Arama

Gök kubbeyi yeryüzüne indiren heybet "Alem"

Siirt'teki Ulu Cami'ye ait ve 750 yıllık olduğu belirtilen alem müzede sergilenecek. Birçok kültürde kendisine yer bulmuş alem, neydi, ne zaman toplumlara dahil oldu? Günümüzde önemini hala koruyor mu, kısaca araştırdık.

Gök kubbeyi yeryüzüne indiren heybet Alem
Yayınlanma Tarihi: 11.8.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 11.08.2018 17:53

Selçuklu mimarisinin günümüze kadar varlığını koruyabilen en özgün eserlerinden biri olan Siirt'teki Ulu Cami'nin minaresinin alemi, muhafaza edildiği İl Müftülüğünden, yapımı tamamlandığında tarihi eserler müzesine nakledilecek.

İl Müftüsü Ahmet Altıok, yaptığı açıklamada, alemin depoda muhafaza edildiğini söyledi. Altıok, "Üzerindeki Arapça yazıya göre yaklaşık 750 yıllık bir alem olduğunu anlıyoruz. Bu alem minarenin tadilatı safhasında sökülmüş, kaybolmaması için İl Müftülüğünde muhafaza edilmiş. Bu alem ecdat yadigarı olarak Siirt'te yapılmakta olan tarihi eserler müzesine nakledilerek, orada muhafaza edilecek." diye konuştu.

Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) İl Temsilcisi Ayhan Mergen de alem ile ilgili daha önce sanat tarihçileri tarafından da araştırmalar yapıldığını söyledi. Yapılan araştırma ve çalışmaların valiliğin desteğiyle kitap haline getirildiğini dile getiren Mergen, "Siirt ile ilgili yapılan araştırmalarda bu alemin varlığından bahsedilmekteydi. Müzenin tamamlanmasıyla ata yadigarı, eşine rastlanamayacak güzellikteki bu eserler teşhire sunulmuş olacak." dedi.

Uygarlıkların kendini farklı bir biçimde ifadesi şeklinde yer alan alemler aynı zamanda toplulukların sembolü de olmuştur. Türk-İslam Sanatında geleneksel uygulamalar içerisinde yer alan alemler, Orta-Asya Türk Tarihinden günümüze kadar kullanıldı. Geleneksel, dini ve sosyal bir anlayışa yönelik olarak yapılan alemler, kültürümüzün ayrılmaz bir parçası. Kültür zenginliğimizin önemli bir öğesi olan bu unsurları sanatkârane bir anlayışla yapan ustalarımızın da tükenmek üzere olduğu bilinen bir gerçek.

ALEM, MAHÇE, MONCUK, BELGİ, ONGUN

Aslı Arapça olan "alem" kelimesi, Arapça "ilm; bilmek, bildirmek, işaret etmek" kökünden türemiş kuralsız bir isim olup "belli eden, bildiren, yol gösteren, işaret, iz, alamet, nişan" anlamındadır. Taşıdığı bu sözlük anlamından dolayı "sembol, standart, bayrak, sancak, lider, imam, sınır, sınır taşı, uzun dağ" ve Arap gramerindeki "özel isim" için müşterek terim olarak kullanılıyor.

Öz Türkçesi "belgi" olarak ifade edilen alem kelimesi, Şemseddin Sami'nin Kamus-ı Türki adlı eserinde, "alamet, nişan, işaret, minare tepesi ve mahçe" olarak tanımlanıyor. Mahçe ise, minarenin, sancağın ucuna takılan küçük hilal şekli olarak belirtiliyor.

Totemik devirlerde; alemler, mabetlerde muhafaza edilen ve törenlerde alayların, savaşlarda askeri birliklerin önünde taşınan gönderlere takılmış sembollerdi. Dinsel anlamları olan alemler, aynı zamanda dekoratif bir unsur olarak da benimsenmişlerdir.

Eski Türkler Orta Asya'da, taşınan gönderlere ve yapmış oldukları çadır/binaların tepesine güç simgesi/tılsım olarak, nazar/kötü ruhlardan koruduğuna inandıkları alemler koymuşlar, bir sırığa geçirilen bir dizi boncukla oluşturdukları bu tepeliklere, "moncuk", "boncuk", "ongun" adını vermişler, İslamiyet'ten sonra "moncuk" yerine "alem" kelimesini kullanmışlardı. Türkler, padişah ve kumandanların yanında taşınan ve altında asker ve halkın toplanması için kullanılan büyük sancaklara alem, bunları taşıyanlara da alemdar demişlerdi.

Bütün bu bilgiler, genel olarak, bir şeyi tanıtmak için kullanılan işaret anlamına gelen alemin, daha çok resmi, içtimai ve dini mahiyeti olan işaretlerle ilgili olarak kullanıldığını ve bu geleneğin tarih içinde süreklilik gösterdiğini ifade ediyor.

DİN VE SANAT BAKIMINDAN ÖNEMİ AYRI TUTULDU

Mimarlık tarihi boyunca genellikle manevi değeri yüksek binalara konmuş olan alemler, sembolize ettiği dini inanç ve felsefi değerleri yücelten aynı zamanda aktaran unsurlar olmuştu.

Sancak alemleri ait oldukları topluluğu tanıtırken, binaların kubbe gibi üst örtülerinde mimari elemanlar olarak yer alan alemler de o binanın işlevini anlatmışlardı.

Eski devirlerden itibaren inşası bitmeden üst örtüsü tamamlanan binaların tepe noktasına alem konulması, bayrak dikilmesi geleneği, yapının bir an önce manevi koruma altına alınmak istenmesindendi. Geçmişten günümüze gelen bu gelenek, alemin mimaride önemli bir unsur olmasını sağladı.

Mimari eserlerde kullanılan alemler, yapı gerekliliği, estetik görünüm ve gelenek-göreneklerin etkisi gibi üç ana işlevi açısından ele alınıyor.

ALEMLERİ NERELERDE GÖRÜRÜZ?

Cami, türbe, medrese, çarşı, imaret, şifahane, bedesten, kapalı çarşı, şadırvan gibi dini, sosyal ve resmi binaların, kubbe, tonoz, külah ve ahşap çatı gibi örtü sistemlerinin üzerinde, minare ve minber külahlarının, sancak, bayrak ve tuğların tepesine takılarak hem fonksiyonel gereklilik olarak hem de mimari, dini ve dekoratif anlamda kullanıldılar.

ALEMLERİN MİMARİ FONKSİYONU

Yapılarda kullanılan alemlerin, üst örtüsünün tepedeki birleşme noktasındaki açıklığı kapatarak ağırlık teşkil edip, o noktayı kuvvetlendirerek açılmalarını önleyen, birer mimari detay oldukları anlaşılır.
Görünüş ve ifadeyi tamamlayan bu mimari detaylar, kurşun levhaların ortada birleşme noktasını örterek bir nevi kapak vazifesi gören yapısal amaçlı bitirme elamanlarıdır. Bir tür kilit işlevi gören alem, kurşunların birleştiği yeri sıkıştırarak üst örtünün altına yağmur suyunun sızmasını engellediği gibi yağmur, rüzgar ve fırtına nedeniyle kubbe üzerindeki kurşun levhaların kalkmasını önlemekte ve örtü malzemesinin korunması amaçlanmıştı.

ALEMDE ESTETİK GÖRÜNÜM VE GELENEKLERİN ETKİSİ

Alem yapının, zirveyi işaret eden bir mimari eleman. Sanat eseri olarak da değer taşıyan alemler, mimaride dekoratif görüntüsüyle birlikte bir tamamlayıcı unsur. Alemin düşey çizgisini takiple dikkatleri gökyüzüne doğru çekmek ve bu suretle kubbeye bir yükseliş tesiri vermek, bir başka deyişle kubbenin sağ ve solundaki inişi ortada bir noktada toplamak, simetrik ve estetik bir görünüm elde etmek amacıyla da kullanılmıştır. Alemler, kubbelerin yuvarlak siluetlerine yukarıya doğru yükselen bir hareket vermekte ve en üst noktasındaki yataylığı gidermeye, minareleri de olduklarından daha uzun göstermeye yarıyor.

Kültür ve medeniyetlerin gelişmesiyle geçmişten günümüze bir gelenek olarak devam etmiş olan alemlerin kullanımında gelenek ve göreneklerin etkisi önemliydi. Savaşlarda ve dini törenlerde, kişilerin kendi lider ve topluluklarını tanıyabilmeleri amacıyla taşınan alemler, kutsal sayıldı ve manevi bir kuvvet göstergesi oldu. Bu durum topluluğun birlik ve beraberlik içinde olmasını sağlıyordu. Tasavvuf geleneğinde ise alemlerin üzerinde Allah'ın isimleri ve Mevlevi sikkeleri, karşımıza çıkan sembollerdi.

ALEM ÇOK ESKİ TARİHLERDEN BERİ VAR

Türklerden önce Sümer, Asur, Hitit, Mısır, Yunan, Roma, Fenike uygarlıklarında alem, önce boynuz sonra da yarım ay biçiminde bir sembol olarak farklı biçimlerde ifade edildi. Bina çatılarına takılan alemlerin bilinen ilk örneğinin mızrak ucu şeklinde olduğu ve M.Ö. VIII. yüzyıla ait Asur Kralı ll. Sargon'un sarayındaki kabartmalarda, bir Urartu mabedinin çatı tepesinde tasvir edildiği biliniyor.

Kargamış'taki taş kabartmalarda da boynuz şekillerinin yanı sıra Sümerlerde ve Hititlerdeki gibi kutsal bir sembol sayılan ay biçiminde alemler, dikkat çekiyor. Hunlara ait Pazırık kurganlarında da, aralarında büyük bir zaman farkı olmasına rağmen Alacahöyük hayvan heykelleri ile çok benzerlik gösteren bazı geyik ve yaban keçisi şekillerinde gönder-çadır alemleri bulundu. Likyalılarda da, mezar ve evlerin tepelerine boynuz şeklinde alemler yerleştirmişlerdi.

İLK TÜRKLERDE ALEM

Ortaya çıkışında dinin ve inançların büyük rol oynadığı ilk alemlerin totemik devirlere ait olduğu ve İslamiyet'ten önce Türklerde alemin Şamanizm veya gökle ilgili mitolojiden ilham alarak şekillendiği biliniyor.
Türklerin İslamiyet'i kabulünden sonra ise eski düşünüş/inanç/gelenek/göreneklerinin tesiriyle yüzyıllar boyunca gelişmiş ve Osmanlı Mimarisinin kaçınılmaz bir kubbe/külah/ minare detayı haline gelmişti. İslam dininin gelişmesiyle alem gerek ölçü, gerek biçim ve anlam olarak yeni boyutlar kazanmış, Türklerin batıya göç etmeleriyle de alem Müslümanlığın terkedilmez simgesi olmuştu.

ANADOLU'DA ALEM

Anadolu mimarisine ilk defa çatı örtülü ahşap bina tipini getiren Frigler'in, M.Ö VI. yüzyıla ait mabet cephesi şeklindeki kaya kabartmalarının alınlık tepelerinde boynuz biçimli alemler yaptıkları anlaşıldı. Roma alemleri ile Bizans alemleri ise birbirlerinin taklidi olup, ay şekli yaygın olarak kullanıldı.

Karahanlılar gönder alemlerinde, Gazneliler ise paraları üzerinde hilal/ay-yıldız formunu kullanmışlardı. Karahanlı ve Büyük Selçuklu eserlerinde görülen tepelikler, bilinen ilk Türk-İslam bina alemleridir.

Selçuklu eserlerinde pek de sık görülmeyen hilal/boynuz şeklindeki alemler, Anadolu Beylikleri ve Osmanlılar Döneminde de kullanılmıştır

ALEM KAÇ BÖLÜMDEN OLUŞUYOR?

Dikey bir eksene geçirilmiş yuvarlak hacimli kısımlar ve en üste yerleştirilen bir tepelikten oluşmakta. Genel görünüm olarak bir minare aleminin bölümleri; aşağıdan yukarıya doğru daralan boru şeklinde bir dikey eksen ve bunun üzerine geçirilen elma, bilezik, armut ve hilal şeklindedir. Hilal kısmının farklı işlendiği (Hokka ve kalem) tek örnek ise Haliç'te bulunan Defterdar Camii'dir

Alemlerin içi boş olup genellikle; bakır, tunç, pirinç gibi madenlerden yapılıyor. Az da olsa farklı malzemelerden yapılanlara da rastlanır.

ALEM GELENEĞİ NASIL KORUNDU?

Metal alemler çoğunlukla bakırcılık yapan ustaların maharetli ellerinden çıkar. Alem ustalığı geleneksel sanatların pek çoğu gibi babadan oğula, nesilden nesile aktarılan bir meslek olmuş. Her ne kadar pek çok yerde alemler artık makinelerle yapılsa da el yapımı alem yapan ustalar da geleneği devam ettirmeye çalışmaktadırlar.

Son derece riskli bir iş olsa da ustaların pek çoğu alemleri kendi elleriyle kubbelere yerleştirirlermiş. Bir alem ustasının başarısı alemin dayanıklılığı ve alemin ölçüsünü mekana ne kadar uygun ölçülerde orantılanmış olduğuna bakılarak değerlendirilirmiş. Çoğu kez alem ustaları ölçü yerine göz kararı kullanırlarmış. Bu da onların ne kadar maharetli olduklarının ispatı gibidir.

Anadolu'nun pek çok yerinde sayıları gittikçe azalsa da dedelerinden, babalarından miras aldıklarını bugüne taşıyan ustalar bu incelikli sanatı sürdürmeye devam etmektedirler. Bunlardan bazıları; Sandıklılı Hacı Süleyman Sallı, Bursalı alem ustası Ayhan Savut, Amasya'da 70'li yaşlarında alem ustası Burhan Özbakır çocukken başladıkları bu zanaata emek veren isimlerden sadece birkaçı.

(Geleneksel Türk El Sanatı Alem'in Son Ustalarından: Sandıklılı Hacı Süleyman Sallı,A. Şevki DUYMAZ,Günnur AYDOĞDU;Makedonya'nın Manastır, Ohri ve Üsküp Şehirlerindeki Osmanlı Dönemi Dini Yapılarında Taş Alemler, Gülşen DİŞLİ, Nurcan İNCİ FIRAT)

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN