgi vermek esastır. Bu bağlamda, içtihad kavramının "cehd" kökünden türediğinin ve bu kelimenin de "zahmet çekmek, çaba sarf etmek, herhangi bir konuda ısrarlı olmak" anlamları taşıdığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla içtihad, "bir konuda ısrarla çalışmak, elinden gelen çabayı sarf etmek, bir şeyi elde edebilmek için olanca gücünü harcamak" demektir.

Terim olarak ele aldığımızda içtihada şöyle bir tanım yapılmaktadır: İçtihad, nassın lafız ve mânasından hareketle, nassın bulunmadığında da çeşitli istinbat metotları kullanılarak şer'î hüküm hakkında zannî bilgiye ulaşma çabasıdır.

Sadece konuyla ilgili kimselerin anlayabilecekleri bu teknik tanımı, günümüz insanına hitap edecek hale getirmek gerekirse içtihad'ı şöyle anlayabiliriz. Dinî terminolojide "nass", Kur'an'ın ayetleri ve Hz. Peygamber'in hadislerine verilen genel bir isimdir. Bir bakıma konuya temel teşkil eden "delil" demektir. Her bir nassın, lafzından ve manasından yola çıkılarak bir hüküm elde etmek mümkündür. Eğer bir konuda nass dediğimiz bu temel kaynakta herhangi bir bilgi bulunmuyorsa yani hükmü doğrudan ve açıkça belirtilmemiş ise, bir İslâm âlimi, -ki bu özelliklere sahip kimselere fakîh/müçtehid denilmektedir- hakkında ayet ve hadis (nass) bulunmayan bu konuda, her biri metodik bilgiye dayalı işlemlerle –ki buna da "istinbat metodları" denilmektedir- dinî bir konu hakkında bilgiye ulaşma çabası, çözüm üretme gayretidir. Kısacası, değişen hayat şartlarında ortaya çıkan sorunları çözme adına gayret ve çaba göstererek, kıyamete kadar bâki kalacak bu dinin, yaşanılan hayatta "yaşanılabilir" olmasına katkıda bulunmaktır, içtihad…

Kıymetli okuyucum.

Burada, tanım içinde geçen bir kelime üzerinde özellikle durmak istiyorum: "İstinbat"… Sözlük karşılığı, "kuyudan su çıkarma" olan istinbat kelimesinin, içtihad'ın tanımında kullanılmış olması dikkate değerdir. Takdir edersiniz ki, suyu kuyudan çekip çıkarma işlemi, su ve kuyu alanlarında bilgi ve dikkat ister. Aynı zamanda bu işlemi gerçekleştirmek için alet-edevat gerektirir. Bunlarla birlikte suyu kuyudan sağlıklı bir şekilde çekip yukarıya ulaştırabilmek için bazı yöntem ve teknikleri kullanarak bu işi özenle yapmak icab eder. Tıpkı kuyudan su çekip kendisinin veya başka insanların/canlıların istifadesine sunma işlemine istinbat denildiği gibi, fakîh/müçtehid de insanların dinî konulardaki sorunlarını çözmek amacıyla, teorik (nazari) birikimi ve usûl (metodik) bilgisiyle birlikte gayret ve çaba sarf etmesinin, insanların karşılaştığı problemleri hallederek onlara dinlerini yaşama konusunda yardımcı olmanın adıdır, içtihad… Belki bu sebepten olsa gerek "her bir müçtehidin, karşılaşılan sorunu çözme konusunda gösterdiği gayret, sarf ettiği çaba ve katlandığı zahmete karşılık –görüşünde isabet etmese bile- yaptığı içtihadından dolayı sevaba nail olacağını" Sevgili Peygamberimiz bir hadisiyle müjdelemektedir.

İÇTİHAD NE ZAMAN BAŞLADI?

Bu konuda Peygamberler Tarihi bize önemli bilgiler vermektedir. Söz gelimi Hz.Yusuf (as), iktisadî anlamda Mısır'ı döneminin en zengin ülkesi haline getirecek uygulamaları, kendisine verilen "rüya yorumlama" özelliğine dayanarak yaptığı içtihatlarla sağlamıştı. İşletmecilik ve kamu idareciliği alanındaki uygulamaları, günümüz Ekonometri bilim dalında dikkatleri çekmektedir. Öte yandan Hz.Davud'un ve oğlu Hz.Süleyman'ın da dikkat çekici içtihatlarına ilgili ayetlerde rastlamak mümkündür. Sadece dinî konularda değil, dünya işlerinde de baba-oğul bu iki peygamberin, insanların sorunlarını çözme hususunda samimi ve değerli çabalarına ve gayretlerine şahit olmaktayız. Diyebiliriz ki, geçmiş peygamberlerin birçoğunun çabalarının, bilgi üretmelerinin ve hüküm vermelerinin örnekleri Kur'an-ı Kerim ayetlerine yansımıştır.

Son Peygamber Hz. Muhammed (sav) de gönderildiği toplumun iman, ibadet ve muamelât (insanlar arası ilişkiler) alanlarında karşılaştığı sorunları bizzat Allah Teâlâ'nın vahiyle gönderdiği bilgiler (ayetler) ve irad ettiği hadis-i şerifleriyle çözmekteydi. Bunun dışında kalan ve daha ziyade dünyevi konularda bazen aldığı kararlar hakkında ise sahabîler şu soruyu sorarlardı: "Bu sizin vahye dayanarak aldığınız bir karar mıdır? Yoksa şahsî görüşünüz müdür?" Peygamberimiz (sav) "Şahsî görüşümdür" cevabını verdiğinde sahabî/sahabîler konuyla ilgili kendi görüşlerini açıklarlardı. Bunun en manidar örneklerinden biri Bedir Savaşı öncesinde yaşanmıştı. Ordunun konuşlandığı yer hakkında yukarıdaki soruyu soran ve söz konusu cevabı alan Habbab b. Münzir isimli sahabî, "şu şu sebeplerle orduyu şu kısma taşımamız daha münasip olacaktır" şeklinde görüş beyan etmiş, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz de bu sahabînin görüşünü daha isabetli kabul ederek ordunun yerini değiştirmişti. Hâsılı, gerek diğer peygamberlerin, gerekse Son Nebi (sav) Efendimizin ve ashabının, karşılaşılan sorunları çözme hususunda, sonradan gelen/gelecek ümmetlere güzel/manidar örnekler bıraktıkları görülmektedir. Özellikle içtihad hususunda Resûl-i Ekrem (sav) ile Yemen'e kadı olarak gönderilen Mu'âz bin Cebel (ra) arasında geçen diyalog çok anlamlıdır. Bu diyalog bize Peygamberimizin içtihad konusuna bakış açısını da net bir şekilde yansıtmaktadır. Aralarında geçen konuşma şöyleydi:

- Ey Mu'âz! Sana çözmen için bir dâvâ getirilince, insanlar arasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin?
- Allah'ın kitabıyla hüküm veririm.
- Ya onda açık bir hüküm bulamazsan?
- Resûlullah'ın sünneti ile hüküm veririm.
- Ya onda da açık bir hüküm bulamazsan?
- Kendi görüşümle içtihâd ederek hükmederim.

Sevgili Peygamberimiz (sav) Mu'âz bin Cebel'in bu cevabından dolayı çok memnun kaldı ve elini onun göğsüne koyup şöyle buyurdu ki:

- Resûlü'nün elçisini de Resûlü'nün rızâsına muvaffak kılan Allah'a hamd olsun…

Aziz okuyucum.

Peygamberimizin uygulamaları ve Ashab-ı Kiram'ın devam ettirmesiyle İslam dünyasının her tarafında ve her döneminde görebileceğimiz içtihad çalışmaları, fakîh ve müçtehid vasfına sahip İslam âlimleri tarafından yürütüle gelmiştir. Özellikle mezhep imamları olarak şöhret bulan İmam-ı A'zam Ebu Hanife, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Mâlik ve İmam-ı Ahmed b. Hanbel; nasslardan elde ettikleri bilgilerle Ümmet-i Muhammed'in sorunlarına çözümler getiren değerli şahsiyetlerdir. Özellikle içtihad yapabilmek için gerekli olan usûl (metodoloji) alanında kaleme aldığı "el-Ümm" ve "er-Risâle" adındaki iki önemli eseriyle İmam-ı Şâfiî'yi burada hâssaten zikretmeliyiz. Yine burada, onun hem İmam-ı Mâlik hem de Ahmed b. Hanbel'den ders okuyan ve Hanefî fıkhı konusundaki bilgileri ise İmam-ı A'zam Ebû Hanife'nin oğlu Hammâd ile aylarca kaldığı Bağdat'ta müzakere eden biri olmasını hatırlatırsak, bu değerli fakîh ve müçtehidlerin, birbirlerinin yetişmesine, ilim sahibi olmasına ve bilgiyle donanmasına ne denli katkı ve destek sağladıklarını da hayranlıkla görmüş oluruz. Allah'ın rahmeti onların üzerine olsun.

Konuya devam edeceğiz. Sağlıcakla kalınız.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN