Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ocak 11, 2018

Geçen yazımızda, gün geçtikçe sıradanlaşan ve artık neredeyse normal kabul edilmeye başlanan acı ve düşündürücü; ürküten ve kan donduran cinayet haberlerine değinmiş ve "bize ne oldu böyle?" sorusunu sormuştuk. Sebeplerini irdelerken, gitgide toplum olarak merhamet duygusunu kaybetmeye başladığımızdan söz etmiştik. Şüphesiz, merhamet duygusunu kaybeden bir toplum haline gelmemiz haddi zatında bir neticedir… Zira, mukaddes değerlerden mahrumiyet, haramla beslenmek, işlenen günahlardan pişmanlık duymamak ve daha birçok sebep merhametten mahrumiyetin sebepleridir; ve merhametsizlik bunların bir sonucudur diyebiliriz.

"Bize ne oldu böyle?" sorusuna cevap teşkil edecek hususlardan biri de günümüzde, gözümüze ve kulağımıza hitap eden kitle iletişim araçlarının zihinlerimizde bıraktığı kötü izler ve kişiliğimizi bozan zararlı atıklardır. Gerçekleştirilen birtakım bilimsel araştırmalar sonucunda kısaca "Yaşantı Konisi" olarak adlandırılan ve duyu organlarının öğrenme sürecindeki etkisini ortaya koyan teoriye göre, duyu organlarımızın öğrenmemize etkisi şöyledir: Görme %83, işitme %11, koklama %3,5, dokunma %1,5 ve tat alma %1… Görüldüğü üzere, öğrenmemizde en önemli pay %83 gibi yüksek bir oranla "görme" duyumuza ait... İşitmeyle beraber hesap edildiğinde ortaya %94 gibi oldukça yüksek bir oran çıkmaktadır. Şimdi soralım, yaşanan hadiselerin haberlerdeki veriliş yöntemi ve biçiminden tutunuz, kitleleri ekran başına kilitleyen dizilerdeki senaryo ve kurgulardaki olumsuzluklardan etkilenmemek mümkün müdür? Göz gördükçe, kulak işittikçe iyi ya da kötü ama mutlaka bir etkileşim söz konusu olacaktır. Ne çare ki, öyle bir orantısızlıkla karşı karşıya bulunuyoruz ki, yararlı ve olumlu örnekler %5 ise zararlı ve olumsuz örneklerin oranı %95'tir dersek mübalağa etmiş olmayacağız.

Acı tablo bu halde iken, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızın, "RTÜK ile şiddet içerikli haberler konusunda bir toplantı yapma kararı aldıklarına" dair bir haber düştü ajanslara… Geç de olsa ümit verici bir durum. Ancak Sayın Bakanımızdan beklentimiz, sadece haberleri değil, her biri ayrı "sorunlu hikâye"ler ve senaryolara dayanan dizileri de masaya yatırmalarıdır.

Aziz okuyucum.

Başlığa aldığımız cümle, son derece dikkat çekici bir tespiti ihtiva ediyor. Olumsuz/haram/günah/kötü/zararlı gibi kavramların hepsini birden kapsayan "bâtıl"; olumlu/helal/sevap/güzel/yararlı olan her şeyin zıddı olarak düşünülebilir. İşte bâtıl kavramı altında yer alabilecek her şeyin tasviri, anlatımı ve aktarımı, konuya dair bilgisi olmayan saf ve temiz zihinleri bulandırır, karıştırır ve bozar… İnsanoğlu gördüğü ve duyduğu her şeyden mutlaka etkilenmekte ve bir şeyler öğrenmektedir. Dolayısıyla, görsel ve işitsel olarak seyrettiği ve duyduğu; izlediği ve işittiği şeylerden geriye mutlaka karakterinde birtakım izler kalmaktadır. İşte açık ve net olarak, hiç tereddütsüz diyebiliriz ki, bâtıl'ın, kitle iletişim araçları vasıtasıyla tasviri, dramatize edilmesi sadece gençleri değil yetişkinler de dahil olmak üzere, toplumun önemli bir kesimini olumsuz yönde etkilemiş ve bizler artık tahammülsüzlüğe ve merhametsizliğe doğru savrulmaya başlamış durumdayız. Öylesine hadiseler yaşanıyor ki, asla sağlıklı bir ruh halinin tezahürü olamaz!.. Olsa olsa, görsel ve işitsel olarak "öğrendiği" kötülüklerin kendisinde meydana getirdiği bir cinnet halidir diyebileceğimiz hadiseler… İşin ilginç yanı, medya bu hadiselerde başrol oynayan kişileri "cinnet geçirdiği" için adeta mazur görmekte; onu bu hale getiren sebepler üzerinde ise hiç durmamaktadır.

DEVLET VATANDAŞININ RUH SAĞLIĞINI KORUMAKLA DA YÜKÜMLÜDÜR

Belediyelerin alt yapı-üst yapı gibi ifadelerle anılan hizmetleri olduğu gibi, devletin de vatandaşın ihtiyaçlarına cevap verecek hizmetleri vardır ve olmalıdır. Geleceğimizin teminatı, iftihar vesilemiz ve ümit kaynağımız gençlerin sağlıklı bir ruhsal yapıya sahip olmaları da devletin önemsemesi gereken hususlardan biridir ve öyle olmalıdır. Özellikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na bu konuda çok fazla iş düştüğünü söyleyebiliriz/söylemeliyiz. Hiçbir konuda "sınırsız özgürlük"ten bahsetmek mümkün değildir. Böyle bir şeyin insan fıtratına uymayacağını ifade eden bilim adamları, insanın ifrat ve tefritten uzak "ortalama" şartlarla mutlu olacağını ifade etmişlerdir. O halde yetişmekte olan yeni neslin "sınırsız özgürlük" yanılgısına düşecekleri her türlü fikir ve düşünce aktarımından onları muhafaza etmek ilgili Bakanlığın görevleri arasındadır. Öte yandan, aile birliğini ve bağlarını kuvvetlendiren, insanların bu hususta olumlu davranışlar geliştirmesine yararı ve katkısı olacak senaryolar desteklenmeli; bu konuda olumsuz örnek içeren dizilere ve yayınlara müsamaha gösterilmemelidir. Kızına en yüksek ses tonuyla, nefret yüklü cümleler ve küçültücü ifadelerle psikolojik baskı ve şiddet uygulayan bir anne tasavvurunu senaryoya sorumsuzca yerleştiren senaryo yazarı, filme alan yönetmen ve rolünü oynayan sanatçı, acaba bu sahnelerle kime, hangi mesajı vermektedirler? Öte yandan, çocuk oyuncuların bu tür sahnelerden olumsuz yönde etkilenmelerinin vebalini kim üstlenecektir?

Yine bakanlığın, objektif bilimsel araştırmalara dayanarak dizilerin, subliminal mesajlar da dahil telkin ve empoze ederek oluşturmak istediği tutum ve davranışların gençler ve yetişkinler üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiyi ısrarla vurgulaması ve bunun takibinde olması gerekmektedir. Şehit ve gazilerin kederli aileleri ve yakınlarıyla takdire şayan bir şekilde ilgilenen, evde bakım hizmetinden tutunuz daha pek çok projesiyle yaşlılara kol kanat geren, engelliler ve bakıma-ilgiye muhtaç çocuklara devletin himayesini sevgi ve şefkatle sunmaya çalışan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın, gençliğimizin elimizden yitip gitmesine seyirci kalması elbette ki düşünülemez. Takdir edersiniz ki, kadına şiddet, aile içi iletişim problemleri ve aileye dair sair konular da yine bu bakanlığımızın sorumluluk alanında bulunan en önemli hususlardır.

Bu tür haberlerin, gazetelerin sayfalarında "tek tük" seviyesine düştüğü, dizilerinde insana saygının, yaratılmışlara sevginin, şefkatin ve merhametin telkin edildiği ve yaşanıldığı bir ülkenin vatandaşı olmak, çaba ister… Hem kişisel hem toplumsal hem de devlet olarak…

Rabbimizden bu konuda muvaffakiyet temennisiyle sağlıcakla kalınız efendim.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN