Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Nisan 16, 2018
Mi’râc’ın müminlere hediyesi: Namaz…

Değerli okuyucum.

İki gün önce, cumayı cumartesiye bağlayan gece; Receb-i Şerif'in 27. gecesini idrak ettik. Mübarek gecelerden birini, bir diğer ifadeyle bir Mirâc Kandili'ni daha yaşamak nasib oldu hamd olsun… Üç aylar olarak bildiğimiz Receb ayının ilk günlerinden başlayıp Ramazan Bayramı sabahına kadar sürecek manevi yolculuğun "tedarik molaları" mesabesinde düşünebileceğimiz bu geceler, Allah'a "güzel kul" olabilmek adına çıkılan bu yolculukta amellerimizi kontrol etmek, eksiklerimizi görerek tamamlayabilmek adına birer kontrol istasyonları gibi de düşünülebilir.

Önceki yazımızda, Mirâc'ın Sevgili Peygamberimize (sav) özel bir ikram olduğunu fakat O'nun ümmetine olan düşkünlüğü, Rabbinin katında bile ümmetini düşünen bir peygamber oluşunun bir neticesi olarak bizlere de yansıyan bir ihsân-ı ilâhî'ye; rahmete, güzelliklere ve birtakım hediyelere vesile olduğundan söz etmiştik. İşte bu hediyelerden belki de en mühim olanı namaz ibadetinin beş vakit olarak farz kılınmış olmasıdır. Gerçekte, yaşanan Mirâc hadisesinden önce de Peygamberimiz ve müminler namaz –özellikle gece namazlarını- edâ ediyorlardı. Ancak beş vakit olarak farz kılınışı, ümmet-i Muhammed'e, "Rabbiyle yirmi dört saatlik zaman dilimi içinde beş kez buluşabilmek, O'na yakın olabilme imkânına kavuşabilmek" anlamına geliyordu.

Şimdi geliniz, sözü yine Süleyman Çelebî Hazretlerine bırakalım. O ki, Bursa Ulucami mihrabının imam-hatibi olarak yıllarca ümmet-i Muhammed'e imam olarak namaz kıldıran, o ki, ayetleri de hadisleri de bilen bir İslam âlimi haddi zâtında… Bunlarla beraber, "Vesiletü'n-Necât" adını verdiği ama halk nezdinde Mevlid-i Şerif olarak şöhret bulan eserinde, Mirâc hadisesine "gönül gözü"yle bakabilen ve yaşananları beyit beyit inciler halinde sunan bir Hak ve Peygamber âşığı…

"Et-tahiyyât" olarak bildiğimiz ve namazda okuduğumuz duanın haddi zâtında bir "selamlaşma" olduğundan söz etmiştik geçen yazımızda. Bu diyalog sonrasında Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin kendisini ne çok sevdiğini Süleyman Çelebî'nin şu ifadeleriyle beyan buyurmuştu:

Dedi kim matlûb u maksûdun Benem. Sevdiğin cân ile ma'bûdun Benem.

Gece gündüz durmayub istediğin. N'ola kim görsem cemâlin dediğin…

Burada dile getirilen husus bir gerçeğe işaret etmektedir. Rabbimiz Teâlâ, Peygamberimizin gönlünü sadece ve sadece kendi sevgisiyle doldurmuş, onun kalbini sadece Zât-ı Zül-Cemâli'nin aşkıyla meşgul etmişti. Peygamber Efendimizin ayırıcı vasfı Habîbullah oluşudur. "El-Habîb" kelimesi ise hem "çok sevilen" hem de "çok seven" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Peygamberimizin Mevlâsına olan aşk ve muhabbeti; O'na olan iştiyak ve hasretidir burada dile getirilen…

Bu aşkla-muhabbetle; bu iştiyak ve hasretle, bir de mahzun bir gönülle Huzûr-i İlâhî'ye davet buyrulan Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimize Yüce Rabbimizin hitabı şöyle tecelli edecekti:

Gel Habîbim! Sana müştak olmuşam. Cümle halkı sana bende kılmışam

Ne muradın var ise edem revâ. Eyleyem bir derde bin dürlü devâ.

Rabbimiz Teâlâ'nın, Peygamberimize sunduğu bu büyük imkânı, Habîb-i Edîb olan Efendimiz (sav) ümmeti için kullanmak istemiş ve şöyle yalvarmıştı Rabbine…

Mustafa dedi eyâ Rabbî Rahîm. V'ey hatâ pûş ü atâsı çok Kerîm.
Şol zaîf ümmetlerin hâli n'ola Hazretine nîce anlar yol bula.
Gece gündüz işleri ısyân kamu. Korkaram ki yerleri ola Tamû.
Yâ İlâhî! Hazretinden hâcetim. Bu dürür kim ola makbul ümmetim.

Ey merhameti bol Rabbim! Ey hatâları örten, kullarına bolca veren Rabbim. Ümmetimin isyanlar sebebiyle cehennemlik olmalarından korkarım. Bir tek dileğim var Senden. Ümmetim senin katında makbul bir ümmet olsun!...

Nâz makamındaki Habîb-i Kibriyâ'nın tek niyâzı buydu Rabbinden… Buna karşılık Hitâb-ı İlâhî eşsiz güzellikte, eşsiz bir ihsana bürünmüştü artık…

Hak Teâlâ'dan erişdi bir nidâ. Yâ Muhammed! Ben sana kıldım atâ.

Ümmetini sana verdim ey Habîb. Cennetimi anlara kıldım nasîb.

Sen ki mi'râc eyleyüb ettin niyâz. Ümmetin mi'râcını kıldım namaz.

Ümmetini bir an bile düşünmekten geri durmayan Peygamberimize, ümmetinin bağışlandığını müjdelemek ve yanı sıra cennet muştusu, nihayet Mirâc lezzetini yaşayacakları namaz ibadeti, Peygamber niyazına, Rabbinden gelen icabet hediyeleriydi… Artık namaz, kulun Rabbiyle buluşması, O'nunla beraber ve O'na yakın olması, O'na halini arz edip derdini açabileceği zaman dilimine, bir "özel zaman"a kavuşabilmesi demekti. Kısacası namaz, artık müminin dünyada yaşayacağı Mirâc idi…

Namazın değerine dair Süleyman Çelebî'nin ifadeleri şöyle devam eder:

Her kaçan kim bu namazı kılalar. Cümle Gök Ehli sevâbın bulalar.
Çünki her dürlü ibâdet bundadır. Hakk'a kurbiyyetle vuslat bundadır.
Sıdk ile beş vakt olundukta edâ. Elli vaktin ecrin eyler Hak atâ.

"Gök Ehli" olarak vasıflanan meleklerin aldıkları sevaba denk gelen bu sevap ümmet-i Muhammed'e bir büyük ihsandır. Zira meleklerin ibadetleri her zaman "makbul" ibadettir. Namaz aynı zamanda Allah'a en yakın olunan "secde"yi ve O'nun rızasına nail olunacak vuslatı da ihtiva etmektedir. Dahası bir mümin, sadakatle günde kıldığı beş vaktin sevabını bir mükafat olarak elli vakit namaz kılmış gibi almaktadır. Bu da bir Mirâc hediyesi olarak mümin kula Allah'ın ikramıdır, ihsanıdır…

Değerli okuyucum.

Son bir kez daha ifade edelim ki, Mirâc, Peygamber Efendimize mahsus, O'nun mahzun gönlüne bir teselli davetidir. Ama aynı zamanda Mirâc, her daim ümmetini düşünen Resûl-i Ekrem'e, ümmetinin de Mirâc güzelliğini yaşaması için beş vakit namaz ibadetinin "Mirâc" kılındığı muhteşem bir ihsandır; büyük bir hediyedir. Ne dersiniz, bu değeri yüksek hediyeyi gereği gibi değerlendirmek midir, kula yakışan? Yoksa onu "aradan çıkarılacak" bir iş olarak görmek mi?..

Sağlıcakla kalınız efendim.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN