Arama

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Temmuz 18, 2018
İslam’ı yaşamak ve Hz. Peygamber’i örnek almak

Resulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) anlatmak hem çok kolay hem de hiç kolay bir iş değildir. Ancak mü'min olarak bizim için örnek olduğundan ve bunun onun örnekliğini cenab-ı Allah bize gösterip emrettiğinden dolayı, O'nun örnekliğini O'nun zamanında yaşayanlardan başlayarak kıyamete kadar gelip geçecek bütün mü'minlerin onun hayatını, mücadelesini, yaşama biçimini kısaca her davranışını örnek alması gerekmektedir.

Cenab-ı Allah: "Resulullah'ta sizin için güzel bir örnek vardır." Yani onun her davranışı sizin için bir örnektir. Resulullah'ın kavli, fiili ve takrir ettiği bütün sünnetleri bize intikal eden bütün hadisleri her üç anlamda da ister kavli, ister fiili, ister takriri olsun bizim için önemli örmeklerdir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Peygamber olarak insanların en iyi eğitilmiş olanı, hem de Cenab-ı Allah'ın en sona bıraktığı ve en çok sevdiği Peygamberi olduğu malumdur. Cenab-ı Allah, peygamberler için "biz peygamberler arasında ayrım yapmayız" buyurmaktadır. Peygamberler arasında ayrım olmaz. Hepsi peygamber, hepsi Allah'ın dinini insanlara tebliğ etmek üzere gönderilmiştir. Ama bir başka ayette de "peygamberlerin bir kısmını diğer bir kısmından daha faziletli kıldık" buyuran cenab-ı Hakk peygamberlerin konum ve gönderildiği kitle ve bölgeye göre onlara yüklediği sorumluluk derecelerine göre faziletlendirdiğini buyurur. Resulullah aynı zamanda Habibullah'tır. Habibullah olduğundan dolayı O, Allah katında tek geçerli din olan İslam dininin son peygamberi olarak insanlara vahyin son mesajını bildirmiştir. Artık bundan sonra da ilahi mesaj yani vahiy gelmeyecektir. O, Kur'an-ı Kerim mesajı ile geliyor ve Kur'an'ı insanlara anlatması, öğretmesi ile birlikte Resululllah'ın şahsına baktığımızda sadece bir öğretici değil, sadece bir peygamber değil, aynı zamanda Adem'in Neslinden gelen bir beşer olarak çok iyi bir baba, çok iyi bir eştir. Hanımlarına son derece mükemmel davranan ondan daha iyi bir eş olmamıştır. Çok iyi bir arkadaş, ashabı için bulunmaz bir dost idi. Çok iyi bir önder, böyle bir lider dünya tarihinde yoktur. Çok iyi bir tebliğci, çok iyi bir öğretici, çok iyi bir psikolog, çok iyi bir pedagog, çocukların da dilinden anlar, en yaşlı insanların da dilinden anlar, kadınların dilinden anlar, kölelerin dilinden anlar ve onlara seviyelerine göre hitap ederdi. Hz. Ömer gibi belki cahiliye devrinden beri gelen o sert mizacından da anlar, Hz. Osman'ın, Hz. Ebubekir'in, yumuşak huyluluğundan da anlar, Bilal'in Ammar'ın mustazaflığını bilir ve hepsine önderlik eden, hepsine peygamberlik yapan, hepsini eğiten, hepsine ayrı bir yol gösteren ve tevhid inancını kalplere ve zihinlere en iyi bir şekilde yerleştiren bir öğretmen idi. Şimdi bütün bu yaklaşım ve anlayışına yaşayışına hayat yorumuna baktığınız zaman bunlar bize bildiğiniz şeyler gibi gelebilir.

Yalnız çok sevdiğimiz ve peygamberimiz olduğu için insanlığın en şerefli insanı olduğundan dolayı onu yad etmek de bir ibadet olarak kabul edilmesi gerekir. Bu babta Resulullah bizim için bir peygamber, bir önder, bir kumandan, bir devlet başkanı, bir lider, bir öğretmen, bir eğitmen ve her konuda bir örnek olduğunu ifade ettik. O aldığı vahiy çerçevesinde peygamberliğini en mükemmel bir şekilde yerine getirmişti. O, (sallallahu aleyhi ve sellem) en son konuşmasında veda hutbesinde: "Allahumma hel belleğtu/ Allah'ım ben üzerine düşen tebliği yaptım" diyor. Ve onun sonunda da "Allahumma eşhed/Allah'ım buna şahid ol" buyuruyor. "Ben tebliğ ettim. Yarabbi sen de buna şahid ol" diyor.

Malum peygamberlerin sıfatlarından bir tanesi de tebliğdir. Gelen vahyi, emin sıfatı ile, emanet sıfatı ile onu ümmete anlatmaktır. O tebliğ sıfatını en mükemmel şekilde yerine getirmiştir. Hiçbir şeyi eksiltmeden üzerine ilave etmeden tebliğini yapmıştır. Bunu yaparken de hiçbir kınayıcının kınamasından asla korkmadan, hiçbir şekilde taviz vermeden küfre ve müşriklere asla ve kat'a taviz vermeden onların müdahalesine müsaade etmeden yapmıştır. Kur'an-ı Kerim onu müşriklere taviz vermekten alıkoyuyor. Kalem suresinin ilk ayetlerinde "çünkü onlar Senin taviz vermeni, onlara biraz yaklaşmanı, onlara bir yağ çekmeni istiyorlar. Onların en büyük arzusu odur. Aman sakın yapma." Bunun arkasından inen diğer ayetlere baktığımız zaman Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Peygamberlikteki duruşunu belirleyen ayetler vardır. Allah O'na hitaben: "Sen sana emredileni yap, müşrikleri de boşver" buyuruyor. Onlardan yüz çevir, çekil onların yanından, onlara aldırış etme. Bu ayetler peygamberliğini nasıl icra edeceğini adeta yönlendirme ile kendisine anlatılan ayetlerdir. O'na çizilen yoldur, ilahi bir stratejidir. Hz. Peygamber'in peygamberliği icra ederken, sadece "ey insanlar! gelin Allah'ın dinine girin, iman edin. Allah birdir ondan başka da ilah yoktur, boşverin şu putları" dememiştir. Tevhid inancının insanın bütün zerre ve kürrelerine işlemesi için gayret etmiş, Kur'an'ın adeta tabir caizse ayetlerin satır aralarındaki anlamlarını insanların zihinlerine ve kalplerine yerleştirmiştir. İslam'ın rahat ve mükemmelce en iyi şekilde yaşanması için, mükemmel bir neslin ortaya çıkması için, sahabe neslinin ortaya çıkması için, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) görevini en mükemmel bir şekilde yapmıştır. Ümmete kanatlarını germiş, merhameti ve şefkati, nezaketi ve yumuşak huyluluğu öğretmiştir. O Mekke'deki sıkıntılı günlerde onların bütün acılarını paylaşmış, onlarla hep birlikte olmuş, onları asla yalnız bırakmamış ve tevhid mücadelesini verdiği o işkence günlerinde, o sıkıntılı günlerinde, Bilal'in göğsüne taşların konduğu, Sümeyye'nin ve Yasir'in şehid edildiği, Ammar'ın, Habbab'ın büyük işkenceler gördüğü günlerde hep onların yanındaydı. Hiçbir şey yapmasa bile onun o mübarek ağzından "sabredin" sadece "sabredin" sözcüklerini söyleyip geçmiyordu. Ashabına bunlar geçicidir, geçer falan da demiyordu. Onlara Sabrın ne olduğunu öğretiyordu. Sabrederseniz bir gün gelecek siz hem dünyada hem ahirette kazanacaksınız diyordu. Sıkıntılı günlerde çok olağanüstü olaylar yaşanır. Buradaki bu sabrı öğretmesi harikulade bir olay. Bir başka olay da o Hendek'in kazıldığı günlerde Medine etrafında on bin kişiden oluşan düşman askeri mücehhez bir şekilde gelmiş Medine'yi istila edip peygamberi ve arkadaşlarını yok etmeyi hedefliyordu. O sıkıntıyı atlatmak için hendek kazılıyor. O sıkıntılı günlerde Hendeklerin kazımı sırasında sert bir kayaya rastlayan ashap, kayayı kıramayınca Hz. Peygamber'den yardım istiyorlar. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) gelip balyozla taşa vurup kayayı parçaladığında "Allah-u ekber Konstantiniyye fethedildi, Allah-u ekber Roma fethedildi" buyuruyor. Ve arkasından dönüp diyor ki: "Allah-u ekber Konsantiniye fethedildi, onu fetheden kumandan ne iyi bir kumandan onu fetheden ordu ne iyi bir ordu" O sıkıntılı günlerde ve saatlerde kimisi doğru dürüst yemek yiyememiş, açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlamıştı. Hatta öyle sıkıntılı anlar yaşanıyor ki, öğle ve ikindi namazlarını kılamıyorlar. Akşam üç namazı birlikte kılıyorlardı. Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) namazını kaçıracağı hiç aklımıza gelir miydi? İşte bu sıkıntılı anlarda Resulullah İstanbul ve Roma'nın fethedileceğinden söz ediyor. Ashap bu sıkıntılar içinde: "ya Resulullah şu sıkıntımızı görüyorsun, düşman etrafımızı sarmış, biz burada düşman atlayıp buraya gelmesin diye kazma kürek, aç aç boş midelerle hendek kazıyoruz da Medine'yi koruyamıyoruz, sen Konstantiniyye'nin ve Roma'nın fethinden bahsediyorsun," demiyorlar. Çünkü onlar ona iman etmişlerdi. Öyle bir iman ki son derece tereddütsüz bir iman. Sâkin ve iman ederek "Ya Resulullah önce hangi şehir fethedilecek" diye soruyorlar. O da aynı güven içinde kendinden emin olarak: "Önce İstanbul/Kostantiniyye Heraklieos'un şehri fethedilecek" diyor. Resulullah'ın ashabı tereddütsüz bir şekilde soruyorlar. Önce Roma mı? Konstandiniye mi? Önce konsantiniye diyor. İstanbul bu hadisin vürudundan tan 852 yıl sonra fethedildi. "Roma'nın fethine daha var ama Roma fethedilecektir" diyor. Biz de inanıyoruz ki kesinlikle Roma fethedilecek ve müslümanlar Roma'ya girecekler. Zaten iki sefer deneme yapılmıştır. Bir Kuzey Afrika ve Sicilya adasında hakim olan Ağlebiler, İtalya'nın Riyo şehrine kadar geliyorlar, diğer sefer ise, Fatih devrinde Gedik Ahmed Paşa kumandasında Roma'nın 200 km kadar kuzeyine varılıyor. Gedik Ahmet Paşa 200 km. daha gidebilseydi belki Roma fethedilecekti ve hadisin B şıkkı da tamamlanmış olacaktı. Ama demek ki Allah'ın buna biçtiği zaman var. Roma'nın savaşla değil tekbir ve tehlillerle fethedileceği müjdesini İstanbul'un fethini müjdeleyen Resul haber veriyor.

Konuya devam edeceğiz.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN