Arama

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Nisan 29, 2018

(Bugün 29 Nisan 2018 Kûtu'l-Amara zaferinin 102. Yıl dönümü)

Bedir savaşından günümüze kadar gelen şanlı tarihimiz zaferlerle doludur diye zaman zaman şeref duyduğumuz gibi zaman zaman da yaptığımız yanlışlıklardan dolayı kaybettiklerimizi de dile getirmek ilmi bir gelenektir ve akademik bir yaklaşımdır.

Kutu'l-Amara zaferinin yıldönümü münasebetiyle tarihî bir anı değerlendirirken dünya tarihinde farklı bir günü andığımızı bilmemiz gerekiyor. Üzerinde güneşin batmadığı iddiasıyla dünya emperyalizminin başını çeken İngiltere'nin Osmanlı ordusu karşısında büyük bir hezimete uğraması, 13.500 askerinin ve onlarca subayının esir düşmüş olması herhalde tarihi bir hakikati ortaya koyuyor.

Genellikle tarihte kendi topraklarının dışına çıkıp da başkalarının topraklarına girenler farklı amaçlarla giderler. Bazen dinlerini yaymak, ilim ve bilgiyi taşımak için kendilerinin sahip olduğu ilmi birikimi diğer coğrafyalardaki insanlarla paylaşmak için giderler. Adaleti yaygınlaştırmak, kardeşliği perçinleştirmek için bu dış ülkelere veya dış sınırlara doğru uzanmaların olduğunu biliyoruz. Gerçekten dinin anlatılması, adaletin yayılması ve ilmi verilerin bütün dünya halkları ile paylaşılması için sınırlar ötesine yapılan akınlardaki gayeler farklıdır.

Bazen de bunlar çok değişik şekillerde tezahür eder. Müslümanlar Medine'den ilk çıktıkları günden Kûtu'l-Amara savaşının olduğu güne ve hatta günümüze kadar sınır ötesine gittikleri zaman orada yaptıkları ilk iş bir medrese yani bir okul açmak, bir cami ve bir hastahane inşa etmek, bir aş evi kurmak, köprü yapmak, hayır ve sanat için her türlü kurumu oluşturmak ve bütün bunları insanlığın hizmetine açmaktır.

İşte Müslümanlar bunları Kuzey Afrika'dan başlayarak Endülüs'e, daha sonraları Balkanlar'a Kafkasya'ya bu kurum ve hizmetleri götürmüş ve ilmi verilerle dünyanın aydınlatılması gerektiğine inandıklarından dolayı ilmi ve ilmin ürünlerini Medine'den, Bağdat'tan, Şamdan ve Kahire'den taşımak suretiyle Kuzey Afrika'ya ve Endülüs'e, İstanbul'dan Balkanlara ve Kafkasya'dan Orta Asya'ya kadar ilmi taşımak üzere buralara gitmişler ve buralarda gerçekten eğitim kurumları ile birlikte her türlü altyapıyı hazırlamak üzere gerekli çalışmaları yapmışlardır. Ama bunun karşısında Batı emperyalizminin mensupları ve temsilcileri başta tarih boyunca İngiltere, Fransa, Hollanda, İtalya ve Rusya devletleri girdikleri toprakları işgal ederlerken oraya hiçbir şey götürmeden sadece işgal etmişlerdir. İşgal ettikleri bölgelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sömürmek üzere oralara yerleşmişlerdir.

18. ve 19. yüzyılda Sanayi Devrimi ve sonrası dönemlerde Avrupa Medeniyeti, İslam medeniyetinin verileri üzerine yükselirken kendisine ait olmayan bilgileri kullanarak belli bir seviyeye ulaşmıştır.

Ama Avrupalı işgalci ve sömürgeciler sahip oldukları ilmi birikimi Uzak Doğuya, Hindistan'a ve Afrika'ya gittiklerinde götürmediler. Hollanda, Endonezya'yı 300 yıl müddetle işgal edip sömürürken hiçbir ilmi veriyi oraya taşımamıştır. Bilakis Endonezya'nın bütün zenginliklerini, korsanlıklarını gerçekleştirdikleri gemilerinden başka hiçbir şeye sahip olmayan Hollanda topraklarına taşımışlardır. Aynı şekilde İngiltere'nin 19. ve 20. yüzyılın başında sahip olduğu medeniyetinin bir gramını Hindistan alt kıtasına taşımamıştır. Fransa Afrika'da işgal ettiği başta Cibuti olmak üzere hiçbir devlete hiçbir şey kazandırmamıştır. Ama buraları işgal etmiş, sömürmüş ve bu ülkelerin zenginliklerini kendi ülkelerine taşımışlardır.

Fransa ve İngiltere'de en büyük metroların Londra ve Paris'te olduğunu övünerek anlatırlar. Hollanda'nın Rotterdam'da Mans Denizi'nin altından tünel kazmak suretiyle 19. yüzyılda metro inşaatını dünyaya iftiharla anlatıp durduğu söylenir. Ama bunları Afrika'dan, Surinam'dan ve özellikle Cezayir ve Sudan'dan götürdükleri esirlerle bu metroları kazma kürekle elektrik gücünün olmadığı bir dönemde esir Müslümanlara yaptırdıklarını söylemezler. Paris ve Londra'da beş altı katlı metrolar şehrin altında yapılırken herhalde bunları İngiliz, Fransız ve Hollandalı ameleler yapmadı. Bu metroları İngiliz ve Fransızların kırbacıyla Cezayirler, Afrikalılar, Sudanlılar ve Hindistanlılar yaptı. Ayrıca bu işgallerin sonunda da girdikleri şehirleri talan ettiler ve bugüne kadar talan etmeye devam ediyorlar.

İngiltere'ye British Museum'da tuttukları 600.000 Arapça yazma eseri nereden getirdiğini sormak gerekir. Bu eserleri Londra'nın bilim adamları mı yazdı? İngiliz ilim adamlarının yazdığı eserler miydi bunlar? 600.000 Arapça eserin Tıp, Matematik, Tarih, Coğrafya, Cebir, Kimya, Fizik ve Astronomi alanlarında yazılmış olan bu yazma nüshaların İngiltere'de ne işi var? Ama İngilizler Kutu'l-Amara'da mağlup olmalarına rağmen 1916'da Bağdat'a girdiklerinde sahip oldukları bilgi ve teknolojiyi götürmediler. Ancak Müslüman alimlerin 1300 yıllık ilim tarihinde telif ettiği ve medeniyetimize ait bütün bu yazma eserleri kelimenin tam anlamıyla çalarak Londra'ya taşıyıp götürdüklerini biliyoruz.

Bunun yanında bu yazma eserler bir tarafa, Sümerlerden beri bölgede bulunan tarihi eserleri gemilere yükleyerek müzelerinde sergilemek üzere götürdüler, bütün dünya buna şahittir. Diğer taraftan Mısır'ı işgal ettiklerinde Cenabı Allah'ın "Bugün seni biz bedeninle, o etinle kemiğinle koruyacağız", diye Kur'an'da buyurduğu Mısır firavunu ikinci Ramses'in çürümeyen cesedini alıp müzelerine götürdüler. Kısaca Fransızlar da, İngilizler de Mısır'ı işgal ettikleri zaman ülkede eser bırakmayıp hepsini Paris'e, Londra'ya taşıdılar. İşte bu bir emperyalizmdir, bu bir hırsızlıktır, bu bir sömürüdür. Kutu'l-Amara'da derslerini aldılar ama yine o emperyalist duyguları devam ediyor. Kısaca Afrika ve Asya'da Avrupa medeniyetinin hangilerini görebiliyoruz. Buralarda medeniyet eseri diyebileceğimiz hiçbir şeyi bırakmadan alıp alıp götürdüler.

Bunun yanında Müslümanların Endülüs'e, Malta'ya, Güney İtalya'ya ve Balkanlar'a taşımış oldukları ilmi veriler herkesin malumudur. Müslümanlar gittikleri her yerde ilmi, güzelliği, ahlakı, adaleti, yayarlar. Ama Batılı emperyalistler gittikleri yerden sadece alıp götürürler, hatta kaba tabiriyle çalıp çalıp götürüyorlar.

Onların orada ne işi vardı. 18. ve 19. Yüzyıllar boyunca oradaki petrole ve doğal gaza gözlerini dikmişlerdi. Bütün hedefleri yer altı ve yer üstü zenginlikleri ülkelerinin lehine çevirmek için bu işgalleri yapıyorlar.

Bu sömürgeci devletler Osmanlı'ya hasta adam yaftasını yapıştırmak suretiyle altı yüz yıllık koca bir devleti parçalamanın yollarını hep aradılar. Hasta adam eğer gerçekten hasta olsaydı neden Birinci Dünya Savaşı'nın hiçbir cephesinde yenilmedi, Bugün tarihi bir gerçek olarak Osmanlı ordularının Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa'ya ve İngiltere'ye karşı verdiği mücadelenin hiçbir cephesinde yenilmediğini herkes biliyor. Bu hasta adam diye ifade ettikleri günlerde Sultan Abdülaziz zamanında Osmanlı donanması dünyanın en büyük donanmalarından birisiydi. Ama maksatları o hasta adamı, olmadığı halde hasta olarak göstermek ve onun mirasını paylaşmak idi. Bu yedi düvele karşı savaş veren hasta adam hiç de hasta değildi. Bugün ise bakıyorlar ki, o hasta adam dirilmiş zapt edilmez bir adam olmuş şimdi de tekrar ne yapacakları hususunda planlar kurup duruyorlar. Kısaca Türkiye'yi durduramadıkları için önünü kesmeye çalışıyorlar ve nihayet emperyalizm devam ediyor. Son elli yıldır İslam dünyasındaki diriliş hareketlerini yakından izleyen Batı dünyası bu uyanışı emperyalist duygularla durdurmaya çalışıyorlar. Bütün dünya alem bilsin ki Kûtu'l-Amara savaşının neticeleri her zaman zahir olacaktır. Bu ve benzeri zaferlerimiz her zaman tekrarlanacaktır. Her türlü hile ve oyunlarını ortaya koymak suretiyle bu İslam dünyasının yeniden medeniyetini İhya hareketlerinin farkına varmış olarak durdurmaya çalışıyorlar ama durduramayacaklardır.

Onlar İslam medeniyetinin yükselişini çok uzaklarda görüyorlar ama biz ise o medeniyetin bir zamanlar Bağdat'ta ve Endülüs'te nasıl yüceldiğini gördüğümüz gibi geleceğinin de çok parlak olduğunu şimdiden görüyoruz.

Belki biz o günleri yaşayamayacağız ama ben eminim ki benim torunlarım ve torunlarımın çocukları o günleri görecektir. Çünkü İslam dünyasında son 200 yıldır emperyalizmin ne yaptığının farkına varan bir nesil vardır ve bu nesil bilinçli bir şekilde kendi toprağına kendi milletine, kendi dinine, kendi medeniyetine sahip çıkan bir nesildir ve bu nesiller hep devam edecektir.

Kûtu'l-Amara zaferinin 102 yıl dönümünü kutluyorum. Bütün İslam dünyası kutluyor ve kutlamaya devam edeceğiz bize bunu unutturmaya çalıştılar ama işte bahsettiğimiz o diriliş nesli bunu yeniden ihya ediyor.

Özellikle bizim 1954'te NATO'ya kabul edileceğimiz için İngilizlerin baskısından dolayı Kûtu'l-Amara zaferi tarihimizden ve tarih kitaplarımızdan çıkarılmış ve bir nesle unutturulmuştu.

Biz bu ülkenin insanları olarak kardeşiz, Kürtler, Araplar ve Türkler et ve tırnak gibidir, birbirinden asla ayrılmaz. Kudüs'ün Salahaddin el-Eyyubi tarafından fethedildiği gün gibi, Kûtu'l-Amara'da da Çanakkale'de de bu üç millet birlikte ümmet anlayışıyla hareket ederek emperyalizme karşı omuz omuza savaştı. Bu mücadelesini verirken kardeşçe birbirimizi severek yaptığımızın bilincindeyiz. Bunu devam ettirmenin gerekliliğini son zamanlarda çok yakinen görüyoruz ve hissediyoruz. Ümmetin birliği için her zaman ve her yerde omuz omuza gönül gönüle tutunmaya devam ediyoruz ve devam edeceğiz.

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN