Arama

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Temmuz 1, 2017
Toplumda Kimin Sözüne İtibar Edilir?

Ayrıntıya girmeden bu konuda bir özetleme ile geçersek Zeyd İbn Harise, Hz. Hadice'nin yeğeni tarafından Şam dolaylarında esir diye satın alınıp getirilmiş, Hz. Hatice de onu Resulullah'ın hizmetinde bulunsun diye eşinin hizmetine vermişti. Zeyd de hep Hz.Peygamber'in yanında ve hizmetinde bulunmuştu. O kadar yakınında olduğu için Zeyd'e "Muhammed'in evlatlığı" denilirdi. Kölelikten gelen bu kişiye o gün cahiliye geleneğinde köle gözü ile bakılırdı. Ona kız bile vermek istenmezdi. Asırlar süren cahiliye döneminde, esir ve köle olan insanlara, ikinci sınıf insan olarak, hor ve hakir bir gözle bakılırdı. Bu kişiler her ne kadar daha sonradan özgürlüklerine kavuşturulsa da, toplumda yerleşen yanlış anlayıştan dolayı, konulan bu sınıf farkı engelini aşamazlardı.

Ama İslam toplumunda bu kişi kendisinden çok daha yaşlı ve tecrübeli birilerine kumandan tayin edildi ve asil bir kızla evlendirildi. Hz. Peygamber'in bu uygulamasının sebebi, cahiliye geleneğinde kimlere itibar edileceği anlayışını değiştirmek ve İslam kardeşliğini öne çıkarmak, davaya eski bir kölenin de sahip çıkabileceğini göstermekti. Yanlış yorum ve yaklaşımlar İslam tarafından böyle yıkıldı.

Cahiliye insanları soy bağına önem veriyorlar, insanları kişisel bilgi, beceri, marifet ve erdemliklerinden ziyade, geldiği soya göre sınıflandırıp değerlendiriyorlardı. Halbuki İslâm dini bütün insanları yaratılış bakımından eşit sayıyor ve asla bir sınıf farkını kabul etmiyordu. Bundan dolayı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), cahili gelenek ve anlayışın ortadan kaldırılmasını önce kendi akrabası arasında uygulamaya başlardı. Böylece cahiliye geleneğini yıkmayı ve insanların kardeş ve hepsinin Adem'in ile Havva'nın evlatları oldukları düşünce ve anlayışını yerleştirmek istiyordu. İşte bu yaklaşım ve gayretlerle de cahiliyeye ait bütün anlayış ve gelenekler zaman içinde İslam toplumu ortamında kaybolup gitmiş İslam anlayış ve inancı sınıfsız bir toplum oluşturmuş medeni insanları Medine toplumu içerisinde bir medeniyet şemsiyesi altında toplamıştı.

Bilindiği gibi Resûlüllah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) en önemli tebliğ metodlarından birisi de Allah tarafından gelen emir ve yasakları önce kendisinde uygulaması, şâyet bunları kendi şahsında uygulama imkânı yoksa veya böyle bir imkân bulamamışsa, o emir ve yasakları en yakın akrabasına uygulatmasıydı. Zira ona göre Allah korkusu ve takvâdan başka hiçbir faktör insanlara ayrıcalık getirmemeliydi. Nitekim Kur'an bu konuda "Allah katında en üstün kerem sahibi olanınız, takvâca en ileri olanınızdır" (Hucurât, 49/13) buyuruyordu. Fakat, Cahiliye döneminden beri devam edip gelen imtiyazlı üstün sınıf hakimiyeti, İslam'ın gelişi ile ortadan kalkmalıydı. İslâm toplumu ve medeniyeti eşitlik ve adalet üzerine teessüs etmeliydi.

Ama İslam medeniyetinin alandan çekilip materyalist anlayışın hâkim olduğu bir pragmatist felsefi yorum topluma egemen olunca, ister istemez insanların anlayışı ve bakış açıları da değişmektedir. Bugün toplumda Müslümanlar var, takva ve ilim sahipleri var, ama genel olarak sistem olarak İslam medeniyetinin ilkeleri hakim olmayınca sadece namaz kılan ve oruç tutup hacca giden belki de zekat da veren insanlarımız var. Bu denli Müslümanların yaklaşımları mutlak surette İslamî bir bakış açısına ve imani bir yoruma dayanmalıdır. Eski cahili gelenekte asilzadeler ve zenginler önde planda idi. Onların sözü geçerli olup onlara itibar edilirdi. Kast sisitemi her yerde ve her dönemde kendini az veya çok gösrtemeye devam etmiştir, devam etmektedir. Zaman içinde bu anlayış İslam'ın zihinlere ve kalplere hakim olmasıyla değişime uğrayıp yerine ilim ehlinin, takva sahiplerinin, dava adamlarının sözlerine itibar edilir ve onların dedikleri ile amel edilmeye başlanmıştı.

Bu anlayış İslam'ın emri ve Müslümanların ilkesi ve inanç anlayışı idi. Doğru olanı da buydu. Fakat batıya yüzümüzü döndüğümüz andan sonra namaz kılanlarımız, ibadetlerini eksik etmeyenlerimiz dahi zaman içinde değerlerimizi ve itibar etme anlayışımızı değiştirdik. Şimdi ise, ilim, irfan, samimiyet ve dava kavramlarının yerini para ve maddi imkân mı aldı? diye sormamız gerekir galiba? Bugün itibar, ilim ve dava adamlarına mı yoksa büyük servet sahiplerinin pragmatist sözlerine midir?

Bir ilim ve dava adamının görevi her kim olursa olsun karşısındakine hakkı ve doğruyu söylemek zorundadır. Bu bir iman gereğidir. Eğer ilim ehli ve dava adamları makam ve mevkilerini veya maddi menfaat celbetmeyi düşünecek ve olaylara dünyevileşme gözüyle bakacak olurlarsa ilim ehli ve dava adamı olmaktan çıkarlar. Bu insanların görevi Allah rızası için uyarılarda bulunmaktır. Susmak ve hakkı gizlemek asla onlara yakışmaz. Dünya için hakkı tavsiyeden geri kalamazlar. Sözlerine itibar edilir veya edilmez o ilgililerin bileceği şeydir. Ama bütün samimiyetlerine rağmen onların söyledikleri ve tavsiyeleri değil de, servet, mal mülk peşinde olan "eğniya" sınıfının sözlerine devlet kademelerinde itibar edildiğini görünce üzülmemek elde değil. Demek ki ilimle servet bugün yan yana getirildiğinde servet ağır basıyorsa, üstünlük ilimde, davada ve takvada değil, üstünlük mal, mülk ve paradaysa kötü bir gidişat içinde olduğumuzu düşünmemiz lazım.

Dava adamları hakkı tavsiye etmekten başka bir şey düşünmez, hakkı tavsiye ederken de asla bir çıkar düşünmezler. Onlar ümmetin geleceğini, İslam medeniyetinin yeniden ihyasını ve toplumun temiz olup sağlam temellere oturmasını arzu ederler. Başka bir beklentileri ve niyetleri yoktur. Ama İslamî dava anlayışından uzak, ibadetten mahrum, her türlü fısk ve haram içinde yüzen servet sahiplerinin tavsiye ve önerilerinin nedenlerini düşünmek bile gerekmez. Çünkü onlar merkezdekilere yaklaşınca istekleri ve tavsiyeleri bir dava için değil, menfaat devşirmek içindir. Bunun böyle olmadığını iddia etmek safdilliktir. Herkes dünyevi görüşü doğrultusunda başkalarını yönlendirmeye ve onlardan talepte bulunmaya kalkışacağı da muhakkaktır. İlim dava ve servet, hangisi daha değerli?

O halde bizler iman edenler ve dava sahibi olduğunu iddia edenler birbirimize hakkı ve doğruları tavsiye ederken birilerinin aksi tavsiyelerine ise dikkat etmemiz gerekir… Aman dikkat! bu işlerin sonu ahirete gider. Hesap günü sıkıntılara sebep olabilir. Onun için muttakilerle, Salihlerle, sadıklarla beraber olmak gerektiğinden, fasıklardan ve dünya için adım atanlardan korunmak zorunluluğu vardır unutulmamalı…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN