Arama

Prof. Uğur Derman
Ekim 20, 2017
Hâfız Osman Efendi
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Hat san'atı'nın büyük isimleri - 7

Bugün hat san'atının zirve isimlerinden Hâfız Osman'ı aziz okuyucularımıza tanıtmak arzusundayım. Onu kaybedeli aradan 319 yıl geçmiş. Bu kayıp, tabiîdir ki fânî bedeni açısından geçerli... Onun gibi eserleriyle ölümsüzlüğe erişenler için ne gam! Aradan üç asır da geçse, meraklılarının ve sevenlerinin gönlüne taht kurmuş oturuyor. Hâfız Osman oturadursun, biz kendisini daha yakından tanımağa çalışalım.

Kocamustafapaşa'daki Sünbül Efendi Dergâhı hazîresinde -şükür ki hâlâ var olan- (Resim 1)


Resim 1: Hâfız Osman'ın Kocamustafapaşa/Sünbül Efendi hazîresindeki kabir kitâbesi.

kabrine karşı Yahya Kemâl'e (1884-1958):

Bu taş altında ölüm, toprağı aydınlatıyor,

Yazı peygamberi hattat Hâfız Osman yatıyor.

dedirten dâhi san'atkârımız... Bu mısrâlar size şâirâne mübalağa gibi gelebilir; lâkin ilâhi nizamda yazı için de peygamberlik murâd edilseydi, Hâfız Osman'ın buna lâyık olduğundan şüphe edilmezdi, diye düşünülebilir.

Haseki Sultan Câmii müezzini Ali Efendi'nin oğlu olarak 1642 yılında İstanbul'da doğan Osman Efendi'nin, küçük yaşlarındaki gayretiyle kazandığı "hâfız" unvânı, yüzyıllardır onun âdetâ ilk ismi gibi kabul edilir olmuştur. Âilesinin maddî durumu imkân vermediği cihetle Köprülü âilesinden Fâzıl Mustafa Paşa'nın (1637-1691) dâiresinde tahsil ve terbiyesi sağlanmış, bu sırada hat öğrenimine de ilgi duymuştur. Yazı san'atında onun ilk hocası olan Derviş Ali (ö.1673), yaşlılığından dolayı bu istidatlı talebesiyle gerektiği kadar meşgul olamayınca, kendisini, daha önce yetiştirdiklerinin en seçkini sayılan Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî'ye (ö.1686) göndermek için rıza göstermişdir. Hattın ilmini ve san'atını bu yeni hocasından tamamlayıp öğrenen Hâfız Osman, 1660'da onsekiz yaşındayken icâzet almışdır. Hocasına hürmeti hakkında iki menkıbeyi Suyolcuzâde'ye dâir bir evvelki yazımızda okuyucularımıza arz etmişdik, ona göz atılması yerinde olur.

İcâzet alışından sonraki gençlik çağında Derviş Ali yolunda yazdığı birçok eserine rastlanan Hâfız Osman, Şeyh Hamdullah (1429-1520) üslûbunu lâyıkıyla kazanmak üzere, bunu o devirde en mükemmel şekliyle bilen Nefeszâde Seyyid İsmail Efendi'ye (ö.1679) müfredât meşkınden başlayıp yeniden öğrenci olmak lüzumunu duymuşdur. Bu girişimiyle, hattatımızın aklâm-ı sittede yıllar sonra gerçekleşdireceği hamlenin, ancak "Şeyh Hamdullah Mektebi"nde kaynak bulabileceğini yetişme devresinden îtibâren idrâk etdiği anlaşılıyor. Nefeszâde'yle çalışmaları bitdikden sonra, Şeyh'in eserlerini doğrudan incelemeğe başlayan Hâfız Osman, onun hat örneklerinden taklîden yazarak bu yolda melekesini artırmışdır.

Hattatımız, aklâm-ı sittede en güzeli aramakla geçen yıllarından sonra 1679'dan îtibâren kendi şîvesini bulup ortaya çıkartır. Vaktiyle Şeyh Hamdullah'ın Yâkūtü'l-Musta'sımî'nin eserlerinde gördüğü güzellikleri bir araya getirip şahsî üslûbunu elde etmesi gibi, aynı seçimi Hâfız Osman da Şeyh'in yazılarından yapar ve Osmanlı hattı böylece süzülüp arınmaya doğru gider. İşte bu konuda, Şeyh'den sonraki ikinci büyük merhale Hâfız Osman olmuşdur. Bu yeni üslûb -önceleri tenkîde uğramakla, bunun yanısıra kıskanılmakla beraber- kısa zamanda kendisini kabul ettirmiş ve Şeyh Hamdullah yolunu unutturmuşdur. Hâfız Osman 1689'dan îtibâren nesih hattında harflerini daha da küçültmüş olmakla birlikde, hat meraklılarınca en fazla beğenilen devri 1679-1689 arasındaki on yıldır (Resim 2).


Resim 2: Hâfız Osman'ın 1090/1679 târihli latîf bir kıt'ası.

1695'de Sultan II.Mustafa'ya hüsn-i hat muallimi tâyîn olunduğunda, kendisine Filibe (veya Diyâr-ı Bekr) mansıbı, daha sonra da arpalığı verilmişdir. Pâdişâhın huzuruna çıkınca, ihrâm yayılarak oturtulduğu sedir üstünde ona hat tâlîm eden Hâfız Osman, şehzâdeliği sırasında da Sultan III. Ahmed'in yazı muallimi olmuşdur. Sultan II. Mustafa, yazmak istediğini önce Hâfız Osman'a yazdırtır, sonra buna bakarak benzetmeğe çalışırdı; hocası kendisine meşk hazırlarken, yanına oturup mürekkeb hokkasını elinde tutmakla "hünkârî tâzîm"de bulunurdu. Ancak gördüğü bu iltifatlar Hâfız Osman'ı şımartmamış;dervîş yaradılışıyla mütevâzı meşrebinden ayrılmadan yaşamasını bilmişdir. Yine böyle bir meşk gününde, hocasının hattı yazışındaki mükemmeliyet karşısında "Artık bir Hâfız Osman Efendi yetişmez" diyerek hayranlığını belirten Sultan'a karşı cevabı: "Efendimiz gibi hocasına hokka tutan pâdişâhlar geldikçe, daha çok Hâfız Osman'lar yetişir Hünkârım" olmuşdur.

Hâfız Osman, devlet memuriyetine tâbi olmaksızın bir haylı seyahate çıkmışdır. 1672 de Mısır'a, 1676-7'de Hacc için Hicaz'a gitdiği bilinir. Ayrıca Bursa ve Edirne'ye de birçok seyahatleri vardır. İstanbul dışına çıkdığı vakit nerede yazdığını imzalarında mutlaka belirtdiği cihetle, yazarken bulunduğu mahal, eserlerinden anlaşılmakdadır. Onun şiirle uğraştığına dâir bir rivâyet yoksa da, yazılarının sonuna koyduğu ferağ kayıdlarının müseccâ (kāfiyeli) oluşu dikkat çekicidir.

Kırk yıl süren san'at hayatında devamlı olarak eser veren, melekesini kaybetmemek için o vakitler aylarca süren Hacc'a gidişinde bile kalemi elinden bırakmayan Hâfız Osman'ın, yol boyunca muhtelif menzillerde yazdığı karalama veya cüz örnekleri hâlen Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi'ndedir (Bir karalaması için bkz. Hat San'atı-6, Resim 9).

Hayatı boyunca 25 mushafa (Resim 3) imza koyan san'atkârımızın aklâm-ı sitteyle yazdığı en'âm, cüz', kıt'a ve murakkaaları sayısızdır (Bir kıt'ası için bkz. Hat San'atı-5, Resim 5; murakkası için de bkz. Hat San'atı-7, Resim 3). Lâkin, bâzı kıt'alarında ve bilinen iki kitâbesinde (Üsküdar, Doğancılar'daki Şehid Süleyman Paşa Câmii çeşmesi; Karacaahmed, Tunusbağı kabristanında Siyâvuş Paşa'nın mezarı) rastladığımız celî sülüs hattı, diğer yazılarıyla karşılaşdırılacak seviyede değildir. Bununla beraber bir asır sonra celî sülüsde inkılâb yapacak olan Mustafa Râkım'ın da, Hâfız Osman'ın sülüs hattından aldığı ilhâmla bu başarıyı gerçekleşdirdiğini unutmamak gerekir.


Resim 3: Hâfız Osman'ın Mushaflarından birinin serlevhası.

Hilye-i saâdet' i gelişdirdiği mahsus şekliyle levha hâlinde yazan da, hilyenin Türkçe meâllisini tertibleyen de, delâilü'l-hayrât'ı san'at kimliğiyle kitablaşdıran da ilk defa Hâfız Osman Efendi olmuşdur ki, bu gayretleriyle de unutulmazlardandır (Kendisinin bir hilyesi için bkz. Hat San'atı-9, Resim 1).

Pazar günleri yoksul, çarşamba günleri de varlıklı âile çocuklarına -âdet üzere maddî karşılığı olmaksızın- evinde hüsn-i hat öğreten Hâfız Osman'ın bu hususdaki dakîkliği de kaynaklara geçmişdir: Dersi bitdikden sonra, binek hayvanıyla giderken, karşılaşdığı bir talebesi gecikmedeki haklı sebebini kendisine anlatınca, onu da mahrum etmemek için hayvanından iner, yol kenarında oturarak hat tâlîminde bulunur.

San'atkârımızın güreşe olan merakını da, kendi talebesi Anbarîzâde Derviş Ali'den (ö.1716) yazı meşkeden Hüseyin Hablî (İpçi) nin bir hâtırâsıyle öğreniyoruz. Hüseyn Hablî (ö.1744), Hâfız Osman'ın yazılarını gördükçe, üzüntüyle şunu anlatırmış: "Osman Efendi, Yenikapı Mevlevîhanesi yakınındaki meydanda, pazartesi günleri yapılan pehlivan güreşlerini seyre gelirmiş. Ben de orada güreşe çıkardım. Bir gün benim kadar meşhur olan Çuhadar Velî namındaki pehlivan ile kıran kırana yaptığımız müsabakada, kapana getirerek rakîbimi yendim. Bundan, Osman Efendi hoşlanıp ismimi öğrenmiş. Ona mûtad ziyaretini yapan hocam Derviş Ali Efendi'ye: 'Bu hafta güreş seyrine vardım, İpçi Hüseyin namında biri, Çuhadar'ı yendi' deyince, üstâdım: 'O İpçi, benim talebemdir' demiş. Osman Efendi: 'Onu bana beraber getir' diye arzu ızhâr etmişse de, görüşmek müyesser olmadı. Ben, kendilerini şahsen tanımam."

Hâfız Osman'ın san'atında yetişdirdiklerinden elli kadarı tesbît edilmiş olup, bunlar arasında Yedikuleli Seyyid Abdullah (1670-1731), Anbârîzâde Derviş Ali (ö.1716), Hasan Üsküdârî (ö.1732), Kürdzâde Bursalı İbrahim (ö.1733),Bursalı Mehmed (ö.1740), Yusuf Rûmî (ö.1709), Derviş Mehmed Kevkeb (ö.1717), Rodosîzâde Abdullah (ö.1704), Yusuf Mecdî (ö.1731) ve Mehmed Girîdî (ö.1765) ilk sırayı alırlar. Bu anılan hattatlar yoluyla öğrencileri iki ayrı koldan zamanımıza kadar intikâl eder; dolayısıyla Hâfız Osman her iki silsilenin kendisinde buluşduğu feyizli bir düğüm noktasıdır, bu mazhariyete ermiş başka bir isim gösterilemez.

Ölümünden 3-4 yıl önce geçirdiği felcin vücûdundaki tesirlerini, uygulanan tedâviyle hafif atlatan Hâfız Osman'ın, yazılarında bu sebeple bir gerileme görülmemişdir. Nihâyet, son yıllarında oturduğu Kocamustafapaşa, Sancaktar mahallesindeki evinde, 3 Aralık 1698 Çarşanba günü vefat eden hattatımız -tarîkat olarak bağlı bulunduğu- Sünbül Efendi Dergâhı hazîresine gömülmüşdür. Kabrinin celî sülüs kitâbesini "Hüsn-i hattı biz bildik, Osman Efendimiz yazdı" sözleriyle onun takdirkârı olan meslekdaşı Ağakapılı İsmail Efendi (ö.1706) yazmışdır.

Hat san'atının devrimizde de kullanılan sülüs-nesih ve rıkā' nevilerinde, Hâfız Osman'ın açtığı çığır -daha sonra gelen hattatların ekledikleri güzelliklerle- hâlâ geçerlidir.

Prof. Uğur Derman

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN