Arama

Ömer Seyfettin ve hayat tecrübelerinden izler

Türk edebiyatının önemli yazarlarından, edebiyatın lisanını kendine dert edinmiş, hikâyeleriyle bir devrin çocuklarını büyüten değerli öykücülerimizden biri Ömer Seyfettin… Hastalığının ilerlediği zamanlarda henüz varlığı bilinmeyen insülin ile karşılaşmıştı; ama bundan ne kendisinin ne de o devir doktorlarının haberi vardı. Seyfettin, 6 Mart’ta sahipsiz biri gibi öldü ve cesedi kadavra yapıldı… Bugün onun,  ölümünün 98’inci yıl dönümündeyiz.

Ömer Seyfettin ve hayat tecrübelerinden izler
Yayınlanma Tarihi: 6.3.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 06.03.2018 15:34


Ömer Seyfettin 1884 yılında, asker olan babasının görevi nedeniyle bulunduğu Gönen'de doğdu. Öğrenimine Gönen'deki Mahalle Mektebi'nde başlayan yazar, babasının bulunduğu Ayancık'tan annesiyle beraber İstanbul'a gelerek Kocamustafapaşa'daki konağına yerleşti. Tahsiline Eyüp Askeri Baytar Rüşdiyesi'nde ve Edirne Askeri İdadisi'nde devam etti. Mekteb-i Harbiyye'de iken 2 Ağustos 1903'te Makedonya'da baş gösteren isyan hareketlerinden dolayı onun bulunduğu son sınıf o bölgede görevlendirilmek üzere erken mezun edildi.

HİKÂYELERİYLE BİR DEVRİN ÇOCUKLARINI BÜYÜTTÜ

Türk Edebiyatına hikâyeleriyle damga vuran Ömer Seyfettin'in askerlik hayatı da oldukça hareketli. Meslek hayatına Kuşadası Piyade Taburu'nda mülazım-ı sani olarak başladı. Daha sonra Pirlepe'de görev yaptı. Buradaki başarılarından dolayı iki liyakat madalyasıyla ödüllendirildi. İsyanın bastırılmasıyla Kuşadası'na döndü. Daha sonra Balkanlar'da Velmefçe, Pirlepe, Osenova, Pirbeliçe, Serez, İştip, Babina, Demirhisar, Cum'a-i Bala, Hazlık gibi sınır yerleşim yerlerinde çete takibiyle uğraştı. Bir süre ordudan ayrılan Ömer Seyfettin Balkan Savaşları'nın patlak vermesiyle askere çağrıldı ve Garp Ordusu'nda 39. Alay'ın 3. Tabur'una katıldı. 20 Ocak 1913'te Kanlıtepe'de Yunanlılar'a esir düştü. Atina yakınlarındaki Nafliyon kasabasında on ay kadar süren esirlik hayatının ardından İstanbul'a döndü. Bu dönemde tekrar ordudan ayrılan Ömer Seyfettin, 1915'de Harbiye Nezareti'nin kültür ve sanat adamları için Çanakkale cephesine düzenlediği geziye katıldı.

"Yalancı, nazik bir tebessüm maskesi altında yüzümüzü saatlerce gergin tutmak... Bütün bunlar ne gülünç maymunluklar!"


İLK HİKÂYE SABAH GAZETESİNDE

Seyfettin'in ilk hikâyesi, 1902 yılında Sabah gazetesinde "Tenezzüh" başlığıyla yayınlandı. 1911 yılının Nisan ayında Selanik'te çıkarmaya başladığı Genç Kalemler dergisi milliyetçilik akımını edebiyatta da başlattı. Âkil Koyuncu, Râsim Ahmet ve Ali Canib ile birlikte çıkarttıkları bu dergide "Milli Edebiyat" sözünü ilk defa kullanarak milli bir edebiyat oluşturma görevini üstüne aldı. Bu dergide yayımlanan Yeni Lisan makalesiyle Yeni Lisan hareketini başlattı. Ömer Seyfettin mecmuadaki bu makalesi, lisan ve edebiyattaki ayrı bir beyannamesi kabul edilir. Yazısında Eski Lisânla ilgili;

"Biz Asya'dan Garba oradan Anadolu'ya hicret etmişiz. Hicretimizin ilk asırlarında Arabî ve Farsî birçok kelimeler lisanımıza girmiş. Bunun katiyen zararı yok Lakin edebiyat, sanat ve dolayısıyla tezeyyün-i fikri Arabî ve Farsî kaideler de getirmiş. Türkçe muvazenesini kaybetmiş." İfadesi yer alır.

Ona göre "yeni, tabii bir lisan"la milli bir edebiyat meydana getirmek mümkün olacaktır. Ömer Seyfettin Milli Edebiyat için şart koştuğu dilin sadeleşmesinde konuşulan İstanbul Türkçesini esas almakta, dilimize kullanımı yaygınlaşan Arapça ve Farsça kelimelerin tasfiyesini istemez. Dolayısıyla tasfiyeci değildir. Asıl hareket noktası milli bir lisandır. Çünkü milli bir edebiyat ancak milli bir lisanla meydana gelir. Yeni lisan için " Milli bir edebiyat vücuda getirmek için evvela milli bir lisan ister. Eski lisan hastadır. Hastalıkları için"deki lüzumsuz ve ecnebi kurallardır." der.

"Bütün o kitapları okuyanlar gibi ben de artık her şeyi inkâr eden, hiçbir şeye inanmaz, paradoksal, münasebetsiz bir herif olmuştum. Dünü tamamıyla unutuyor, yarını asla düşünmüyor; bugünü memnun, müsterih bir hayranlıkla geçiriyordum."

"VATAN! YALNIZ VATAN"

Genç Kalemler Tahrir Heyeti adına Ziya Gökalp ve Ali Canip'le birlikte yazdıkları "Vatan! Yalnız Vatan" adlı kitapçıkta millet ve milliyet gibi kavramları reddeden masonluğun tehlikesine dikkat çeker. Yazarın aynı günlerde yayımlanan "Primo Türk Çocuğu" adlı hikâyesi de bu risaledeki fikirler doğrultusundadır.

ŞAHSİ HAYAT TECRÜBELERİNİN İZLERİ

Bir kısmını fantezi diye nitelendirdiği tahkiyeli metinlerin ardından şahsî damgasını taşıyan hikâyelerini 1911 'deki Yeni Lisan hareketinden sonra yazar. Hikâyelerinde ilham kaynakları çok çeşitlidir. Öncelikle şahsi hayat tecrübelerinin izlerini taşıyan metinler önemli bir yer tutar. Bunlardan bir kısmını kahraman anlatıcının bakış açısıyla verdiğinden bunlar kendisiyle ilgili araştırmalarda belge diye kullanılır. "And", "Falaka", "İlk Cinayet", "Kaşağı" gibi hikâyeleri çocukluk yıllarının; "Bomba", "Hürriyet Bayrakları", "Tuhaf Bir Zulüm", "Beyaz Lale", "Nakarat" gibi hikâyeleri askerlik hayatının yansıması olarak kabul edilmiştir.

"Gülün, gülün... Gülmenin sonu ağlamadır. Vuslatın sonu hicran... Yazın sonu hazân... İkbalin sonu zeval... Hayatın sonu ölüm!.. Acaba ibret gözüyle şu dünyaya bir baksanız!"

DİYABET VE İNSÜLİN DÜNYADA BİLİNMİYORDU

Bir dönem evi olsa da "Münferit Yalı" adını verdiği Cavid Paşa'nın yalısında tek başına yaşadı. 23 Şubat 1920'de yatağa düştü, 4 Mart 1920'de Haydarpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırıldı. Şeker hastası olan Ömer Seyfettin'in hastalığı hızla ilerledi. Fakat bundan ne kendisinin ne de o devir doktorlarının haberi vardı. Çünkü o dönem diyabet ve insülin dünyada bile bilinmiyordu. Her doktora gittiğinde şekerin yaptığı eklem ağrıları için romatizma tedavisi uyguluyorlar ve çıkarken sıkı sıkı tembihleniyordu: "Aman azizim bol bol portakal, madalina ye, üzüm hoşafı iç..."

SAHİPSİZ BİRİ GİBİ ÖLDÜ

Ömer Seyfettin 6 Mart'ta Haydarpaşa Hastanesi'nde "Ah Selanik!" diye inleye inleye son nefesini verdi. Vefatından sonra cenazesi kimsesizlerin cenazeleri gibi Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne kaldırılmış ve orada görevli Sivaslı bir hademe tarafından karnı yarılarak otopsisi yapılmıştı. Kadavrasının fotoğrafını ise kütüphane memuru çekmiş, etrafında toplananlar ilgisiz nazarlarla fotoğrafçıya bakmışlardı.

Nümayiş gibi kalabalık ve öfkeli bir cemaatin huzurunda cenaze namazı kılındıktan sonra Kuşdili'nde Mahmud Baba haziresinde toprağa verildi. . Buranın tramvay garajı haline getirilmesinden dolayı kemikleri 23 Ağustos 1939'da Zincirlikuyu Asri Mezarlığı'na taşındı.

TÜRK EDEBİYATINA ETKİLERİ

Maupassant tarzı olay hikâyeciliğinin bizdeki en büyük ismidir. Hikâyeciliği meslek olarak gören ilk sanatçıdır. Genç Kalemler dergisinde yayımlanan "Yeni Lisan" makalesiyle dilin sadeleştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Uzun cümlelerden, söz oyunlarından, yabancı sözcük ve tamlamalardan kaçınmış, konuşma ve yazı dili arasında bir uyum kurmaya çalışmıştır. "Toplum için sanat" anlayışıyla milli değerlere yönelmenin önderliğini yapmıştır.

"Dünya değişti. Eski günler geçti. Merhamet, mürüvvet, insaniyet kalmadı. Herkes keyfinde, eğlencesinde, kimse kimseyi düşünmez oldu. Bu ne haldir?"

Realizm akımının etkisi altındadır. Hikâyelerinde milli' bilinci uyandırma ve güçlendirme amacı taşımıştır. Mizahtan da yararlanarak toplumdaki aksayan yönleri eleştirmiştir; bu bakımdan hikâyeleri toplumsal hiciv karakteri taşır. Konuşma dilini yazı diline uygulamayı amaçlamıştır.

Hikâyeleri teknik açıdan zayıftır, tasvirlere, psikolojik tahlillere önem vermez, daha çok olayı ön plana çıkarır. Hikâyelerinin konularını Milli tarih (daha çok Osmanlı tarihi) çocukluk anıları askerlik anıları ve günlük hayat oluşturur. Kısa cümlelere dayanan okurun dikkat ve heyecanını canlı tutan bir anlatımı vardır. Hikâyelerinde menkıbe, efsane, destan, halk fıkraları ve tarihten yararlanmıştır. Kitaplaştırmadığı az sayıda şiiri de vardır. Efruz Bey ve Yalnız Efe adlı eserleri "uzun hikâye", "roman" olarak da değerlendirilmektedir.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN