Arama

Prof. Uğur Derman
Mayıs 4, 2018
XX. asır hat san'atının unutulmaz şahsiyeti: Mustafa Halim Özyazıcı
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Hat san'atı'nın büyük isimleri - 35

Osmanlı Devleti'nin geniş topraklara yayılmış bulunması, bu devlet tebaası arasında çok değişik ve dikkate değer ırkî karışımların vücûd bulmasına sebeb olmuşdur, diyebiliriz. İşte, Kırım'dan İstanbul'a gelen Nalıncı Hacı Cemâl Efendi'yle, Sûdan'dan kalkıp yine aynı şehre sığınan yarı siyâhî Adviye Bacı'nın evlenmeleri de, nâdir yetişen bir san'at kābiliyetinin, Mustafa Abdülhalîm'in, İstanbul'un Haseki semtinde 14 Ocak 1898 günü doğmasına vesîle olacakdı.

Küçük Halim, Gülşen-i Maarif Rüşdiyesi'ne devâm ederken, içinde hat san'atına karşı bir sevgi ve yakınlık duydu. Bunların artmasında babası Hacı Cemal Efendi'nin teşvikının payı büyüktür. Mektebin yazı hocası olan -o zamânın gencecik, geleceğin ise Hâmid ismiyle pek büyük hattatı- Mûsa Azmi Bey (1891-1982), Halim'e rık'a yazısını öğretdi ve istîdâdını sezdiği için ayrıca diğer yazılara da çalışdırdı.

Genç Halim bir yıl Sanâyî-i Nefîse Mektebi'nin Hâkk ve Resim şûbesine devâm etdi ama, henüz açılan (20 Mayıs 1915) Medresetü'l-Hattatîn de tam gönlüne göreydi; orada yazının her türlüsü öğretiliyordu, tezhîb de cabası... Bâbıâli'deki bu kuş kafesi kadar küçük târihî mekteb binâsında üç yıl talebelik yapdı. "İdâre lâmbası" denilen küçük gaz lâmbası ışığında bâzan sabahlara kadar çalışmasının mükâfatı olarak, genç Halim bu sırada çok sağlam bir ele ve hocalarının yardımıyla müstesnâ bir birikime sâhib oldu. Önce Hasan Rızâ (1849 - 1920), sonra da Hacı Kâmil (1861-1941) efendilerden sülüs-nesih (Resim 1), Hulûsi Efendi'den (1869 - 1940) ta'lîk (Resim 2), Tuğrakeş Hakkı Bey'den (1873-1946) celî sülüs (Resim 3, 4) ve tuğra, Ferid Bey'den (1858-1930?) dîvânî ve celî dîvânî (Resim 5), Said Bey'den de (1860-1938) yeniden rık'a meşkederek 26 Eylül 1918 günü mektebini bitirerek şehâdetnâmesini aldı. Osmanlı Devleti'nin o buhranlı yıllarında, henüz talebeyken dîvânî muallimi Said Bey'in tavassutu ile Dîvân-ı Hümâyûn Kalemi'ne dâhil edildi. Kendisine burada verilen Zühdi mahlasını, daha sonraki yazılarında ismiyle beraber bâzan kullanırdı.


Resim 1: Halim Özyazıcı'nın sülüs-nesih bir kıt'ası.


Resim 2: Halim Özyazıcı'nın ta'lîk bir levhası.


Resim 3: Halim Özyazıcı'nın müsennâ celî sülüs "Men Dakka, Dukka" istifi.


Resim 4: Halim Özyazıcı'nın müselsel celî sülüs bir şâheseri "Keşkekçinin Keşkeklenmiş Keşkek Kefçesi".


Resim 5: Halim Özyazıcı'nın celî dîvânî Besmele istifi.

Askerlik vazîfesini hattat olarak Askerî Matbaa'da sürdüren Halim Efendi Evkāf Matbaası, Devlet Matbaası gibi resmî müesseselerde de san'atını icrâ etdi. Bâbıâli Caddesi'ne yazıhâne açdığı 1924 yılından sonrası, san'atkârımızın gençliğindeki serbest hattatlık devrinin en verimli zamânıdır. Lâkin harf inkılâbı 1928 senesinde Halim Efendi'yi bu faaliyetinden koparınca, o da, Silivrikapısı dışında Tepebağ semtinde yirmibir dönümlük bir arâzi satın alıp, bağcılığa başladı. O yıllarda yazdığı yazıların bâzısında "sâbıkā hattat, hâlen bağ-ban" şeklinde mesleğine hasretini ifâdelendiren -sitem gizli- imzâlarına rastlanmakdadır. Doğrusu, böylesine büyük bir san'atkârın "üzümcülükle" geçen yıllarına yanmamak elde değildir.

Zaman geçip de, harf inkılâbı ile yazı san'atının birbirinden farklı şeyler olduğu 1936 yılında resmen kabûl edildikden sonra, vakıf eserlerinin tâmîrleri veya yeni yapılan câmiler dolayısıyle Halim Efendi de hâtırlandı, bilhâssa kubbe ve kuşak yazılarına emek vermeğe başlayan üstâd, 1940'lardan îtibâren câmi celîlerini ne kadar sür'atli ve latîf yazdığını gösterdi

1946'da Güzel San'atlar Akademisi'ne hüsn-i hat muallimi olarak tâyîn edilen Özyazıcı, yaş haddinden emekliye ayrıldığı 1963 yılına kadar, burada gāyet feyizli bir san'at hayâtı geçirdi; meraklılarına hat öğretdi ve yazdı. Kendisi hattın her nev'ini (latin yazısı dâhil) sür'atle ve kolaylıkla yazardı. Kamış kalem denilen nârin güzel, merhûmun mârifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Celî sülüs yazılarında bir sûreyi, verilen ölçüye göre sıkışıklık yapmadan istif etmek ve zorlanmadan istediği yerde bitirmek ona hâs ilâhî bir mevhibeydi (Resim 6). Halim Hoca'nın müsveddesi yokdu; zihninde tefekkür istifi yapar, kömür kalemiyle kâğıda şöylece tesbît edip celî kalemini ele alır, yazmağa başlardı. Câmi kubbeleri için istiflerini yazabilmek maksadıyla, evinin sofasına yazacağı kağıdı yayar, ayağına evde örülmüş kalın yün çoraplarını giyer, celî kalemini eline alıp kağıdın üzerinde âdetâ raks ederdi.


Resim 6: Halim Özyazıcı'nın Ankara/Maltepe Camii'ndeki celî sülüs, Teğâbun sûresi kuşağının bir kısmı.

Asıl mahâreti, nesih hattıyla yazılmış olan Kur'ân-ı Kerîm, delâilü'l-hayrât, murakkaa ve kıt'aların yanlışlarını ve bozuk yerlerini bâzan nemli parmağı, bâzan da dili ile tashîh etmesindeydi. Sonradan bu esere bakıldığında, aslından farkı anlaşılamazdı. Bu birikimiyle, şahsen bir Kur'ân-ı Kerîm yazmadan dünyâdan göçüşüne üzülmemek elde değildir.

30 Eylül 1964 günü -bağının önünde on gün evvel geçirdiği bir trafik kazâsının netîcesi- kaybetdiğimiz Halim Efendi, Kozlu Mezarlığı'na defnedildi. Kendisinin müze ve husûsi koleksiyonlarda levha ve kıt'a şeklindeki birçok eserinden başka İstanbul'da Şişli, Sultanselim, Bâlîpaşa; Azabkapısı ve Kadırga'daki Sokullu; İzmir'de Alsancak; Ankara'da Maltepe ve Hacıbayram (tâmîri esnâsında bozuldu), Rize ve Denizli'deki Delikliçınar câmilerindeki celî yazıları ziyârete değer. Beyoğlu Ağa Câmii'ndeki celî sülüs kuşağı, sonraki tâmirinde -nakkaşı tarafından) yazık ki berbâd edilmişdir.

XXI. milâdî yüzyıla girdikden sonra, geriye dönüp de XX.'sine nazar etdiğimizde, Halim Özyazıcı'yı, Türk hat san'atını bu asır boyunca şahsıyle temsîl edebilecek en büyük isim olarak vasıflandırmak, hakkın teslîmi sayılmalıdır.

Prof. Uğur Derman

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN