Arama

Peygamberimizin haccı nasıl gerçekleşti

İslam, Mekke - Medine ve bütün çevreye yayıldı. Yüce Allah'ın dini tamamlanıyordu. Artık ne Lat, ne Menat, ne Hübel ne de başka put kalmamıştı. Unutulmuş olan tek Allah inancı yüreklerde yeniden yerini aldı. Artık putlara ve kullara değil, Yüce Rabbe kulluk yapılacaktı.

Peygamberimizin haccı nasıl gerçekleşti
Yayınlanma Tarihi: 25.8.2017 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 25.08.2017 10:16

Mekke'ye Yolculuk Var

Yapması gereken son bir iş kalmıştı. Ümmetinin başında hac yapmak ve hac yaptırmak. Hem hacc ibadetini yapacak ve hem de gönlünün sevgilisi olan Mekke'ye bir daha gidecek ve Kâbe'ye dokunacaktı. Mutluydu. Putperestliğin kökünü kazıdığı için mutluydu. Kâbe'yi göreceği, Hz. Hatice'nin mezarını gözleyeceği için mutluydu.İnsanların hacca davet edilmelerini emretti. Duyurdular. Binlerce insan hem Medine'ye ve hem de Mekke'ye akmaya başladılar. Herkes onunla hac yapmanın hazzını yaşamak istiyordu.

İhram hazırlığını yaptı. Devesinin sırtında, yanında en yakınları ve sahabesiyle Zulhuleyfe denilen ve Medine'ye on kilometre mesafede olan bölgeye geldi. Orada iki rekat ihram namazını kıldı. Sonra hac için niyet etti. Cemaatle beraber telbiye getirdiler.

Lebbeyk Allahümme Lebbeyk

Telbiye, Allah'ın gelin emrine yapılan bir itaat çağrısıdır. Anlamı şudur; "Buyur ey Rabbim! Emrine geldim. Emrine hazırım. Buyur ey Allah'ım. Senin eşin ve ortağın yoktur. Mülk, güç, kudret sana aittir."

Allah'ım Rızanı İstiyorum

Binlerce insanla Zulhuleyfe'den hareket etti. Üzerinde ihram vardı. Yaşı: 63 civarındaydı. Yolculuk esnasında her tepeye çıktığında Lebbeyke duasını tekrar etti.

Mübarek başını göğe kaldırıp şöyle dua ediyordu: "Allah'ım! Rızanı ve cennetini istiyorum. Cehennem ateşinden ve senin bana gazaplanmandan sana sığınıyorum."

Saçlarına ve sakalına kır düşmüştü.

Namaz vakitleri için orduyu durduruyor, namaz kıldırıyordu. Sorulan soruları cevaplıyordu.

Kâbe'yi Görünce

Nihayet Mekke'ye girdi. Kâbe uzaktan görünüyordu. Devesinin yularını sarkıttı. Artık Telbiye getirmiyordu. Tekbir getirmeye başladı: 'Allahu Ekber Kebira, ve'l Hamdulillahi Kesira" zikri dudaklarından duyuluyordu. Bu tekbir, artık batıl olan putperestlik dininin sona erdiğinin, kökünün kazındığının da ilanıydı. Artık kula kulluğun dönemi kapanmıştı. Peygamberlerini, putlarını, melekleri, başka insanları Allah'a ortak koşan bütün tevhid dışı zihniyetleri kuma gömüyordu.

Benu Şeybe kapısından içeri girdi. İçeri girerken: "Allah'ım! Bu şerefli mekanın itibar ve azametini arttır." duasını okudu.

Sonra Hacer-i Esved'den itibaren, Kâbe'yi sola alarak tavafa başladı. Tavafta Hacer-i Esved'e her geldiğinde ellerini kaldırıp selam (istilam) etti. Tavafın 7 dönüşü bitince Makam-ı İbrahim'e geçti. Orada 2 rekaat tavaf namazını kıldı. Dua etti. Zemzem kuyusundan kana kana su içti. Zemzemi ayakta, Kâbe'ye bakarak içtiği rivayet ediliyor. Sonra Kâbe'nin duvarlarına dayandı, göğsünü Kâbe'ye birleştirip dua etti.

En sevdikleri yanındaydı. Gözgöze geldiği herkesle selamlaşıyordu. Binlerce insan, onun yaptıklarını tekrar ediyorlardı. Zaten; 'Nasıl hac yapacağımızı benden öğrenin.' buyurmuştu. Şimdi öğreniyor ve hadis rivayetiyle, nesilden nesile aktarıyorlardı.

Safa ve Merve Tepelerinde

Safa tepesine oradan da Merve'ye geçti. Sa'y yapacaktı. "Şüphesiz Safa ve Merve Allah'ın koyduğu alametlerdendir. Her kim, Kâbe'yi tavaf eder, umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. (Bakara, 158) ayetini okudu.

Arife gününden bir gün önce Mina'ya geldi. Zilhicce ayının 9. günü Arafat'a girdi. Orada sabahtan akşama kadar dua etti. Hutbe okudu. Arafat'taki bu duruşu (Burası Mekke'ye 10 km uzaklıktadır) kaçıran hac kaçırmış olur ve o sene hacc yapmamış olur.

Veda Hutbesi

Öğle vakti girince önce öğle sonra ikindi namazını cem ederek kıldı. Sonra Arafat vakfesinin duasına başladı. Hac mevsiminde Müzdelife, Mina, Arafat gibi bir çok bölgede hutbeler okumuşsa da en önemli hutbesini Arafat'ta yaptı. Daha sonraki yıllarda bu hutbesine 'veda hutbesi' adı verildi.

Hutbeyi, sesi herkese ulaşsın herkes onu görebilsin diye devesinin üstünde verdi. Orada 120 (yüz yirmi) bini aşkın mümin vardı. Sesini her yere yardımcılarıyla ulaştırıyordu. Orada insanlığın her dönem muhtaç olduğu genel insani ölçüler, dokunulmazlıklar hakkında konuştu. Kan davalarının cahiliye adeti olduğunu, kendi ailesinin kan alacaklarını tek taraflı kaldırdığını ilan ediyordu.

Sömürü aracı olan faizi kaldırdığını bildiriyordu. Kadınların Allah'ın bir emaneti olduğunu deklare ediyordu. Onur, dokunulmazlık, hürriyet, hak, hukuk gibi insani ve vicdani alanlarda müthiş bir erezyon yaşandığı bir dönemden tükenmiş faziletleri hatırlatıyordu. Her sözü hikmetti, her sözü bir kırmızı çizgiydi. Söylenmemiş son sözleri söylüyordu. O konuşurken, Hz. İbrahim, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğerleri adına konuşuyordu. İşte burası, Kâbe ve işte Kudüs ikisi de benim menzillerimdir. Ey dünya dini arayanlar! Dinlerden bağımsız kul eli değmiş başka bir din arayanlar cevap burada: Kur'an'da ve benim hayatımda. Bugün ve yarın tek çözüm sahih bir İslam'a dönüştür. Onun dayanakları da ortada. Hz. Peygamber (s.a.v.), dört halife ve elbette en başta Kur'an-ı Kerim. Dönüş buraya olmalıdır.

Kur'an ve Sünnet Duruşu! Bilimsel didişme mi!

Aslında mesele belli. İki anlayış kıyasıya bir mücadele halinde. Bilimsel bir ayrışma denilse de, bu mücadelenin temelleri çok derinlere dayanıyor.

Birinci görüş kısacası; Kur'an-ı Kerim'den ve aklınızdan başka hiç bir kutsalı ve otoriteyi tanımıyoruz diye özetlenecek görüştür.

Bu görüş erbabı akılla nakil (vahiy) çeliştiğinde de aklı tercih ederler. En makul olanları "tevekkuf" durgunlaşma, meseleyi nedasa bırakma tercihiyle önümüze çıkarlar.

Kısacası bu anlayışın nazarında Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünneti, müctehid alimlerin görüşleri, İslam'ın bir buçuk asırlık mirası bir anlam taşımıyor.

İkinci görüş (Ehli sünnet olarak nitelenen görüş) ise şöyle der: Kur'an-ı Kerim İslam'ın temelidir. Tek okunan vahiydir. Bağlayıcıdır hükümleri. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sahih sünneti de Kur'an-ı Kerim gibi bağlayıcıdır. Efendimizin Kur'an-ı Kerim'i açıklama ve ek hükümler koyma yetkisi ve ilmi ise; Cebrail kaynaklıdır. Cebrail Hz. Peygamber (s.a.v.)'e Kur'an'ı tefsir ediyordu. Kur'an'ın dışında hükümler getiriyordu. Bunu anlayıp uygulamada ise daha sonraki alimler; icma ve kıyas kriterlerini getirdiler ki nasslar bu sistemle çözümlendi. İkinci görüşü temsil edenler dört raşid (dosdoğru) halife dönemindeki uygulamaları da bu anlayışla temellendirirler.

Ehli Sünnet Camiasında Sapma

Günümüzdeki bazı ilahiyatçılarda bu anlamda eksen sapması yaşandığını görüyoruz. Ehli sünnet dediğimiz camiada büyümüş olan bazı akademisyen veya hocaların satır aralarında mensubu oldukları görüşten, karşı oldukları görüşe göz kırptıklarına şahit oluyoruz. Bu bazen hoş görünme bazen de yanlış okumalara (temelde eğer vahiyle ve vahye bakışta bir problem varsa) bakış tarzında sapmalardan kaynaklanıyor.

Bu mücadele, temelde; Hz. Peygamber, sahabe ve müctehid alimlerden arındırılmış, içi boş, oynanabilir, dilenilen kılıfa sokulabilir bir İslam elde etmek için yürütülüyor. Sanmayın ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i ve sünnetini dışlayan anlayış; İslam'ın daha iyi anlaşılması ve hazmedilmesini istiyor. Bilakis; tamamen budanmış, otoritesi olmayan, sembollerini yitirmiş, örnekliğini kaybetmiş rüzgarda her tarafa yalpa yapan aklın kontrolünde ve egemenliğinde bir din elde etmek için bu çabayı veriyorlar.

Bu noktada; bir ayrışmaya, ötekileştirmeye meydan vermeden ehli sünnet çizgisindeki ulemanın ellerindeki bilgi ve hikmet hazinesini daha akıllıca ortaya koymaları gerekir. Şefaat , gayb, ahiret, mucizeler, kader, hadisin delil oluşu, Kur'an-ı kıssaların değeri konularında tatmin edici risaleler yazmaları elzem hale geliyor. Zira bazı dindar ailelerde deist gençlerin olduğunu duyuyoruz. Bu ileride daha ciddi ayrışmalara sebep olabilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünnetini müdafaa eden bir diyanet hutbesinin ardından ne kadar çatlak sesin çıktığını, cami minberinden Hz. Peygamber (s.a.v.)'in isminin anılmasından rahatsız olanların organize olmaya çabaladığını unutmadık. Bu zihniyetin daha ciddi ayrışmaya sebep olamamalarının önündeki engel Anadolu insanının irfanıdır. Hikmetle beraber yaşama alışkanlığıdır. Peygamberini kendinden daha üstte tutma imanıdır.

Ehli sünnet çizgisinden görünüp gizli ajandası olan iki yüzlü ulemadan Rabbe iltica etmek lazım. Ve bu zihniyete prim vermemek lazım.

SABAH / NİHAT HATİPOĞLU

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN