Arama

“Minareleri sen ezansız bırakma Allah’ım”

Türkçe ezan ilk olarak 1932 yılında İstanbul Fatih Camii´nde okundu. 18 sene boyunca devam eden uygulama, daha sonra Demokrat Parti´nin iktidara gelmesi ile 16 Haziran 1950´de yeniden aslına döndürüldü.

“Minareleri sen ezansız bırakma Allah’ım”
Yayınlanma Tarihi: 18.7.2017 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 18.07.2017 17:22

Bugün 18 Temmuz. 87 yıl önce bugün 18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Atatürk'e atfen yayınlanan genelgeyle, Arapça ezan okunması yasaklandı. O tarihten itibaren Türkiye'de tüm camilerde ezan Türkçe okundu; Arapça okumakta ısrar edenler yakalandı, haklarında soruşturma açıldı. İslam toprağında İslam'ın ana dili yasaklanıyordu.

Cumhuriyet'le beraber başlanan Öz Türkçeleşme çalışmaları önce dilde Harf İnkılabı, TDK'nın açılması gibi eylemlerle kendisini göstermiştir. Öz Türkçeleşme/ Türkleşme anlayışına göre dizayn edilen yeni toplumun tüm noktalarında birinci husus Türkçeleşmekti. Toplumun ve ülkenin günde beş vakit "Arapça" ezanla yaşaması elbette bu yeni toplum mühendislerini rahatsız etmişti.

Tek parti döneminde Batılılaşma adı altında dinin öğretilmesine engeller çıkarılıyordu. Ezan Türkçe okutuluyor, Kur'an-ı Kerim öğretimi kısıtlanıyor, İslamiyet'i öğretecek kitaplar imha ediliyor, vaizler baskılarla ve tehditlerle yıldırılıyordu.

Nitekim bu fikri ilk ortaya atan Ziya Gökalp'tir. Hâlbuki daha önce Osmanlılık idealini taşıdığı dönemde yazdığı "Ezan" şiirinde, ezanı Hz. Peygamber dönemiyle hatta Cebrail ismini kullanarak "Müslümanların manevi âlemle bağ kurmasını sağlayan ortak bir değer" olarak anlatıyordu. Selanik'e yerleşmesinin ardından, Ezanın ve Kur'an'ın Türkçe okunması gerektiğini ifade etmeye başladı. "Türkçülüğün esasları" isimli kitabında da ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi fikrini tekrarladı.

Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duânın...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'ân okunur.
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ'nın.
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Ziya Gökalp

Bu fikirler tek parti döneminde ve devamında hararetle benimsendi. 1928'de Mustafa Kemal'in isteği ile İlahiyat Fakültesi hocaları arasında görüşülmek üzere bir ıslahat layihası hazırlandı. Gündeme alındığı halde görüşülmediği anlaşılan bu layihanın 3. maddesinin bir bendinde şu ifadeler yer alıyordu:

"İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Ayetlerin, duaların, hutbelerin, Türkçe şekilleri kabul ve öyle yapılmalıdır."

Yine 1928'de 10 Nisan'da anayasanın 2. maddesinde yer alan "Devletin dini din-i İslam'dır" ibaresi kaldırıldı. Böylece devlet hukuken laik oldu.

1931 yılının Aralık ayında, Mustafa Kemal Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde İsmet İnönü'nün başbakanlığı döneminde dokuz hafız, Dolmabahçe Sarayı'nda ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı. Daha sonra Mustafa Kemal'in takibi ve yer yer bizzat katılarak doğrudan yaptırdığı çalışmaların ardından, ezanın Türkçe okutulmasına karar verildi. Ardından 18 Temmuz 1932'de ilk Türkçe ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii'nde okundu.

Cumhuriyet'ten sonra, CHP döneminde 18 sene boyunca ezan Türkçe okunmuştur. 1950 Türkiye genel seçimleri sonrasında, Demokrat Parti Türkçe ezan ile ilgili olarak halktan yana çalışmalara başladı. 14 Haziran günü gazetelerde açıklanan çalışmalar 16 Haziran günü hızlanmış, halk meclis önünde tepki vermeye başlayınca da süreç hızlanmış ve Arapça ezan kabul edilmiştir. Aynı gün sonuç Celal Bayar'a telsizle gönderilmiş ve Celal Bayar da kabul etmiştir. Çıkarılan yasayla Türkçe ezan yasaklanmamış, ezan dili serbest bırakılmıştır.

Arapça ezanın serbest bırakıldığı gün Bursa'da bir camide 7 defa Arapça olarak ikindi ezanı okunmuştur. Ayrıca, 6 Temmuz 1950 tarihinde de haftada üç gün Ankara Radyosu'nda Kur'an okunacağı belirtilmiştir.

Mustafa Armağan "Türkçe Ezan ve Menderes" kitabının yazılış hikâyesini anlattı:

"Çocukluğumdan beri duyarım, babamdan duyarım, çevremden duyarım, bir zamanlar 'tanrı uludur' diye tangır, tungur okunan bir ezan vardı diye. Sonra Menderes gelmiş ve bunu değiştirmiş. Fakat ben de öyle bir algı vardı ki, sanki bu çok ciddi bir şey değilmiş, bir ara denenmiş sonra vazgeçilmiş bir kısa macera olarak düşünüyordum. Ne zaman ki tarih okumalarım, araştırmalarım Türkiye'nin din tarihini biraz daha derinden incelemeye sevk etti o zaman Türkçe ezanın 18 yıllık tarihi bütün vahametiyle önüme çıktı. O günleri bilen insanlar yavaş yavaş hayattan çekiliyorlar. Ben de 'acaba onlardan bugüne ve geleceğe bir şeyler damıtabilir miyim?' diye bu çalışmaya başladım."

Mustafa Armağan, bu olayın tarihte ve yaşanılışında çok basit bir hadiseymiş gibi anlaşılmasından oldukça rahatsızlık duyduğunu da ekledi:

" Sadece burada 'Tanrı Uludur' ifadesinin yerine 'Allahu Ekber' denilmesi değildir. Aslında Asr-ı Saadetten beri yeryüzünde okunmuş olunan ezanın kesintiye uğradığı bir dönem vardır Türkiye de. Türkiye bir takıma hem İslam geleneğinden kopmuştur, hem İslam dünyasından kopmuştur. Ezanın Arapça okunmasını isteyenlerden 30 yıl hapse mahkûm edilenler oldu. İşkenceye tabi tutulanlara oldu. Niçin? Tekrar 'Allahu Ekber' denilmesini talep ettikleri için. Bazı yerlerde ezan okuyanlar deli numarası yaptı. Kimileri de minareye çıkıp 'Allahu Ekber, Allahu Ekber' diye ezan okudular.

İlk Türkçe ezan okundu.

Ezan Türkçe okunmaya başlandıktan sonra 'Tanrı Uludur, Tanrı Uludur' sesini duymamak için o gün dağa çıkıp cesedi indirilen insanlar olduğunu söyleyen yazar Abdurrahman Dilipak yaşanan acının büyüklüğünü ve toplumda oluşturduğu dehşeti açıkça ifade etmiştir.

Yıllarca İslamiyet ile hemhal olmuş Müslüman bir topluma, Türkçe ezan girişimiyle darbe yapılmıştır. Ezanda darbe, devamında dinde darbeyi de getirecektir. Halk bunun gayet farkındaydı. Daha da iyi bilinen bir şey vardı ki Türkçe ezan insanlara bir noktada birleşmeyi değil, yıllarca sürecek kavgayı getirmiştir. Etimolojik olarak da bakarsak kelimelerin sözlük anlamı muhtevayı aktarabilmekte hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Türk milleti bunun en acı örneklerinden birini Türkçe ezan zorunluluğuyla yaşadı. İşte Türkçe ezanın metni:

Tanrı uludur Tanrı uludur Tanrı uludur Tanrı uludur

Şüphesiz bilirim ve bildiririm: Tanrı'dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim ve bildiririm: Tanrı'dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı'nın elçisidir Muhammed

Haydi namaza, haydi namaza
Haydi felaha, haydi felaha
(Namaz uykudan hayırlıdır)
Tanrı uludur, Tanrı uludur
Tanrı'dan başka yoktur tapacak.

Bugün de dâhil bu durumu pozitif görmeye çalışan kesimler olmuştur. Ancak Türk milletinin ezanına olan bağını tekrar kırmaya kimsenin gücü yetmemiştir.
*

Yavuz Bahadıroğlu:

"Ezan anlaşılsın diye Türkçeye çevrildiyse bu ülkede ezanı anlamayan var mıydı sorusu akla gelir. Dikkat ettiyseniz 'Hayye ale's-salâh'ın Türkçeleşmesi 'haydi namaza' şeklindedir. Ancak 'Hayye ale'l-felâh'ın Türkçe karşılığı yok. Ne için? O da anlaşılmasın diye düşünmesinler. Çünkü Felah kurtuluş anlamına geliyor. Buradan ne çıkarırsınız bilmiyorum. Millî vicdanın bunu kabul etmediğini hepimiz tasdik ediyoruz." şeklinde konuştu.

*

Ezan yasağı döneminin tanıklarından biri de Cemal Tuncay'dı:

"Sekiz yaşımdaydım. İki jandarma ve bir onbaşı mavzerlerle duruyorlar. Git babanı çağır dediler. Babam geldi ve benim elimdeki Kur'an-ı Kerîm'i babamın kafasına vurarak 'Ulan bu çocuğa ne okutuyorsun?' dedi. Rahmetli babam gömleğini yırttı ve göğsündeki derin yara izlerini göstererek 'Oğlum ben sadece onbaşı değildim. Seferberlikte mülazım olarak cepheye gittim, Sarıkamış'ta esir oldum, bin bir türlü çileye katlandım ki şu kitabımı rahat rahat okuyayım diye. Keşke ben bu yaraları almasaydım da benim sakalıma, kitabıma küfreden Bulgar bilmem nesi olsaydı. Yine de kendime teselli verirdim' dedi. Ve aldılar gittiler babamı…"

*

Küfrün tek millet olduğu bu âlemde o veya bu gruplar bir şekilde İslamiyet'in önünü kapatmak için ittifak kurmuştur.

Baskılara göz yummayan ve inançlarını yaşatmak için nice zorluklardan geçenlerden bir isim de bugün Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan'dır. O da, bu tür saldırılar karşısında milletin duruşunu şöyle anlatıyor:

"Cumhuriyetimizin özellikle tek parti devrinde çok yanlış bir şekilde milletimizi geçmişinden kopartıp suni bir modernleşme projesinin içine hapsetmeye çalıştılar. Bizim çağın gerekli şekillerine uygun hareket etmekle ilgili bir sorunumuz, bir sıkıntımız yok. Biz milletimizi köklerinden koparıp; ona yeni ve asla kendisine uymayacak bir elbise giydirme projesine karşı çıkıyoruz. Cumhuriyet bizim cumhuriyetimizdir. Sizler cumhurun ta kendisisiniz. Milletimiz yeni bir rejim inşa etme bahanesiyle kendi varlığına yönelik saldırılara karşı daima direnç göstermiştir."

Tarih şahit olmuştur ki Müslümanlıkla yoğrulan milletimiz, inançlarını yok sayan her gücün elini ayağını kestiği gibi; vicdanî ve insanî olan her ne varsa benimsemiş ve sahip çıkmıştır.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN