Arama

Ekrem Demirli
Kasım 25, 2017

"Önce söz vardı"eli kalem tutan hemen herkesin aşina olduğu bir deyimdir. Bununla birlikte 'meşhûrat' sınıfına dâhil olan her ifadenin kaderi gibi gerçek anlamı ile algılanışı arasındaki mesafenin de açıldığı bir deyimdir. Yazının-sözün ehemmiyetini vurgulamak üzere sıkça tekrarlanan cümle, gerçekte tanrı-evren irtibatını izah etmek üzere teolojik bir muhtevada ortaya çıkmıştı.

Metafizik bir ilkenin böyle yaygınlaşabilmesinin ana sebebi, okur-yazar insanların kendi ilgilerine ve mesleklerine meşruiyet kazandırabilecek güçlü bir dayanağı burada bulabilmiş olmasıdır: Kalem erbabının "sermayesi' olan söz her şeyden önce ise, buradan bir iktidar alanı devşirmek ve ideal bir toplum hiyerarşisi hakkında akıl yürütmek mümkündür. Toplum 'söze' ve söz sahiplerine kıymet verirse doğru yolda ilerler, sözü ve ehlini ihmal ettiğinde ise yanlış yola savrulur. Böyle yüzeysel bir yorum cümlenin teolojik bağlamına mutabık düşmese bile, doğruluktan bütünüyle hali de sayılmaz; en azından düşünce tarihinde kendisine karşılık bulabilecek 'muharref' bir yorum olarak mazur sayılabilir. Mesela Grek filozoflarının toplum telakkisiyle deyime baksak, bilginin ve filozofların öteki şehrin önünde bulunmasıyla böyle bir yorum arasında irtibat arayabiliriz: hakiki şehir bilgiye göre kurulur ve ilkenin bilgisini getiren filozof toplumsal hiyerarşinin başında olmalıdır. Modern dünyanın köklerini teşkil eden Grek dünyasının bilgi ve toplum anlayışı böyle şekillenmişti. İlk tabiat filozoflarının evren telakkisiyle de bu deyim yorumlanabilir. Onlar evrendeki çokluğun sebebini araştırırken başvurdukları 'birlik' ilkesi ile söz arasında irtibat kurulabilir. Her şeyden önce gelen söz birlik ilkesi anlamı kazanarak çokluğu önceler. Ancak yine de deyimin gerçek anlamını idrak etmiş olmayız.

KADİM VE HADİS İRTİBATI: ÖNCE KİM VARDI VE SONRA NE OLDU?

'Önce söz vardı' Yuhanna İncili'nin ilk cümlesidir: 'Önce Kelime (söz) vardı" diye başlar dört İncil'den biri! Dikkatimizi çekmesi gereken ilk şey, cümledeki 'önce'nin zaman dışı anlamıdır: Kelime zaman içinde var olan iki şeyin sıralanışını anlatan bir edat olarak yorumlanamaz. 'Önce' zamanın da dâhil olduğu her şeyden önce gelmek demektir. Onunla eş anlamlı kelime belki kadim veya ezeli olabilir. 'Önce söz vardı' derken zamanın öncesinden bahsettiğimizi akılda tutmak gerekir. İnsan zihni zaman ve mekânı dikkate almadan düşünemez, bunu biliyoruz. Bu nedenle zihnimize gelecek ilk soru, sözün mekânı olacaktır: Her şeyden önce olan söz nerede bulunmaktadır? Doğrusu akla gelmesi gereken başka bir soru onu kimin söylediği de olabilirdi, fakat mekân sorusundan giderek sahibine ulaşabiliriz. Yuhanna İncili kadim sözün nerede olduğunu beyan ederken 'Söz Allah katındaydı' der. Böyle bir açıklama merakımızı daha da kışkırtırken aynı zamanda düşünceye istikamet vererek söz üzerinde odaklanmamızı sağlar. 'Allah katında' tabiri anlaşılması çetin bir ifadedir. Mekândan münezzeh Allah'a mekân izafe etmek, tenzih ilkesiyle çeliştiği gibi böyle bir tabir kullanmak insanı soyut düşünceden hayale ve vehme yaklaştırarak hakikatten uzaklaştırır. Hakikat her zaman akılla bulunamaz, bu doğru! Lakin hakikati idrak edebilmek için duyulur varlık alanından 'tecerrüt' ederek aklî âleme yükselmek gerekir. Metafizikçiler bu terakkiyi 'nefis yerinden (arz) uzaklaşarak akıl semasında dolaşmak" diye anlatır. Her halükarda mekânın Allah'a izafesinden söz ederken zihnimiz soyut düşünceden kopar ve 'mekânı önceleyen mekân' olarak 'Allah'ın katı' tabirini somutlaştırır.

'Allah'ın katı' tabirine anlam vermek istediğimizde karşımıza ilahi nitelikler çıkar. Her şeyden önce gelen kadim ve yaratılmamış 'söz ilahi bilgide' olmalıdır. Bu durumda neyden söz ettiğimiz daha belirgin bir anlam kazanır. Biz insanın sözünden veya düşüncesinden söz etmiyoruz; 'kadim söz' Allah'ın bilgisiyle ilgilidir veya yaratılışı önceleyen şey Allah'ın bilgisidir.

Yuhanna İncili'nin üçüncü cümlesi ise meseleyi çözmek yerine olabildiğince karmaşıklaştırarak 'Kelime Tanrı idi' der. İslam ilahiyatının hâkim kanadı ile –kadim ilahi sıfatları kabul edenler- Hristiyan ilahiyatının büsbütün ayrıştığı yer burasıdır: âlemin ilkesi olan kadim sözü veya ilahi bilgiyi Tanrı ile özdeşleştirmek!

Hristiyan ilahiyatı âlemin ilkesi olan kadim sözü Hz. İsa ile özdeşleştirerek somutlaştırır. Bu durumda 'önce ne vardı?' sorusu 'önce kim vardı?' şeklinde sorulmayı iktiza edebilir. Bu yorumla, önce Hz. İsa ile özdeşleştirilen kadim söz vardı ve henüz zaman veya başka bir şey yoktu. Bu durumda sözün yaratılışından veya bir zamanda var oluşundan da söz edemeyiz; o yokluğu tasavvur edilemeyecek şekilde her zaman var olandır. Hristiyan ilahiyatındaki bu somutlaştırıcı tavır, Müslüman ilahiyatı tarafından tutarlı bir şekilde eleştirilecek, tenzih ilkesine aykırı bulunarak şiddetle reddedilecekti. Bu nokta, yani sözün ilahi bilgide kabul edilmesinin ardından tanrı ile özdeşleştirilmesi, Hristiyanlığın en önemli iddiasıdır. Gerçekte Hristiyanlık adını da anlamını da buradan alır: Artık Hz. İsa vahiy getiren bir peygamber değil, ilahi hakikatin kendisi sayılarak dinin ve varlığın merkezine yerleştirildi. Sözü Hz. İsa ile Hz. İsa'yı ise Tanrı ile özdeşleştiren Hristiyanlık, düşünce tarihinin en karmaşık ve çelişkili düşüncelerinden birisinin ortaya çıkmasına yol açtı: teslis! Belki de düşünce tarihinde insanlığı bu kadar uğraştırmış başka bir konu yoktu.

Buraya kadar deyimin Hristiyan ilahiyatındaki seyrine değindik; bir sonraki yazıda ise İslam ilahiyatındaki seyrine bakacağız.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN