Arama

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Demirci
Haziran 17, 2017
Varlık Bestesi

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla…

"Bu sene Oruç Ramazan Ayı'na denk geldi" gibi abes bir cümle kursam muhataplarımdan nasıl bir tepki alacağımı biliyorum. Ama "Bismillah!" diyerek yazmaya başladığımda oruçlu olmanın verdiği manevî hazza işaret etmeden geçemeyeceğim. Zira bu köşede kaleme alacağımız yazıların başlangıcının Ramazan'a denk gelmesi heyecan verici. On bir ayın sultanında hayırlı bir başlangıç olması beklentisi ve dileği ile sözlerime başlıyorum. Kalem ile kelam ilişkisini en güzel şekilde anlatan Müstakîmzâde'nin (ö. 1787) mısraları ile de Rabbime nâz u niyâzda bulunmak istiyorum.

"Yâ Rab! Kalemim mûy-i fenadan sakla

Tahrîrimi ta'n-ı süfehâdan sakla

Tevfîkin idüp kande gidersem rehber

Şâhrâh-ı şerîatte hatâdan sakla!"

Şâir diyor ki; "Ey Allahım! Kalemimi en küçük fenalıklardan dahi uzak tut ve yazdıklarımı sefih kimselerin kınamasına fırsat verme! Nereye gidersem gideyim, beni doğru yola ilet. Tevfîkini kılavuz eyle! İslâmiyetin parlak olan ana caddesinde yürüt ve günaha, hataya düşmekten koru!

Ne güzel bir dua! Edep sahibi büyüklerimiz; " Allah sana tevfîkini refîk eylesin!" derlerdi. İstikâmetten ayırmasın, seni doğru yola iletsin demek isterlerdi. Bu duaya her zaman ihtiyacımız var. Ancak konu mûsikî (müzik) olunca duaya çok daha fazla ihtiyaç duyacağımız muhakkak.

Köşemizin adını "mûsîkar" olarak belirlememizin sebebi, muhtevaya uygun olmasından ötürüdür. Türk mûsikîsinde, pestten tize doğru ağız armonikası şeklinde yan yana dizilmiş birkaç kamıştan meydana gelen ve ney gibi üflenebilen bir tür nefesli sazın adıdır. Mûsîkar, mizmar çeşidinden "sıra, kalem, düdük, kaval ve dervişlere mahsus bir saz" olarak da bilinir. İran kültüründe mûsîkar, rüzgar estikçe gagasındaki deliklerden çıkardığı türlü türlü sesler sebebiyle "mûsikî" sözüne de kaynaklık eden bir masal kuşudur.

Şair Zâtî; "Cismime ol can yine dizdi kamıştan okların

Ol beni benzer belâ bezmine mûsîkâr eder" beytinde ruhlar alemine duyduğu hasreti, mûsîkârın fiziksel özellikleri ile özdeşleştirdiği bedeninden çıkan ayrılık inilitileriyle bezenmiş nağmelere benzetir. Eskilerin "lisân-ı elhân" dedikleri bu nağmelerin dile gelmesi, en etkili anlatım şeklidir. Nağmeler güftelerle bütünleşerek doğrudan kalbe hitap eder. Ruhlara dokunur, duyguları okşar, gönüllere ferahlık verir. İnsanı başka başka alemlere götürür.

Mûsikînin dili sadece insana değil bütün canlılara bir şeyler fısıldar. İnsanları coşturur, hayvanları koşturur, çiçekleri açtırır. Allah'ın "Ol" (kun) sesiyle verdiği oluş emri hiç bitmemiştir. Çünkü "O, her an yaratma halindedir" (Rahmân 55/29). Bir ses… Bir nefes… Ve "Ol" sözü… Allah bütün varlığa sesleniyor. Alemlere ilâhî nefesiyle ruh veriyor, can veriyor. Güftesi, bestesi usulü, ritmi her şeyi ile mükemmel bir varlık bestesi yaratıyor. İnsanoğlun da bu mükemmel bestenin şefi, en onurlusu, en şereflisi yapıyor. "Oku!" diyor. "Anla!" diyor. "Sanatımın inceliklerini gör!" diyor. "Sâni'-i Mutlak" olan yaratıcı kudret güzelliklerinin aynası olmak isteyenlere sesleniyor.

"Ben ona kendi ruhumdan ruh üfledim", "Ona bütün isimleri öğrettim" ilâhî hitabının muhatabı olan insan en mükemmel ilâhî sanat eseridir. Sanatkârının sanatını ve estetik boyutlarını en güzel şekilde yansıtan en gerçekçi varlıktır. Bu yansıtma Allah'ın bir bağışı olarak insana ikram edilmiştir. Bunun adı "yetenek ve ilham"dır. "Sâni'-i Mutlak" olan Allah, fâni ve mahlûk olan sanatçılar yaratmış ve onların da bir yere kadar yaptığı eserlere ruh katmasına imkan sağlamıştır. Sınırlı malzemelerle sınırlı yetenekleri ile sınırlarını zorlamaya çalışan bir insan profilidir sanatçı. Sahibine, mutlak olana bağımlıdır. Olduğu kadardır. Olamadığına öykünendir.

"O'ndan gelir söz bizdedir / Arada tercümandır bu" diyendir sanatçı. "Allah güzeldir, güzeli sever" sözüne meftundur. Güzellikleri resmetmek, nakşetmek, yazmak, okumak, seslendirmek estetize etmek ödevindedir. Güzel bakandır, güzel görendir. "Hûbdan hûba" düşendir. Bir güzellikten diğer bir güzelliğe doğru yolculuk yapandır. Bu yolculuk elest meclisinde verilen bir sözle başlar. Bu yolculuk "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" sorusuna "Belâ!" (Evet) cevabı veren ruhların yolculuğudur. "Bezm-i elest" de denilen bu meclis, ruhların Allah'a verdikleri kulluk sözüdür. Sûfiler bu meclise âşıktır. Bu meclisteki "Elestü bi'rabbiküm?" sualini işitmeye müştâktır. Yaman Dede bu meclisin hakikatine ilişkin duygularını müzikal bir yaklaşımla açıklar.

"Bu ne aşkın, bu ne derdin bu ne mestin sesidir

Bu ne tizin, bu ne evcin bu ne pestin sesidir

Bu ezelden geliyor, bezm-i elestin sesidir

Bak neler söyletiyor Hazreti Mevlâ/nâye"

Şairler ezelden gelen sesleri gönül dünyalarında vezne dökerek mısralarla veciz birer beyit ya da dörtlük haline getirirler. Mûsikîşinaslar ise ezelden gelen bu sesleri makamlara, usullere kalıplara dökerek farklı farklı perdelerden seslendirerek icra ederler. Kimin gönül frekansı bu seslere âşinâ ise haz alır, huzur bulur, neşvedâr olur. Hakîkat kulağı ile İşitenlere ruhlar alemindeki o eşsiz meclisi hatırlatır. Bu ses arşa çıktıkça âdeta felekleri tutuşturur. Melekût âleminin katmanlarındaki melekleri tutuşturur. Nefhası yayıldıkça bütün ufuklardaki yürekleri tutuşturur. Zira bu sesin nağmeleri cihânın ötesinden gelmektedir. Kalbi, sineyi ve gönül tahtını delip geçmektedir. Bu sesin sardığı gönüller kendinden geçip, cezbeye tutularak vecd içinde dönüp semâ etmektedir. Döndükçe semâdaki sırr-ı tevhide tanıklık etmektedir. Ve bu sırra erenlerin çağrısı vahdete davet, hakikate avdet, yabancılaşan ruhlara şevket duygusu vermektedir:

"Semâdan sırr-ı tevhidi

Duyan gelsin bu meydâne

Derûn içre bugün Allah

Diyen gelsin bu meydâne"

Mûsikî bize aslımızı hatırlatır. Asıl yolculuğumuzu anlatır. Dinleyebilene, dinlemeyi bilene aşk olsun!..

Hû ile…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN