Arama

  • Anasayfa
  • İslam
  • Bilim ve teknolojide çığır açan Osmanlı âlimleri

Bilim ve teknolojide çığır açan Osmanlı âlimleri

Osmanlı Devleti kadar ilim dünyasına önemli katkılarda bulunan başka bir devlet yoktur. Öyle ki Osmanlı’nın âlimleri bilim ve teknoloji alanında sağladıkları katkıların yanı sıra astronomi, tıp, matematik alanları da olmak üzere birçok bilim dalında kıymetli çalışmalar yaparak günümüze kadar ulaşmalarına vesile olmuşlardır. İşte Osmanlı’nın pek bilinmeyen önemli âlimleri ve bize bıraktıkları çalışmaları…

Bilim ve teknolojide çığır açan Osmanlı âlimleri
Yayınlanma Tarihi: 13.5.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 13.05.2018 17:29

AKŞEMSEDDİN
Mikrobu ilk kez keşfeden âlim

Âlim, tabip ve şair olan Akşemseddin, İstanbul'un fethi sırasında gerek padişahın gerekse ordunun mânevî gücünün yükseltilmesine yardımcı oldu. Sıkıntılı anlarda zaferin yakın olduğu müjdesini vererek sabredip gayret gösterilmesi gerektiğini vurgulayarak, fethin kısa zamanda gerçekleşmesini sağladı. Bunun yanı sıra Akşemseddin, mikrop meselesine Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce ilk temas eden tabip olarak da bilinmektedir.

İstanbul'un fethinin manevi babası, Fatih Sultan Mehmet' in hocası Akşemseddin'in, gerek İstanbul'un fethindeki manevi rolü gerekse ilim ve irfanını ortaya koyan eserleri, araştırmacıların dikkatini çekti, çeşitli inceleme ve araştırmalara konu oldu. Akşemseddin bazı konularda sûfilere yöneltilen tenkitlere dair cevap ve itirazlarını ihtiva eden bir risâle de kaleme aldı.

Kaynaklarda aynı zamanda "tabîb-i ebdân" olduğu, devrinin iyi bir hekimi sıfatıyla da şöhret kazandığı ve tıbba dair eserleri bulunduğu belirtilen Akşemseddin'in, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesini ortaya atmak ve hastalıkların bu yolla bulaştığı fikrini öne sürmekle, bu alanda kesin bilgiler veren Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuya ilk temas eden tabip olduğu kabul edilmektedir.

ALİ KUŞÇU
Türk astronom ve matematikçi

Timurlular devrinde Semerkant'ta yetişmiş, daha sonra Osmanlı ülkesinde büyük bir şöhret kazanmış olan Türk astronom ve matematikçisi Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmed tarafından edilen davete icabet ederek, Osmanlı biliminin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. En önemli çalışmalarından biri ise bütün Osmanlı medreselerinde okutulacak dersleri düzenlemesidir. Özellikle astronomi ve matematik alanında çalışmalar yapan Kuşçu, bu alanda kendinden sonra gelen âlimlere yol göstermiştir.

Ali Kuşçu'nun Fâtih zamanında Molla Hüsrev'le birlikte Semâniye medreselerinin programını düzenlemeye memur edildiği de rivayet edilir. İstanbul'un boylamını, eskiden belirlenmiş olan 60 derecelik değeri düzeltip 59 derece, enlemini de 41 derece 14 dakika olarak tesbit ettiği bilinir. Fâtih Camii'nde de bir basîtesi (güneş saati) vardır.

Ali Kuşçu 5 Şâban 879'da (15 Aralık 1474) İstanbul'da vefat etti ve Eyüp Sultan Türbesi civarına defnedildi. Yetiştirdiği talebeler arasında torunu Mîrim Çelebi ile Molla Lutfî meşhurdur.

ŞEYH MECDÜDDİN İSHAK
İbn Arabi'yi Anadolu'ya getiren âlim

Anadolu'da çok saygın bir konuma sahip olan Mecdüddin İshak, "dinin büyüğü, İslâm'ın yıldızı, Müslümanların iftihar kaynağı, doğruluk örneği, âlimlerin şeyhi" olarak nitelenir. Anadolu'nun ilim ve irfan yuvası haline gelmesinde ve Ahi teşkilatının kurulmasında etkili olan İshak, İbn Arabi'yi Anadolu'ya getiren isimdir.

CABİR BİN HAYYAN
Atom bombasının ilk mucidi

Atom bombası fikrinin ilk mucidi ve kimyanın babası sayılır. Maddenin en Küçük parçası atomun parçalana bileciğini bundan 1200 sene önce söylemiştir. Zooloji İlminin öncülerindendir. Hayvan gübresinden amonyak elde etmiştir.

AYDINLI HACI PAŞA
Anadolu'nun İbn Sînâ'sı

Anadolu'nun İbn Sînâ'sı olarak anılan hekim, kelâm âlimi ve müfessirdir. Tıp ilminin Osmanlı coğrafyasında gelişmesine ön ayak olan âlimlerdendir. Esas adı Celâleddin Hızır olup 740'tan (1339) sonra doğduğu tahmin edilir. Aslen Konyalı olan Celâleddin Hızır, tahsil için Mısır'a giderek Kahire'deki Şeyhûniyye Medresesi'nde ünlü Hanefî fakihi Ekmeleddin el-Bâbertî'den dinî ve aklî ilimleri okumuş, keskin zekâsı ve çalışkanlığı ile hocasının takdirini kazanmıştır.

Kahire'de öğrenciliği sırasında tutulduğu ağır bir hastalık Hacı Paşa'yı tıpla meşgul olmaya sevketti. Dinî ilim tahsili yanında tıp kitapları okuyarak ve Cemâleddin İbnü'ş-Şevbekî gibi hekimlerin bilgi ve tecrübelerinden istifade ederek kendini tıp sahasında da yetiştirince, Şifâǿü'l-esķām adlı eserinin mukaddimesinde bizzat belirttiği gibi el-Melikü'l-Mansûr Kalavun Bîmâristânı'nda tabiplik yapmaya başladı.

En büyük eseri olan tefsirini II. Murad'ın tahta çıkışından (824/1421) sonra yazmaya başlayıp ona ithaf ettikten sonra çok sevdiği ilim beldesi Birgi'ye geri döndüğü anlaşılan Hacı Paşa kısa bir müddet sonra burada vefat etmiştir. Hacı Paşa'nın özellikle Kitâbüt'- Teshil fi't-Tıb ve Müntehâb-ı Şifâ isimli eserleri tıp dilinin Türkçeleşmesi hususunda önem arz etmektedir.

BAYRAMOĞLU ALİ AĞA
Roketin mucidi Osmanlı

Lale Devri'nde Humbaracı Ocağı'nın 2. Halifesi olan Bayramoğlu Ali Ağa'nın kaleme aldığı "Ümmü'l-Gaza fi Tedbiri'l-Harb ve Levazimiha" isimli eserinde harp sanatı ve levazımatından, kendi icadı olan silahlardan ve aletlerden bahseder. Bahsettiği silahlardan birisi de kale kuşatmalarında kullanılan ve tamamen kendi icadı olan tulumba isimli rokettir. Bu silah, ilk icat edilen roketler arasında gösterilir.

Ali Ağa bu eserinde, savaşlardaki başarısızlıkları silah icadında ve geliştirilmesindeki duraklamaya atfederek, padişaha yeni silahlar geliştirilmesini tavsiye etmektedir. Silahlar konusunda pek az eserin yazıldığı Osmanlı dünyasında böyle bir eserin yazılmış olması ve yeni icat edilen silahların resimleriyle birlikte sunulması son derece şaşırtıcıdır. Ayrıca eskiden kullanılan tulumbaların az bir ateş saçtığını ve kurşun atmadığını belirtir. Bayramoğlu Ali Ağa, "...doksan hesabından olmak üzere meydanlı bir terazidir" ifadesiyle tarif ettiği balistik bir terazi de icat eder.

Ayrıca, rüyasında görüp icat ettiği bir alet daha var. Bu alet, havan topunun üzerine konulup havan topunun kundağında doğru olup olmadığını ölçmeye yarıyor.

İBRAHİM EFENDİ
ilk denizaltı mühendisi

Osmanlılarda ilk denizaltıyı gerçekleştiren mühendis. Dünyanın ilk denizaltısını 1719 yılında Tahtelbahir isminde Osmanlı İmparatorluğu zamanında yaptı. Suya dalıp çıkan cismin içinde 4-5 kişi saatlerce kalabiliyordu. III. Ahmet'in oğullarının sünnet düğününde ilginç eğlence ve gösteriler düzenlemişti. Sünnetin 14. gününde Aynalıkavak kasrı önlerinde Timsah şeklinde bir deniz aracı getirilmişti. Tersane mimarbaşı İbrahim efendinin yapıtı olan ve "TAHTELBAHİR" adı verilen araç, denizde yüzüyor, ağzını açıp kapıyordu.

İSMAİL GELENBEVİ
Matematik ve mantık âlimi

İsmail Gelenbevi, Osmanlı Devleti'nin bütün kurumları ile gerilemeye başladığı bir dönemde yaşamış olmasına rağmen teoriyi pratik alana aktarabilmiş, ilmî gücünü Avrupalılara kabul ettirmiş ve ününü devletin sınırları dışına taşırabilmiş çok yönlü bir âlimdir. Daha çok matematik ve mantık alanlarındaki çalışmalarıyla tanınır. Klasik Osmanlı bilim geleneğinin matematik alanındaki son temsilcisidir. Matematik alanında telif ettiği biri Arapça, beşi Türkçe olmak üzere 6 eseri vardır.

Gelenbevî, matematik konusundaki dehasını ve bu alanda meydana gelen yenilik ve gelişmeleri takip ettiğini, 1787 yılında İstanbul'a gelen bir Fransız mühendisinin Babıâli'ye sunduğu, ancak dönemin ilim adamlarınca pek anlaşılmayan bazı logaritma cetvellerinin nasıl kullanılacağı hususunda yazdığı, Logaritma Şerhi adıyla da tanınan Şerh-i Cedâvili'l-ensâb adlı Türkçe eseriyle ortaya koymuştur.

Kâğıthane'de gerçekleştirilen bir bayramlaşma töreninde humbaracıların başarısız atışlar yapmasına çok üzülen padişah (III. Selim) istikamet hesaplarını doğru bir şekilde yapacak bir uzmanın bulunmasını emretmiş, bunun üzerine huzura getirilen Gelenbevî toplardaki açı hatalarını ince riyâzî hesaplarla düzeltmiş, böylece atışlarda tam isabet kaydedilmesini sağlamıştır.

Beyin kanaması geçirerek felç olan Gelenbevî kısa bir süre sonra Yenişehir'de vefat etti. Mezarı, Uzunçarşılı'nın verdiği bilgiye göre Yenişehir'de Bayraklı Camii Kabristanı'ndadır

MATRAKÇI NASUH
Osmanlı tarihçisi ve matematikçisi

Hayatı hakkındaki bilgiler çok azdır. Nerede, hangi tarihte doğduğu bilinmemektedir. Kendisinin bulduğu matrak oyunu sebebiyle "Matrakçı" (Matrakī), bazı kaynaklarda ise "Silâhşor" unvanıyla anılır. Matematik, tarih, coğrafya, silahşörlük ve minyatür sanatıyla uğraşan Matrakçı Nasuh çok yönlü bir alim ve 16. asrın dahisi olarak adlandırılır. Matrak oyununun mucidi olarak da bilinen Matrakçı Nasuh, özellikle katıldığı seferler vasıtasıyla çizdiği minyatürlerle Osmanlı resim sanatına farklı bir tarz kazandırmıştır.

Kanûnî Sultan Süleyman'ın emriyle Muhammed b. Cerîr et-Taberî'nin ünlü İslâm tarihini Arapça'dan Türkçe'ye çevirmeye başlayan Nasuh 936'da (1530) silâhşorlukla ilgili Tuhfetü'l-guzât adlı bir eser kaleme aldı. Bu yılın ağustos ayında padişahın oğulları Mustafa, Mehmed ve Selim için yapılan muhteşem sünnet düğünü münasebetiyle Atmeydanı'nda düzenlenen şenliklerde içinde topları, darbezenleri ve bir hisar için gerekli olan bütün malzemesiyle kâğıttan iki yürür hisar yaptı ve bu hisarlardaki askerler bir savaş gösterisi sundu.

940 (1534) yılında Kanûnî Sultan Süleyman'ın çıktığı ilk İran seferine katılan Matrakçı Nasuh İstanbul'dan Tebriz'e, oradan Bağdat'a ve Bağdat'tan yine Tebriz üzerinden İstanbul'a kadar konup göçülen menzillerin minyatürlerini hazırladı. Matrakçı Nasuh'un hayatının daha sonraki yılları hakkında bilgi yoksa da kaleme aldığı tarihinin 968 (1561) yılına kadar gelmesi onun telifatla meşgul olduğuna işaret eder. 16 Ramazan 971'de (28 Nisan 1564) öldüğü zaman muhtemelen ıstabl-ı âmire kethüdâlığında bulunuyordu.

ŞEREFEDDİN SABUNCUOĞLU
Osmanlı hekimi, cerrah

Osmanlı bilim dünyasında yeterince tanınmayan Sabuncuğlu'nun adına ilk defa cerrah İbrâhim b. Abdullah'ın 911 (1505) tarihli Alâim-i Cerrâhîn adlı eserinde rastlanır. İbrâhim b. Abdullah, burada onun adını vererek Mücerrebnâme'den aldığı kadın hastalıklarında kullanılan bir süpozituvarın formülünü açıklar. Amasya'da yaşamış olması ve eserlerini o günün bilim dili olan Arapça yerine Türkçe yazması Sabuncuoğlu'nun yeteri kadar tanınmamasının başlıca sebepleridir.

Şerefeddin Sabuncuoğlu Fatih Sultan Mehmed Han devrinde yaşamış meşhur bir cerrahtır. Sabuncuoğlu'nun en dikkat çeken özelliği ise, Cerrâhiyetü'l Haniyye adlı eserinde tıp tarihinde ilk defa cerrahi operasyonları gösteren minyatürlere yer vermesidir.

​TAKİYÜDDİN RÂSID
Klasik İslâm astronomisinin son büyük temsilcisi

Klasik İslâm astronomisinin son büyük temsilcisi olduğu kabul edilen Osmanlı âlimidir. İlmi birikimi, yeni tespit ve araştırmalarıyla Takiyüddin Râsıd, Osmanlı ilminde zirve bir zattır. Osmanlı döneminde yetişen çok yönlü bilim ve düşünce adamlarından biri ve XVI. yüzyıl Osmanlı ilminin en seçkin temsilcisi olan Takıyyüddin matematik, astronomi, fizik, optik, mekanik ve tıp konularında çeşitli eserler kaleme almıştır.

Astronomi alanında yaptığı faaliyetler ve İstanbul'da İslam medeniyetinin son büyük rasathanesini kurmasıyla Osmanlı ilim adamları arasında müstesna bir yere sahiptir. Özellikle gözlemlerinden elde ettiği verilere dayanarak yaptığı hesaplamaları ayın, yerin ve diğer gezegenlerin hareketlerindeki düzensizlikleri günümüz değerlerine yakın ölçülerde açıklaması onun bu konudaki bilgisini göstermektedir.

Takıyyüddin, eski zîclerin artık ihtiyacı karşılayamadığını, yeni gözlemlere gerek olduğunu belirterek daha önce İslâm dünyasında yürütülen astronomi çalışmalarının Osmanlı Devleti'nde de sürdürülebilmesi için bir gözlemevi kurulmasını zorunlu gördüğünü bildirince III. Murad, Vezîriâzâm Sokullu Mehmed Paşa ile Hoca Sâdeddin Efendi'yi ona yardımcı olmakla görevlendirmiştir. Bazılarını Takıyyüddin'in icat ettiği, dönemin en mükemmel gözlem aletleriyle donatılan İstanbul Rasathânesi, kısa ömrüne rağmen Tycho Brahe'nin (ö. 1601) kurduğu Uranienborg Gözlemevi'yle boy ölçüşecek nitelikteydi.

Eserleri bugün hala İstanbul, Kahire ve İngiltere'deki muhtelif dünya kütüphanelerinde yer almaktadır.

Derlenmiştir.
TDV, Yedikıta Dergisi

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN