Arama

Semih Kaplanoğlu sinemasında 'zamanın' ehemmiyeti

1990’larla başlayan Yeni Türk Sineması’nın en önemli yönetmenleri arasında yer alan Semih Kaplanoğlu’nun, ayağının yere bastığı coğrafya ya da zemin itibariyle kendi nevi şahsına münhasır bir dili keşfetme (form ve içerik) ve ardından buna inkişaf edebilme süreçlerinde geçtiği “durak”ların üzerindeki yolculuğuna eşlik ediyoruz.

Semih Kaplanoğlu sinemasında ’zamanın’ ehemmiyeti
Yayınlanma Tarihi: 5.3.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 05.03.2018 18:13

Semih Kaplanoğlu sinemasında 'Zaman'ın ehemmiyeti ve bütün filmografisi boyunca zaman mefhumunun işgal ettiği alanın genişlemesi günümüz konvansiyonel sineması ile tam tersi bir yönde ilerlerken, seyirci için deneyimleme sürecini bir nevi yapı söküme uğratmakta belki de yeni alımlama olanaklarına kapı aralayarak izleyicinin yola revan olabilmesinin imkânlarını aralamaktadır.

Dördüncü baskısını yapan Yusuf'un Rüyası adlı kitabında Semih Kaplanoğlu, derinlikli söyleşiler içerisinde, sinema dilini etkileyen faktörler üzerine önemli bilgiler veriyor. Kültür, modernite, gelenek, tasavvuf, doğa gibi konular akabinde kurduğu yapı belirli kavram ve imgeler üzerinden neşv-ü nema buluyor.

Fikriyat

Bu duraklardan en önemlisi olan "zaman" kavramının, onun sinematografisindeki işgal ettiği yeri, eserinde (Yusuf'un Rüyası) belirttiği üzere alıntılıyoruz…

"Sinema, planları kısaltarak, hareketi parçalayarak aslında nefsani duyguları kışkırtıyor. Sinemayı böyle kullandığınızda nefsi gıcıklayacak bir yükseltme yaratmış oluyorsunuz. Oysa ben sinemanın manevi, ilahi anlamda bir yükselme yaratabileceğini düşünüyorum. Bunun için de sakinleşmesi, yavaşlaması gerekir. Tıpkı meditasyon yapan ya da tefekkür eden insanların yaşadığı deneyimler gibi… Burada dikey zamanla yatay zamanı da birbirinden ayırmak gerekir. Dikey zaman sürekli inip çıkan bir ritim duygusunu içerir, yatay zaman ise genişleme, yayılma anlamına gelir. Bütün bunlara temas ettiği için sinemada zaman kullanımının çok temel bir unsur olduğunu düşünüyorum. Ben hareketi parçalamayarak sinemadaki zamanla gündelik hayatımızdaki zaman arasında bir koşutluk kurmaya çalışıyorum. Hızlı kurguyu, kesme yaparak karaktere yaklaşmayı çok tercih etmememin sebebi bu. Şunu da unutmamalıyız: İbn Arabi'nin dediği gibi, aslında sonsuz bir şimdiki zaman. Biz de hala onun içindeyiz… Başka bir taraftan bakarsak, 30-40 sene önce yaşadığım şey benimle beraber yaşamaya devam ediyor aslında. Biz her ne kadar mekân değiştirsek de, sanki upuzun bir ip var, onun bir ucundan tutmuş ilerliyoruz gibi hissediyorum. O nedenle ben zaman kavramını hiçbir zaman başı ve sonu olan bir şey olarak düşünmüyorum. Filmin başını ve sonunu, bir sahnenin başını ve sonunu kurgularken de bu tür kaygılarla hareket ediyorum. Seyirciye de zamanın varlığını ve ağırlığını hissettirmek istiyorum. Bu da ancak, az önce söylediğim şeye dönüyorum, belli bir hareketi kesintisiz olarak, başından sonuna kadar göstermekle mümkün bence. Zamanı hissetmek ölümü ve ölümlü olduğunu da bilmek demek benim için ve ölümü ortadan kaldırırsan yaşadığın zamanın bir anlamı kalmıyor. Ölümden kaçmaya çalışmak, zamandan kaçmaya çalışmakla eşdeğer."

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN