Arama

Bir devrin gizli çehresi

Sultan II. Abdülhamid’in Yıldız İstihbarat Teşkilatının faaliyetlerine son verilmesinden sonra aradan geçen yıllarda herhangi bir gizli teşkilata rastlanılmaz. Fakat Balkan Savaşı’nın getirdiği kötü sonuçlardan sonra Osmanlı gibi üç kıtaya hükmetmiş, çeşitli ırk ve mezhepte milletleri idare etmiş bir devlet için gizli modern bir istihbarat teşkilatına mutlak suretle ihtiyaç olduğu anlaşılmasıyla MİT’in atası olarak anılan Teşkilat-ı Mahsusa kurulur. Dünyanın çeşitli bölgelerinde faaliyetlerde bulunan teşkilat, imparatorluğu yıkıcı faaliyetlere karşı içten ve dıştan korumaya çalışır.

Bir devrin gizli çehresi
Yayınlanma Tarihi: 14.8.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 20.05.2020 08:14

TEŞKİLAT-I MAHSUSA'DAN ÖNCE

II. Abdülhamit ve Yıldız İstihbarat Teşkilatı(1880-1908)

XIX. yüzyılın sonlarına doğru devlet istihbaratı geliştirildi, ancak özel çıkarlara hizmet veren bir araç haline getirildi. II. Abdülhamit devrinde yaşanan iç ve dış olaylar, Abdülhamid'i Yıldız İstihbarat Teşkilatı'nı kurmaya sevk etti. Abdülhamit hatıratında "Yabancı devletler kendi emellerine yardım edecek vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişse, devlet emniyet içinde olamazdı. Doğrudan doğruya şahsıma bağlı bir İstihbarat Teşkilatı kurmaya, bu düşünce ile karar verdim. İşte düşmanlarımın Jurnalcilik dedikleri teşkilat budur" ifadeleri ile bu teşkilata neden ihtiyaç duyduğunu belirtir.

II. Abdülhamit'in teşkilat kadrosundan beklediği bir diğer husus, kendi tahtına yönelik komploları ortaya çıkarmaktı. Onun bu yolda yürüttüğü operasyonlar, sadece imparatorluğun içinde yapılmamış, Avrupa kendi karşı gruplaşan Jön Türklerin bulunduğu Paris, Londra, Brüksel, Cenevre ve Ahire gibi şehirleri kapsamıştır.

Abdülhamit'in 33 yıllık yönetimine, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Makedonya'da başlattığı hareket sonunda, 23 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet'in ilanı ile son verildi. İttihat ve Terakki yönetimi, ihtilalden hemen sonra Yıldız İstihbarat Teşkilatı'nı ortadan kaldırmak için harekete geçti. Meclisi Vükela'nın teşkilatın kaldırılmasına dair 29 Temmuz 1908 tarihli kararnamesi ile Yıldız İstihbarat Teşkilatı'nın faaliyetlerine son verdi. II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra yüzbinlerce jurnal saraydan alınarak yakıldı.

Teşkilât-ı Mahsûsa II. Abdülhamid'in siyasetini benimsedi

II. Abdülhamid döneminde benimsenen Panislamizm siyasetinin yürütülmesinde kullanılan değişik mekanizmalar, gerek bu alanda görevlendirilen kişilerin devre dışı kalması gerekse yeni siyasetler oluşturulması yolundaki beklentiler sebebiyle işlevsiz kaldı. Siyasette yeni bir güç merkezi halinde ortaya çıkan Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti kendi istihbarat birimlerine ve fedai teşkilâtına yarı resmî bir karakter kazandırarak bu boşluğu doldurmaya çalıştı bu sebeple II. Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında ciddi bir yetki çatışması meydana geldi. Aslında Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti'nin 1908 öncesindeki muhaberatına bakıldığında, özellikle Batı devletlerinin idaresi altına girmiş Müslüman topluluklarla Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk kavimleriyle irtibat konusunda II. Abdülhamid'in izlediği siyasetten temelde farklılık göstermeyen düşüncelerin örgüt tarafından benimsendiği görülür.

TEŞKİLÂT-I MAHSÛSA NEDİR?

XIX. yüzyıl sonlarında, Osmanlı Devleti'ne karşı ayrılıkçı hareketlerin yoğunluk kazanması ve isyanların gelişmesi, istihbarat ve espiyonaj çabalarını da artırdı.

Balkan Savaşı (1912-1913)'nın sonuna kadar, Osmanlı Devleti'nde geniş olarak istihbarat yapan gizli bir teşkilata rastlanılmaz. Balkan Savaşı'nın getirdiği kötü sonuçlardan sonra Osmanlı gibi üç kıtaya hükmetmiş, çeşitli ırk ve mezhepte milletleri idare etmiş bir devlet için gizli modern bir istihbarat teşkilatına mutlak suretle ihtiyaç olduğu artık anlaşılır. Böyle bir teşkilata sahip olma zaruretini düşünen Harbiye Nazırı Enver Paşa oldu.

İşte Enver Paşa tarafından, Osmanlı'nın siyasi birliğini korumak, ayrılıkçı faaliyetlere karşı koymak amacıyla kurulan istihbarat teşkilatına "Teşkilât-ı Mahsûsa" veya "Umûru Şarkiye Dairesi" adı verilir.17 Kasım 1913'de kurulan teşkilatın ilk başkanı Kurmay Binbaşı Süleyman Askeri Bey, ikinci başkanı Ali Bey Başhampa ve son başkanı ise Hüsamettin Ertürk olduğu bilinir.

Teşkîlât-ı Mahsûsa'nın Veteriner Miralay Râsim Bey'in telkiniyle gayri resmî olarak Eşref Sencer (Kuşçubaşı) tarafından 1898'de kurulduğu ve 1910'da Sultan Reşad'ın onayı ile resmiyet kazandığına dair kayıtların geçerliliği tartışmalıdır. Mevcut belgelerden 17 Teşrînisâni 1329 (30 Kasım 1913) tarihinde Harbiye Nezâreti bünyesinde Umûr-i Şarkıyye Şubesi veya Teşkîlât-ı Mahsûsa diye adlandırılacak bir teşkilatlanmaya gidilmesinin kararlaştırıldığı anlaşılır.

Yine bu belgelerden, asıl örgütlenme ve faaliyetin 1914 yılında bilhassa I. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra gerçekleştirildiğini ortaya koyar.

Teşkilâtlanmanın, İttihat ve Terakkî Cemiyeti içinde Enver Bey (Paşa) liderliğindeki askerî ağırlıklı kanadın güçlendiği bir dönemde yapılmasının bir neticesi olarak örgütlenme de askerî karakter kazanıp Enver Bey'in denetimi altında gerçekleştirildi.

TEŞKİLÂT-I MAHSÛSA'NIN AMAÇLARI

I.Dünya Savaşı'nda Teşkilat-ı Mahsusa'nın çeşitli faaliyetlerde bulunması amaçlanmıştır. Bunlar:

Yıkıcı faaliyetlere karşı mücadele etmek, imparatorluk içindeki ayrılıkçı ve milliyetçi grupların düşmanla ilişkilerini engellemek.

Teşkilat üyelerini, İngiltere ve Fransız sömürgelerine ve Osmanlı İmparatorluğu'nun düşman işgaline uğrayabilecek yerlerine yerleştirmek.

Rus-Ermeni işbirliği ve planlarını önlemek, Rusya'da Müslüman Türkleri ayaklandırmak

Çeşitli askeri harekatlar yapmak (baskın, sabotaj, düşman haberleşme hatlarının tahribi gibi..)

TEŞKİLATIN İLK BAŞKANI; SÜLEYMAN ASKERİ BEY

Teşkîlât-ı Mahsûsa başkanlığına getirilen Süleyman Askerî Bey, hem Bingazi'de hem Garbî Trakya'da direnişte ve geçici yönetimler kurulmasında (1913) önemli görevler almış bir Osmanlı zâbitidir.

Pristen doğumlu olan Askeri Bey, 1914'te Teşkilat-ı Mahsûsa'nın yönetiminde en önemli adamlarından oldu.

Enver Paşa I. Dünya Savaşı çıkmadan bir süre önce Süleyman Askerî'yi Balkanlara yollamış; herhangi bir savaş çıkması halinde Sırplara karşı kullanmak üzere gizli bir kuvvet oluşturma görevi vermişti. Süleyman Askerî'nin kısa ve kariyerinin en önemli evresini 1914-1915 yıllarında Irak'ta yaptığı faaliyetler oluşturdu.

Eşref Sencer Kuşçubaşı Süleyman Askerî'yi tecrübeli bir teşkilatçı olarak değerlendirir.

TEŞKÎLÂT-I MAHSÛSA'NIN ÖRGÜTLENMESİ

Teşkîlât-ı Mahsûsa örgütlenmesinin, İttihat ve Terakkî Cemiyeti tarafından 1911 sonrasında planlanarak icra edilen eylemlerin devlet mekanizması içinde tek merkezden ve daha geniş ölçekte uygulanması amacıyla gerçekleştirildi. Trablus ve Balkan savaşlarının yol açtığı sorunlar, I. Dünya Savaşı'nın çıkışıyla birlikte çatışmaya Osmanlı Devleti'nin dâhil olması, bu tür bir istihbaratın ve gayri nizamî harp teşkilâtının eylem alanı ve hacminin fazlasıyla genişlemesine sebep oldu.

Yeni örgütte Süleyman Askerî, Yâkub Cemil ve Âtıf (Kamçıl) gibi İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin önde gelen fedai liderleri görev aldı. Süleyman Askerî Bey'in 1914 sonunda Irak'ta görevlendirilmesinin ardından Ali Başhampa reisliğe getirildi, onun 31 Ekim 1918 tarihinde vefatından sonra Hüsamettin (Ertürk) son başkan olarak çalıştı.

Teşkîlât-ı Mahsûsa teşkilatı Mısır, Tunus, Orta Asya'nın değişik bölgeleri, Hindistan, Afganistan, Balkan devletleri arasında paylaşılan eski Rumeli vilâyetleri, Vilâyât-ı Şarkıyye, Kafkasya, Kırım gibi bölgelerle ilgilenen masaları ve değişik dillerde istihbarat toplayarak propaganda yapan birimleri bulunur. Teşkilât, I. Dünya Savaşı'nda belgelerde dârülharp diye atıfta bulunulan Kafkasya, Suriye, Asîr gibi savaş alanlarına değişik ölçeklerde (çete, müfreze, tabur, alay) faaliyet gösteren yarı askerî yapılanmaların gönderilmesini sağlayıp; Mısır, Sudan, Trablusgarp bölgelerinde operasyonlar yapmaya çalıştı.

Harbiye Nezâreti içerisinde bulunan Teşkîlât-ı Mahsûsa, bir diğer istihbarat birimi şeklinde faaliyet gösteren Dâhiliye Nezâreti Emniyyet-i Umûmiyye Müdüriyeti ile irtibatı sürdürüp, vilâyetlerdeki mülkî idarecilerle değişik konularda iş birliği yaptı.

TEŞKİLATIN MERKEZİ

Teşkilat, Harbiye Nezareti'ne bağlı olmasına karşın merkez karargâhı bugün İstanbul Üniversitesi'nin Beyazıt'taki yerleşkesinde değil Cağaloğlu'nda (Nuruosmaniye) yer alıyordu. Bazı uzmanlara göre TM'nin açık adresi Şeref Sokak, Tasvir-i Efkâr matbaası karşısındaki 39 numaralı hanedir. Bu adres günümüzde Cağaloğlu, Türk Ocağı Caddesi'nde İstanbul Erkek Lisesi'nin karşısında bulunan 39 nu-maralı haneye tekabül eder ki burası aynı zamanda Cumhuriyet Gazetesi'ne uzun yıllar ev sahipliği yapmış, Kırmızı Köşk olarak da bilinen yapıdır. Çürümeye terk edilmiş ve hâlihazırda otopark olarak kullanılan binayı TM bağlamında önemli kılan buranın zamanında İTC merkezi olarak kullanılmasıd. Ancak hem Şube-i Mahsusa kayıtları, hem Atıf (Kamçıl) Bey gibi TM İdare Heyeti'nde yer alan şahısların ifadelerine nazaran TM merkez binasının aynı semt ve sokaktaki 39 değil, 32 numaralı hane-de olduğu tespit edilebilir. Gerçi bu sonucu çok da değiştirmeyecektir. Zira tespitimiz yanlış değilse 32 numaralı daire 39 numaralı daireye sırtından yapışıktır ve dışarıdan bakıldığında bu iki binanın tek parça olduğu düşünülebilir. Dolayısıyla hane numarası ister 32, ister 39 olsun, TM ile İTC merkezlerini birbirinden ayıran yüksek olasılık sadece bir duvardı. Bu da İTC ile TM merkezleri arasında en azından fiziksel olarak inanılmaz bir yakınlık olduğunu onaylar.

TEŞKİLAT-I MAHSUSA'NIN FAALİYETLERİ

Trablusgarp ve Bingazi'de Teşkilat-ı Mahsusa: İtalya'nın Trablusgarp'ı işgali ile burada direniş örgütleri kurulmaya başladı. 1915'te İtalya ile Osmanlı arasında savaş devam ederken Enver Paşa bölgeye silah ve cephane yetiştirmeye, personel takviyesi yapmaya çalıştı. Bu amaçla Teşkilat-ı Mahsusa'nın sevkiyat memuru Hacı Kemal Bey'in ölmeden önce yapmakla meşgul olduğu işler bu durumu daha iyi ortaya koyar: Umur-i Şarkiye Müdüriyeti tarafından gönderilecek tüm mühimmatı ve diğer nesneleri teslim almak ve Polo (Adriyatik sahilinde) ambarında muhafaza etmek, İstanbul'a gidecek postayı deniz altına verecek, Afrika'dan gelecek postayı Viyana Ataşemiliterliği aracılığıyla İstanbul'a göndermek, İstanbul'dan Afrika gruplarına gidecek subaylar için Viyana'da bir pansiyonda yer ayırtmak ancak denizaltı hareketinden iki gün önce onları Polo'ya getirtmek.

30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi nedeniyle Teşkilat-ı Mahsusa'ya mensup Türk birliklerinin de buradan ayrılmasıyla birlikte büyük bir destekten yoksun kalan Libya'daki Müslümanlar dirençlerini kaybetti ve bu bölge Türklerin elinden kesin olarak çıktı.

Lübnan ve Suriye'de Teşkilat-ı Mahsusa: İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Arap ihtilalci faaliyetleriyle ilgilenmesi Trablusgarp Savaşı'ndan bile önce başladı. Osmanlı parlamentosundaki Arap mebuslarından bazılarının faaliyetleri nedeniyle İttihat Terakki Halep, Şam, Beyrut, Kahire, Kudüs, Derne ve Sana'da hücreler oluşturulmuş, Arap kökenli teşkilatçılar buralara gönderildi.

1914 yılının sonlarına kadar Suriye'de Mümtaz ve Eşref Bey idaresinde Teşkilat-ı Mahsusa hücreleri şeklinde örgütlenen Teşkilât-ı Mahsûsa üyeleri, bozguncu faaliyette bulunduklarından şüphelendikleri Osmanlı subayı hakkında dosya oluşturdu.

Teşkilat-ı Mahsusa 1914 yılında Fransız Konsolosluğuna el koyar. Fransız Konsolosluğu'nun basılmasından sonra ele geçirilen belgele incelendiğinde İstanbul'da Arap milliyetçiliği için mücadele eden bir gizli örgütün varlığı ortaya çıkar fakat hiçbir işlem yapılmaz. Çünkü Enver Paşa Arabistan'da görüşmeler devam ederken, İtilaf Devletleri'nin ne zaman nereye saldıracağı anlaşılıncaya kadar statükoyu değiştirecek hiçbir şey yapılmaması yolunda emir verilir.

Rusya'da Teşkilat-ı Mahsusa: İttihat ve Terakki I. Dünya Savaşı'nda seferberliğin ilan edilmesinden sonra Teşkilat-ı Mahsusa üyelerini çeşitli bölgelerde görevlendirdi. Bunlardan bazıları Erzurum'a gönderilen Bahattin Şakir ile Ömer Naci'dir.

Osmanlı ordusunda sınır taburunda Ermeniler de bulunmaktaydı. Bunlar doğu illerinden kaçan Ermenilerin Rusya'ya geçmelerine yardım ettikleri için daha içerideki taburlara nakli istenmişti.

I. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da başlamasından bir ay sonra Bahaddin Şakir'in Talat Paşa'ya gönderdiği raporda Ruslara karşı yaptıkları mücadeleyi şöyle anlatmaktadır: "Bir haftadan beri Narman ve Hazarkale teşkilatımızı teftiş ettiriyordum. Günden güne büyüyen teşkilatımız için pek ümit varım. Tecrübe ettik, her yerde Rus kuvvetlerini bozduk" ,."Milis teşkilatı eski zamandan kalma bir gönüllü teşkilatı değildir","..Van'a Trabzon'a silah gönderiyorsunuz. Fakat en mühim mıntıkayı dikkate almıyorsunuz silah ve bilhassa çok miktarda cephane isterim", "…Buranın serkomiseri Ermeni'dir. İkide hınzır Ermeni polis vardır. Bunların içerilere alınarak serkomiserliğe bizim Hamal Ferid'in tayinde mümkündür"

Erzurum'da Bahaddin Şakir, Van'da Ömer Naci Kafkasya ve İran Müslümanlarına halifenin çatısı altında Ruslara karşı birleştirmek amacıyla birçok vaatlerde bulunan mektuplar yayınlarlar.

"Ey Müslüman Kardeşlerimiz! Dünyada ancak hakim olmak için yarattığı Müslümanların artık düşman esaretinden kurtulacağı zaman geldi. Yüzlerce senedir daima dindaşlarımızın kanlarını döken, şehirlerini zapt eden, beşikteki masum evlatlarını süngülerle parçalayan, kızların ırz ve namusuna geçen, camilerinden kilise, mescitlerinden ahır, mezarlarından bahçe yapan zalim Rusların katil pençesinden yakamızı kurtarmak için Allahuekber sedalarıyla daldığımız derin uykudan uyanalım ve hiçbir şeyden korkmayarak silaha sarılalım… Yeryüzündeki 300 milyon İslam'ın halifesi olan kudretli padişahımız siz biçare İslamları esaretten kurtarmak ve gene peygamber efendimizin mukaddes sancağı altında toplanmak için orduyu hümayunlarını silah altına topladı… Bununla beraber sizin de mücahit kardeşlerimizin galebesini kolaylaştırmak için düşmana zarar verecek her türlü fedakârlıkta bulunmanız farzdır"

Ayrıca Teşkilat-ı Mahsusa mahkûm olanları hapishanelerden çıkartarak subaylar komutasında çeteler oluşturup bu yolla mahkûm taburları kurdular.

TEŞKİLATIN, İTTİHAT VE TERAKKİ İLE BİR BAĞI VAR MIYDI?

Teşkilâtın savaş döneminde artan giderlerini Harbiye Nezâreti yanında diğer nezâretler, vilâyetlerin örtülü ödenek bütçeleriyle Müdâfaa-i Milliyye Cemiyeti gibi kuruluşlar tarafından karşılandı. Ayrıca gönüllü müfrezelerin oluşturulması alanında iâneler toplandı.

Hukuken Teşkîlât-ı Mahsûsa devlet örgütlenmesi içinde yer alan bir kurum olmakla birlikte İttihat ve Terakkî'nin bir yan kuruluşu olduğunu düşünenlere karşı 1918 sonrasında ülkede kalan İttihatçı liderler bu iddiayı kesinlikle reddedip cemiyetle Teşkîlât-ı Mahsûsa arasında organik bir bağ bulunmadığını, cemiyet yerel şube örgütlerinin kanunlar çerçevesinde faaliyet gösteren teşkilâta yalnızca gönüllü temini konusunda yardımcı olmaya çalıştıklarını savundu.

MİLLİ MÜCADELEYE DESTEK SAĞLADI

I. Dünya Savaşı'nın Osmanlı yenilgisiyle sonuçlanması eleman temini gibi nedenler teşkilatın lağvına yol açtı. Teşkilât liderlerinden Hüsamettin Bey (Ertürk) hâtıratında Enver Paşa'nın kendisine, lağvedilme kararına rağmen teşkilâtın faaliyetlerini sürdürmesi konusunda yeni sadrazam Ahmed İzzet Paşa ile fikir birliğine varıldığını söyleyerek bu yönde talimat verdiğini nakleder.

Bu ifade, İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin savaşın mağlûbiyetle neticeleneceğinin anlaşılmasından sonra ülkede direniş örgütlenmesinin yapılandırılması konusunda gösterdiği çabalara uygunluk gösterir.

Teşkilâtın bu faaliyet döneminde direniş, Millî Mücadele'nin başlatılması ve sürdürülmesinde istihbarat, lojistik ve operasyonlarla ilgili destek sağladığı değişik kaynaklar tarafından belirtilir. Teşkilat mensupları Milli Kongre olarak bilinen cemiyeti oluşturdular. Teşkilat-ı Mahsusa, Milli Mücadele lehine insan ve silah kaçırmaktan propaganda ve casusluk hizmetlerine kadar ciddi hizmetler yaptılar.

TEŞKİLÂT-I MAHSÛSA ÜYELERİ

Gerek İstiklal Savaşı'nda gerekse cumhuriyet sonrasında önemli roller oynayan Rauf Orbay, İstiklal Mahkemeleri'ne başkanlık eden Ali Çetinkaya, Cumhuriyet döneminin önemli isimlerinden Ali Fethi Okyar, TC'ye bakanlık ve başbakanlık yapan Dr. Refik Saydam, Atatürk'ün yaveri piyade subayı Rasuhi, THK Başkanlığı yapan Fuat Bulca, İstiklal Marşı'mızın yazarı ve Kurtuluş Savaşı'nın manevi dinamiklerinden Mehmet Akif Ersoy, Eşref, Salim Sami Kuşçubaşı, Çerkez Reşit ve Hüsrev Sam'da teşkilatta bulunuyordu.

Philip H. Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa adlı çalışmasında 1916 yılında personel sayısı 30 bin kişiye ulaştığını söyler. Teşkilatçıların büyük bir kısmı ise uzmanlardan oluşuyordu. Örgütte doktorlar, mühendisler, gazeteciler, politikacılar ve subayların yanı sıra, sadakatlerinden kuşku duyulmayan kişiler de yer alıyor. Zengin kadrosuna sahip olmasına rağmen Türkçe ve yabancı dillerde yayınlanan kitaplarda Teşkilat-i Mahsusa'dan pek söz edilmemesi, söz edenlerin de yeterince bilgi vermemesi, Stoddard'a göre teşkilatın faaliyet alanı ve personel sayısını gizli tutmakla yükümlü olan Osmanlı devlet adamlarının bir taktik başarısıydı.

TEŞKİLÂT-I MAHSÛSA'NIN ARMASI VAR MIYDI?

Bu asrın ilk çeyreğinde faaliyet gösteren Teşkilat-i Mahsusa, o yıllarda dünyanın en güçlü ve en etkin örgütlerinden biriydi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika basta olmak üzere üç kıtada örgütlenen Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarının pek azı teşkilat mensubu olarak tanınıyordu.

Teşkilatın bilinen herhangi bir mührü yahut arması yok. Ancak örgüte belirli bir ideolojik duruş yanında aşırı bir gizlilik atfetmek isteyenler popüler yayınlarda Teşkilât-ı Mahsûsa'nin arması olarak iç içe geçmiş üç hilal yahut üç ay-yıldızı gösterilir. Böyle bir armanın varlığı ne hatırat, ne ciddi incelemeler, ne de resmî evraklarca doğrulanır. Piyasadaki armanın benzerlerine başka kültürlerde de rastlanması bir orijinallik problemini gündeme getirir. Ancak gerek hilal, gerekse ay-yıldızın birçok farklı formunun kadim Mezopotamya başta olmak üzere Orta Asya ve İslam kültürlerinde, mühür ve mühür baskılarında, kitabe, sikke, ikonografik süsleme ve kitaplarda kullanılmış olması benzerliği makul karşılamamızı sağlayabilir. Resmî yazışmalarda gizlilik hilallerle anlatılırdı. Görünen o ki, yazışmaların hemen başında kullanılan tek hilal "mahrem", çift hilal "gayet mahrem" demekti. Örneğin Teşkilât-ı Mahsûsa'nin Karargâh-ı Umumî İstihbarat Şubesi'yle yaptığı yazışmalarda hilal kullanımı yaygındı. Ancak bu durum evrakın zorunlu olarak istihbarat süreci ve gayrinizamî harple ilgili olduğu anlamına gelmiyordu. Aksi takdirde Teşkilât-ı Mahsûsa'nin Harbiye Nezareti Muamelat-ı Zatiye Müdüriyeti ile yaptığı yazışmalarda da hilal(ler) kullanılmazdı.

Üç hilalli yazışmaların TM bağlamında kullanımına rastlamasak da fevkâlade mahrem anlamına geldiği Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki yazışmalardan anlaşılır. Mesela 1933 yılında Atatürk'ün "iktisadî tetkik seyahatleri" çerçevesinde Eskişehir'de ikamet edeceği mahalle ilgili olarak Eskişehir Vilayeti, Dahiliye Vekaleti Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü ve T.C. Riyaseti Kalem-i Mahsusa Müdürlüğü arasındaki yazışmalar üç hilalli bir şekilde yapılmıştı. Dolayısıyla hilallerden yola çıkılarak Teşkilât-ı Mahsûsa'nın devletin en mahrem birimi olduğu, hatta günümüzdeki sığ istihbarat tartışmalarıyla birlikte düşünüldüğü takdirde "derin devlet" olduğu iması yapılmaktadır. TM'nin ne olduğunu baştan aşağı çarpıtan bu imayı destekleyen kaynaklar gün yüzüne çıkmadığı gibi milletvekillerinin bile ismini nadiren işittiği, kabine yahut açık bir anayasal denetime tâbi olmayan ve askerî bürokrasideki yeri oldukça kapalı bir teşkilatın yönetici ve hamilerinin de üç hilalli bir amblem seçmeleri herhalde makul olmazdı. Zira Teşkilât-ı Mahsûsa gizlilik propagandası yapmıyor, görevi gereği içselleştiriyordu.

TEŞKİLAT-I MAHSUSA GERÇEKTEN VAR MIYDI?

İlber Ortaylı ve Murat Bardakçı'ya göre Teşkilât-ı Mahsûsa'nın kurulduğu, doğru dürüst belgesi bile ortaya konamayan bir faraziyedir.

İlber Ortaylı'ya göre 1913 yılı kasım ayında Enver Paşa'nın kurduğu Umur-u Şarkiye Dairesi Doğu İşleri Bürosu, Süleyman Askeriye başkanlığında resmi bir kuruluştu. Fakat istihbarat teşkilatı olmadığını söyler.

Murat Bardakçı'ya göre ise teşkilat, İttihad ve Terakki'nin iktidarı tam olarak ele geçirmesinden hemen sonra, 1913 Kasım'ında Enver Paşa tarafından "Umûr-ı Şarkiyye Dairesi" adıyla kurulmuş ve başına Süleyman Askerî Bey getirilmişti, yani resmen mevcuttu. Bazı gözü kara mensupları son derece tehlikeli operasyonlara da katılmışlardı ama Teşkilât son dönem Osmanlı tarihinde önemli bir rol oynamamıştı. Fakat Birinci Dünya Savaşı'nda çarpışılan ülkelerin harp yıllarındaki istihbarat faaliyetleri konusunda arşivlere dayanılarak yapılmış çalışmalardaki raporlarda da Teşkilât-ı Mahsusa'nın bahsi geçmez.

CIA, TEŞKİLÂT-I MAHSÛSA'DAN DERS ALDI!

ABD'li istihbaratçı, CIA Görevlisi olan Philip H. Stoddard, Teşkilât-ı Mahsûsa'nın Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki faaliyetleri araştırıyordu. Stoddard'ın bu kapsamlı çalışması sonunda örgüt ve faaliyetleri hakkındaki bütün bilgiler Amerika'nın eline geçmiş oldu. Teşkilat-ı Mahsusa gibi bir gizli örgüt, geniş ufuklu ve büyük devlet felsefesi ile düşünen Osmanlı devlet adamları için ne kadar önem taşıyorsa tıpkı Osmanlı gibi büyük oynayan Amerika için de o denli önem taşıyordu. Bu çalışma CIA'e dünya hâkimiyetinin pekiştirilmesi bakımından bir gizli örgütün dünya ölçeğinde nasıl çalışması gerektiğine dair önemli dersler veriyordu.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN