Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Eylül 21, 2017
KUTLU GÖÇ: HİCRET

Bugün hicrî takvime göre 1 Muharrem 1439… Hicrî yeni bir yılın ilk günü… Bundan tam 1439 yıl önce, Allah'ın Elçisi, Son Nebi Hz. Muhammed (sav) sadık dostu Hz. Ebu Bekir (ra) ile birlikte Mekke'den yola çıkarak Medine'ye hicret etmişti…

Aslında hicret konusunun, İslam ümmeti için her daim taze bir gündem maddesi olduğunu vurgulamak isteriz. Çünkü hicret, tarihte yaşanmış ve bitmiş bir olay ya da süreç değildir. Eğer hicret yaşanılıp biten bir süreç olsaydı Sevgili Peygamberimiz (sav) "(Gerçek) muhacir Allah'ın yasakladığı kötülük ve günahları terk eden kimsedir" ifadesiyle hicretin her çağda var olacağına işaret buyurmazdı. Yine -şayet hicret sıradan bir olay olsaydı- Hz. Ömer (ra) onu takvim başlangıcı yapmazdı.

Bu itibarla, onu yılda sadece bir veya birkaç gün değil, zaman zaman gündeme getirmek ve üzerinde defalarca düşünmek mecburiyetindeyiz. Okuyacağınız makale işte bu maksatla kaleme alındı: Hicretin üzerinde düşünmek ve dersler çıkarmak… Dilerseniz önce tarihin sayfalarını çevirerek miladi 622 yılında duralım.

TARİHTEN BİR SAYFA

Vefakâr eşi, cefakâr hayat arkadaşı, çocuklarının annesi Hz. Hatice'yi; ve biricik hâmisi, amcası Ebu Tâlib'i kaybeden Resul-i Ekrem için günler acılarla başlıyor, hüzünle bitiyordu. Bu yüzden o sene, müminlerin dilinde "Hüzün Yılı" adını alıyordu.

Hüzün üstüne hüzün yaşayan Sevgili Peygamberimiz, Tâif'teki akrabalarından da kendisine kucak açan bir hâmi bulamamış ve tekrar Mekke'ye dönmüştü. Artık, Medine'ye hicret edenlerin ardından, kendisine gelecek hicret emrini ve iznini beklemekteydi Rabbinden… Aslında Medineli müminler O'nu canları pahasına koruyacaklarına dair söz vermiş ve Medine'ye davet etmişlerdi. Ama O, mukaddes vazifesini, kendisine verilecek ikinci bir emre kadar Mekke'de devam ettirmeye kararlıydı. Çünkü O, Hz. Yunus'un düştüğü hataya düşmek istemiyor ve görev yerini Allah'ın izni olmadan terk etmeyi düşünmüyordu.

Tarih, milâdi 9 Eylül 622'yi gösterdiğinde, giden her bir muhacir müminin ardından endişeleri artan Mekke müşrikleri, Ebu Cehil önderliğinde Dârün-Nedve'de bir araya gelip önemli kararlar alacakları bir toplantı düzenlediler. "Bir gün gelip Muhammed de Medine'ye göçecek olursa kendileri için asıl tehlikenin ve tehdidin o zaman başlayacağını" gündeme getirerek, "bu işi vakit geçirmeden burada bitirmeleri gerektiğini" söyleyerek söze başladı Ebu Cehil… Hain ve sinsi planını ise şu sözlerle bitirdi: "Eğer Muhammed'i her kabileden seçeceğimiz kişilerden oluşturacağımız bir gruba öldürtecek olursak, Hâşimoğulları hiç kimseye kan davası açamaz!.."

Onlar bu planları yaparken, Allah da onlar için bir plan yapmaktaydı. Aşağıdaki ayet-i kerime'de ifade edildiği üzere, bu durum Hz. Cebrail (as) vasıtasıyla Sevgili Peygamberimize bildirildi:

"Hatırlar mısın? İnkârcılar seni tutuklayıp etkisiz hale getirmek veya öldürmek; ya da seni yurdundan çıkarmak hususunda tuzaklar kuruyorlardı. Onlar senin için bunları yaparken Allah da onların tuzaklarını bozuyordu. Elbette ki Allah onların tuzaklarını boşa çıkaranların en hayırlısıdır." (Enfâl, 30)

Hemen Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, hiç gitmediği bir vakitte Hz. Ebu Bekr'e giderek hicret izninin ve emrinin geldiğini haber verdi. Nice bir zamandır bugünü bekleyen Sadık Dost, heyecanla karşıladı Efendimizi, can kulağıyla dinledi söylediklerini… Sevgili Peygamberimiz uzun yola dayanıklı develer satın alması talebiyle bir miktar para verdi Ebu Bekr'e… Plan gereği, gece yarısından sonra hareket ederek Mekke'den ayrılacaklar, düşmanı yanıltmak için Medine'nin tam aksi istikametinde, Mekke'nin güneybatısındaki Sevr dağındaki mağarada üç gün geçireceklerdi. Yol kılavuzluğu konusunda tecrübeli bir isim olan Abdullah b. Ureykıt ile anlaşılacak ve üçüncü günün sabahında Sevr Dağı eteğinde buluşularak Medine'ye doğru yol alınacaktı.

Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz evine dönerek sevgili yeğeni Hz. Ali'ye birtakım vazifeler verdi. Buna göre, Hz. Ali, Peygamberimizin yatağının boş görünmemesi için O'nun yerine yatağına uzanacak, sabah olunca, kendisine Efendimizin emanet ettiği malları tek tek sahiplerine ulaştıracak ve yola revan olarak peşlerinden giderek Peygamberimizin kafilesine yetişecekti.

Gece yarısı olunca Sevgili Peygamberimiz evinden ayrılarak Hz. Ebu Bekr'in evine gitti ve birlikte Mekke'nin dışına doğru yol aldılar. Bir süre sonra yüksek bir tepeden Mekke'ye dönerek son bir kez bakan Efendimizin gözünden yaşlar, dilinden hüzün dolu şu cümleler döküldü:

"Ey Mekke! Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde benim için en değerli belde sensin. Şayet kavmim seni terk etmeye mecbur bırakmasalardı, ben asla senden ayrılmak istemezdim."

Sevr Dağına tırmanıp mağaraya sığınan iki dost, kendilerini Allah'a teslim etmişlerdi. Kul olarak ellerinden geleni yaparak artık bundan sonraki yardımı O'ndan beklemekteydiler. Ertesi gün onu yatağında bulamadıkları için neye uğradıklarını şaşıran Mekke müşrikleri her yana insanlar salarak, mutlaka yakalanmaları için 100 deve gibi astronomik ödülü bile gözden çıkarmışlardı. Umdukları gibi olmadı ve Medine yolunda bulamadılar Hak yolcularını… Bu kez, çevredeki her bir mağara dahil olmak üzere, her yer aranmaya karar verildi. Nihayet Sevr'in tepesine kadar çıkıp mağaranın ağzına kadar geldiler. İşte o esnada, Sevgili Peygamberimiz, endişelenen Hz. Ebu Bekr'e: "Üzülme. Allah elbette bizimle beraberdir" diyerek onu teselli ve teskin etti. Müşrikler, bir çift güvercin ile bir örümceğin ördüğü ağa takılıp kaldılar. Böylece Allah Teâlâ, Habib-i Edîbi ve Sadık Dostunu sadece bu iki küçük ve zayıf varlık ile korumuş oldu.

Mağarada geçirilen üç günün sonunda develeri getiren kılavuz ve Hz. Ebu Bekr'in hizmetçisi Âmir b. Füheyre'nin de kafileye katılmasıyla 1 Rebiülevvel (13 Eylül 622) tarihinde yola çıkıldı ve 8 gün süren yolculuk sonunda Medine'nin yakınlarındaki Kubâ Köyüne varıldı. Bu sırada takvimler 8 Rebiülevvel 622'yi gösteriyordu. Kubâ'da kaldığı dört gün zarfında bir mescid inşa eden Sevgili Peygamberimiz bir Cuma günü, Rânûna'da kıldıkları ilk Cuma namazından sonra Medine'yi şereflendirdiğinde garip bir tevafuk ile tarih yine 12 Rebiülevvel idi. 571 yılının 12 Rebiülevvel sabahında dünyamızı nura döndüren Sevgili Peygamberimiz, 622 yılının 12 Rebiülevvel gününde ise öğlenden sonra bu kez Yesrib'e nurundan nurlar saçarak giriyor; şehrin adını Medinetül-Münevvere'ye; dualarıyla suyunun tadını âb-ı zülâle, toprağının tozunu ise müminler için şifaya döndürüyordu.

HİCRETİN MUTLULUK ŞARKISI

Yüce Resûl'ü (sav) Seniyyetül-Vedâ denilen mevkide en güzel elbiselerini giymiş Medineli kız-erkek çocuklar ve tüm müminler heyecanla bekliyorlardı. Bir Dolunay'a benzettikleri Peygamberimizi, o anda gönüllerine dolan ve asırlarca dillerden düşmeyecek güzellikteki şu sözler ve nağmelerle karşılıyorlardı:

Dolunay doğdu üzerimize Veda tepelerinden.
Şükür gerekti bizlere Allah'a davetinden…
Ey içimizden seçilen Kutlu Elçi!
Sen uyulması gereken yüce bir davetle geldin.
Gelişinle şehrimizi şereflendirdin.
Ey Allah'a çağıranların en hayırlısı hoş geldin!..
Sen Güneş'sin sen Dolunay'sın. Sen nur üstüne nursun.
Sen Süreyya Işığı'sın. Ey Sevgili! Ey Resûl!..

Sadece tarihî bir hadise olarak bile böylesine anlamlı hatıralar taşır hicret… Onu farklı yönlerden ele alacağımız bir sonraki yazımızda buluşmak üzere, Hicrî yeni yılın, Ümmet-i Muhammed ve tüm insanlık için; özellikle çağımızın mağdur ve mazlum muhacirleri için hayır ve bereket kapılarının açılmasına, belâ ve musibetlerin kalkmasına vesile olmasını niyaz ederim.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN