Arama

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Temmuz 24, 2018
Hz. Peygamber’i örnek almak (III)

1987 yılı Ramazanında Filistin'de Siyonist devletin yaptığı zulmü kınamak ve hakka şahidlik etmek üzre Beyazıt'ta bir miting yapmıştık. Ben de katılmıştım. Birileri dedi ki; "ya bu nereden çıktı, İslam'da böyle bir şey var mı, böyle gösteri protesto olur mu?" Son derece garipsenecek bir tavır ve yaklaşım biçimine ne demeli, bilmiyorum. O günlerde Londra'da bir kongre yapılacaktı. Bir konu ile ilgili bizden tebliğ istediler. Ben de o kongreye giderken, "İslam tarihinde ilk mitingler" diye bir tebliğle gittim. Mekke'de yapılan ilk mitingler nelerdi? Nasıl yapılmıştı, hangi gün yapılmıştı, nasıl olmuştu? Onlarla ilgili bir tebliğ hazırlayıp gittim. Hz. Ömer'in Müslüman olduğu gün Hz. Ömer'in önderliğinde yapılan gösterinin, İslam tarihindeki ilk meydan eylemi ve protesto gösterisi olduğunu ve bir şanlı bir mücadelenin meydanlardaki ilk yansıması olduğunu anlattım. Müslümanlar o gün Mekkelilere "Biz burada varız" dediler. 'Ve artık biz varız, Mekke'nin bütün despotluğuna rağmen, bütün şirkine rağmen, bütün baskısına rağmen biz buradayız. Ve Mekke'de artık Müslüman bir kitle vardır haberiniz olsun. Ey Uzza'nın peşinden gidenler, Hubel'in peşinden gidenler, Hubel'i örnek edinenler, Hubel'in dinini ve ilkelerini kabul edenler bilin ki burada Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) etrafında Ebubekir var, Ömer var, Osman var, Ali var, Abdurrahman var, Bilal var, Habbab var, Yasir var ve bir kitle var. İster kabul edin ister etmeyin. Biz artık burada varız, demişlerdi. Ve mücadeleleri öyle başlamıştı. Bu mücadele, o günde Hz. Ömer'in Müslüman olduğu günde başlayan bir süreçti. Hatta Sümeyye'nin şehid olduğu günü yâd ediyorlardı. Sümeyye'den evvel İbn Ebi Hâle adında bir genç şehid olmuştur. Bu İbn ebi Hâle'nın ismi pek fazla bilinmiyor. Ama kaynaklarda şöyle geçiyor: Müşrikler bir ok atıp o genci şehid ediyorlar. Onun şehid edildiği gün mücadele başlıyor. Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk tebliğ döneminden, ta Tebük Seferi'nin sonuna kadar süren bir mücadele. Artık bütün Arabistan Yarımadası İslam'a boyun eğmiştir. Veda Haccı yapılacak ve Veda Haccı'ndan sonra son mesajlar verilecektir. Resulullah'ın mücadelesi hiçbir zaman çıkar ve maslahat gözetilerek yapılan veya pragmatizme dayalı bir mücadele değildi. Acaba bunu söylerken müşrikler ne der? Üzülür mü? Kızar mı? şeklinde hiçbir zaman dememiştir. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Tebük seferi öncesinde: acaba Suriye'ye bir sefer düzenlersek, Bizans'ı ve İran'ı kızdırır mıyız? Yani bugünkü söylemle bir iş yapmak istesek Amerika ve Rusya veya Birleşmiş Milletler ne der? Gibi bir yaklaşımı olmazdı. Böyle bir tavrı yoktu onun. Onun tavrı gayet net idi. Ve özellikle o Abese Suresi'nin indiği günden itibaren Rabbi tarafından sürekli yönlendirile yönlendirile gittiği için onun o mücadelesinde asla bir yumuşaklık da göremezsiniz. Ve gerektiğinde tebliği, onun gayet tabii ki en tatlı sözler, en güzel yollarla, en tatlı kelimelerle Allah'ın yoluna davet ederek yaptığı muhakkaktır. Fakat yeri geldiği zaman da onlara karşı sert ve net oluyordu, Kâfirlere karşı asla taviz vermiyordu. Bu tavır Allah'ın ona bir emri idi. Yeri geldiği zaman bütün yiğitliğiyle o mücadelenin şanına ve şerefine yakışır tevhid inancını ümmetin bütün zerrelerine işlemek üzere tavrını onlara öğretmişti. Böyle yapılması gerektiğini öğretmişti. O mücadele tavrının geleneğini sürdürmek isteyenlere ne mutlu. O mücadelenin kıyametin sonuna kadar sürmesi gerektiğini o Uhud günündeki o sıkıntılı anlardan sonra, Hz. Ömer'in "kahrolsun Hubel" diye bağırdığı an ile bugünkü gençlerin "kahrolsun Amerika", "kahrolsun İsrail" diye bağırdıkları an hiç de farklı değildir. Aynı şeylerdir. O gün Hz. Ömer, "kahrolsun Hubel" diyordu, Hubel'e karşı meydan okuyordu ve tevhid inancını haykırıyordu, La ilahe illallah'ın ne demek olduğunu hâliyle anlatıyordu. Bugünkü küfre ve zulme karşı da aynı tavrı sürdürmek ümmetin bir görevidir.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu mücadeleyi sürdürmüş ve ashabına hep sabır tavsiye etmiştir. Diğer taraftan Resulullah'ın bir baba olarak şefkatine merhametine bakıyoruz. Mükemmel bir baba ve harika bir dede idi. Onun çocuklarına karşı olan tavrı ve merhameti, yalnız kendi çocuklarına değil Medine'nin bütün çocuklarına olan tavır ve yaklaşımdı. Sokaklardan geçtiği zaman her çocuğun başını mutlaka okşardı. Çenelerini tutardı, çenelerinin altını okşardı bu şekilde severdi gençleri ve çocukları. Bunun yanında Hz. Hüseyin'i bir dizine, Hasan'ı bir dizine oturtur onları alnından öperdi. Hatta bir başka rivayette Usame'yi, Hasan'ı ve Hüseyin'i birlikte kucağına alırdı. Usame onlardan biraz daha büyük olmasına rağmen onu da torunu gibi, aynı ortamda büyüdüğü için, çok seviyordu. Usame'ye karşı olan muhabbeti çocuklara nasıl davranılması gerektiğini bize öğretmiştir. Yani bir baba nasıl olunur ve bir dede nasıl olunur ondan öğreniyoruz.

Bir başka olay da şöyle anlatılır: El-Akra İbn Habis Resulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) gelince, Resulullah'ın yanında farklı bir manzara görüyor. Resulullah bebeleri kucağına almış yüzlerini gözlerini öpüyor. Olaya şaşıran İbn Akra; "Siz Müslümanlar çocukları böyle mi seversiniz? diye sorunca Resul-i Ekrem: "Evet böyle severiz." buyuruyor. El- Akra: "Benim on tane çocuğum var şimdiye kadar hiçbirini böyle öpmedim." diyor. Tabi cahil bir kabile reisi son derece kaşları çatık haşin, daha İslamî eğitimden geçmemiş bir adam. Resulullah ona diyor ki: "Allah senin kalbinden merhameti almışsa ben sana ne yapabilirim." Bu şekilde onu yumuşatmaya çalışıyor. Nihayet el-Ekra' bir çöl bedevisi idi, ama Müslüman olduktan sonra huyu değişiyor eğitilmiş bir kişi oluyor. Hatta Hz. Ömer devrindeki ordu kumandanlardan birisi olacaktır. Bir kabile reisi olarak kabiliyetleri olan bir insan. Fakat patavatsız bir adam. Resulullah'a hitap ederken daha eğitimden geçmediği için kaba davranır, ancak Hz. Peygamber asla ona kızmaz. Ona "Ya Resulullah" demiyor, şöyle hitap ediyor: "Muhammed! ben Müslüman olacağım, ama bir şartım var. Bunu kabul edersen kesin Müslüman olurum." Resulullah: "Nedir şartın" diyor? Kaba bedevi: "Benim çok güzel iki hanımım var. Bunları sana vereyim bana Aişe'yi ver." diyor. Düşünün bize böyle bir laf söylendiği zaman ilk yapacağımız şey elimizin silaha gitmesidir… Yani bir Kureyşli için bu söz söylenir mi? Ama o bir peygamber idi. İnsanlara dini nasıl anlatacağını en iyi bilen oydu. El-Ekra'a verdiği cevap çok manidardır: " Hayır dinim buna müsaade etmiyor." diyor. Ona, dini ve hükümlerini anlatıyor. "Ben bir Kureyşliyim sen benden nasıl hanımımı istersin öldürün şu adamı" demiyor. Dinin buna müsait olmadığını yumuşak sözlere anlatıyor. Onun örnekliği işte burada.

Bir baskı karşısında, belki bir zulüm karşısında bile soğukkanlılığını muhafaza etmek suretiyle dinin gerekliliğini yerine getirmek için örnek oluyor. Çünkü bir din bu.

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN