Arama

Düalite yeryüzünde baki kaldı: Doğu ve Batı

İnsanoğlu güneşin doğduğu yere doğu, battığı yere batı dedi. Bu isimlendirme güneşin konumunu esas alıyordu. Fakat medeniyet geliştikçe Doğu ve Batının konumu sadece güneşe göre değil, siyaset, inanç perspektifli bir yolculuğa çıktı…

Düalite yeryüzünde baki kaldı: Doğu ve Batı
Yayınlanma Tarihi: 16.8.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 16.08.2018 16:48

Doğu Doğudur ve Batı'da Batı

Ve bunlar tek bir kaynağın türküsünü söylerler. ( R. Kipling)

ÖTEKİLEŞTİRME ÇEMBERİ

Ötekileştirmeden yapamayan insanoğlu, birbirini iki zıt kutuba koydu. Böylece dini ve mistiği arayanlar doğuda, materyalisti arayanlar batıda buluştu. Birbirini yaratan bu iki kutup, coğrafi, siyasi ve kültürel referanslar ile farklı merkezlerden beslendi.

DOĞU VE BATI KAVRAMLARINA SEMBOLİK BAKIŞ

Doğu kavramı, bir anda akla gelen şeyler vardır. Güneşin ilk ışıkları, ilk insan, ilk peygamber, ilk mabet, ilk cinayet ve oradadır. Sembolik olarak ise; Doğu ruhaniyettir, mukaddesattır ve ebediyettir. Diğer bir yönüyle Doğu, Allah'ın fikrini, inancını ve imanını arayışta en doğru adrestir.

Bu anlamda Doğu Kültürü'nü en iyi temsil eden Osmanlı imparatorluğudur. İslâm'ı benimsemiş bir coğrafyada kurulan bu imparatorluk çizdiği geniş sınırlar ile Doğu'ya en iyi referanslardan biridir. Osmanlı batılılaşma sürecine girdi. Fakat bu batılılaşma kavramı, imparatorluğu ayakta tutmak için gerekli bir reformdu. Unutulmaması gereken bir noktada Osmanlı'nın İslamiyet'i yaymada büyük payı olduğudur. Seyyid Hüseyin bu konuda şunları söyledi: ''İlâhî kelâmın tüm büyük tezâhürleri gibi İslâm vahyi de ahlâkî ve sosyal bir düştür anlamıyla yalnızca bir din vaz etmekle kalmadı, aynı zamanda dünyanın bir kesimini ve bu kesim içinde yaşayanları da değiştirdi.''

İçinde yaşadığımız yıllar gösteriyor ki, Batı medeniyeti aydınlanma çağı, reform hareketleri, skolastik düşünceye öncülük etmiş olsa da zulmeden, himaye adı altında yüzyıllarca sömüren, doğal düzeni tahrip eden, uluslararası sistemin hegomonik gücü gibi gözüken gibi birçok kimliğe büründü. Sadece Batı'nın başarısıymış gibi tasvir edilen birçok gelişmede, başta İslam Medeniyeti olmak üzere başka ''Doğu''lu birçok kültür ve medeniyetin etkisi vardır.

DOĞU VE BATI NASIL DOĞDU

Rivayetlere göre Doğu ve Batı'nın ayrımı Anadolu'da Truvalılar ile Yunanlıların savaşıyken bazılarına göre Yunanlılar ile Perslerin rekabetine kadar indirir.

Politik bir kelime olarak Batı'nın ortaya çıkışı, asıl olarak M.S. 285 yılında Roma İmparatorluğu'nun Doğu Roma ve Batı Roma olarak ikiye bölünmesidir. Bu bölünme ile Batı Latin alfabesi ile yazan Roma'yı, Doğu ise Yunan alfabesi kullanan Konstantinopolis'te teşkilatlanan Roma'yı temsil eder. Bu bölünmenin bir diğer sonucu olarak Batı artık Katolik âlemi, Doğu ise Ortodoks âlemi olur. Batı Roma İmparatorluğu ve Ortodoksluk geriledikçe Doğu, İslam dünyasını ifade etmeye başladı.

Bir başka görüşe göre ise Batı kavramı, 15'inci yüzyıldan itibaren icat edildi. Bunu sağlayansa İslam ile Hıristiyan devletleri arasındaki rekabetin bu dönemde dünyanın önemli politik konsepti haline gelmesidir. Doğu üzerinden kendini kurgulayan Batı medeniyetini dini olarak Yahudi Hristiyan, kültürel olarak Yunan Roma medeniyetleri, Aydınlanma Çağı'nın fikirleri ve demokrasi üzerine inşa etti.

DOĞU ve BATI DAİR KAVRAMLAR

Orient = Doğu = Şark= Maşrık

Occident = Batı = Garp = Mağrip

Orientalist = Oryantalist = Şarkiyatçı = Müsteşrik

Occidentalist = Oksidantalist = Garbiyatçı = Müstağrip​

ŞARKİYATÇILIK

"Oryantalizm" ya da diğer adı ile "Şarkiyatçılık", Batı medeniyetinin Doğu toplumlarını tanımlamakta kullandığı bir düşünce biçimidir. Oryantalizmi temsil eden düşünürler Batı'da fazlasıyla çıktı. Böylece Oryantalizm ve sömürgeciliğe tepki olarak Müslüman entelektüeller arasında bir garbiyatçılık oluştu. Bu anlayış özünde siyasal İslamcı bir Batı karşıtlığına dayanıyordu ancak Gustav von Grunebaum'un şu tespiti halen büyük ölçüde geçerliliğini koruyor gibi: "Batılı bir şarkiyatçının simetrik muadili olan Doğulu bir garbiyatçı henüz çıkmadı." Doğu'nun gerçek anlamda müsteşrik kavramının karşıtı bir garbiyatçı çıkarıp çıkaramadığı halen tartışmalı ancak onun yerine bol miktarda "müstağrip" çıkardığı tartışılmaz bir gerçek.'' Batılılar için Şarklının suçu orada doğmuş olmasıdır. Batı için yayılmacılık ve sömürgeleştirme doğal bir sonuçtur. Batı'nın çabalarının amacı Doğu insanını ötekileştirmektir. Doğu toplumunun içerisinde "birlik ve beraberlik" "azim ve çalışma" gibi değerler Batı tarafından tahrip edilmek istendi.

ORYANTALİST BAKIŞ AÇISI ÜZERİNE BİR HİKÂYE

Amerika'da New York'ta 25 yaşlarında genç bir adam sinemanın önünden geçerken yaşlı kadın ile torunu sinemadan çıkarlar. Bu sırada, azgın bir köpek kadın ile çocuğa saldırmak için koşmaya başlar. Adam tehlikeyi fark edip köpeği kadına saldırmadan durdurur. Oradan geçen bir polis memuru adamı kutlar ve polis merkezine çay içmeye davet eder. O sırada orada bulunan bir gazeteci de adamı tebrik eder. Adamı onurlandırmak için, ertesi gün gazetede kocaman puntolarla şunu yazar:

"Kahraman New York'lu zavallı kadını azgın köpeğin elinden kurtardı.

Adam, gazeteyi görür ve şaşkınlık içinde gazeteyi arar. "Ben New York'lu değilim" diye muhabiri uyarır. Muhabir olayı anlar ve ertesi gün başlığı değiştirir.

"Kahraman Amerikalı, zavallı kadını azgın köpeğin elinden kurtardı."

Adam gazeteyi görür tekrar muhabiri arar ve "Ben ABD'li de değilim diye uyarır." Muhabir adama kızar ve sorar nerelisin diye, adam da Pakistanlıyım der. Ertesi gün gazetede daha büyük puntolarla şu habere yer verilir.

"İslami Radikaller zavallı Amerikan köpeğini öldürdü..."

ALİYA İZZETBEGOVİÇ'E GÖRE DOĞU BATI

Aliya izzetbegoviç'in Doğu ve Batı analizinin iki boyutu vardır. Bunlardan ilki siyasal boyuttur. Bu iki kutup denildiğinde akla ilk gelen soğuk savaş dönemindeki kapitalist ve komünist bloklardır. İkinci boyut ise dini ve fikri boyutudur. ''Doğu ve Batı arasındaki İslam'' kitabı, İslam'ı günümüz insanının idrakına sunma çabasıdır. Aliya bu değerlendirmelerini, Bosna'nın tarihinin bir yansıması olarak değil, Doğu'nun ortasında yaşayan bir Müslüman olarak ele aldı. Bu eseri bu yüzden Batı ile bir hesaplaşma olduğu kadar, hegemonyayı anlama girişimidir. Aliya izzetbegoviç'e göre İslam, Doğu ile Batı'nın bir sentezi değildi. Çünkü İslamiyet'in bazı medeniyetler ile sentez yapamayacak özellikleri vardı. Eserinde yapılması gerekenin İslam'ı sentezlemeye çalışmak olmadığını aksine İslam'ın özünü anlamaya yönelik olduğu kavratmaya çalıştı.

SEZAİ KARAKOÇ'UN YAZILARINDA DOĞU VE BATI MEDENİYETİ TASVİRİ

"İslâm medeniyeti Kur'an medeniyetidir."

Kimileri Batı'ya hayranlık duyarken kimileri de, Batı'ya karşı çıkardı. Bu isimlerin başında Mehmet Akif ve devamında Necip Fazıl gelir. Sezai Karakoç ise bu anlamda oldukça önemlidir. Çünkü Karakoç Türk edebiyatına yeni bir medeniyet tasavvuru sokan ilk isimdir.

Cemal Süreya Karakoç için şunları söyledi : "Bulgucu adam. Belki de ülkemizde tek bulgucu. Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif'in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl'ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirisiniz." Sezai Karakoç'un yazılarındaki temel fikirlerden birisi medeniyettir. Karakoç'a göre medeniyet insanı iki taraftan kuşatan, iki yönlü bir kavramdır. Bunlardan birincisi medeniyet kavramının zaman içinde "Bütün insanlığa hitap eden tarih olgusudur'' der. Medeniyetin bu boyutunu "İlk insandan başlayıp bugüne kadar gelen ve bundan sonra da insanlığın sonuna kadar sürecek olan" diyerek açıklar.

Medeniyet tüm zamanı kuşatan bir olgudur.

Medeniyetin ikinci boyutu ise, "İnsanın sadece fiziki ya da fizyolojik ihtiyaçlarına cevap veren bir sistem olmakla kalmaz, aynı zamanda manevi ahlaki, metafizik ve kültürel isteklerini de karşılamak amacını taşır."

Temelde tek bir medeniyetin olduğunu savunan Karakoç, onuna ilk insan Hz. Âdem'den itibaren kurulan, yaşamış somut medeniyetler olduğunu söyler.

Karakoç'un Doğu tasviri bir Asya'dır. İslâm güneşi Doğu'da doğmasına rağmen Karakoç'un kastettiği Doğu kavramı coğrafi bir tanımlamayı değil, "İslâm medeniyeti", ya da "Hakikat medeniyetini'' tanımlar. "İslâm ne Doğu ne de Batı'dır, Orta'dadır. Bu da pek çok Batılı bilim adamı tarafından fark edilmemekte ve Doğu ile İslâm özdeşleştirilmektedir. İslâm'ı herhangi bir Doğu sistemi olarak görmektedirler."

İlaveten, Batı'yı coğrafi bir sınır çizmekten ziyade Batı'yı aynı değerler sistemi içinde bir bütün olarak ele alır.

''Grek medeniyetinin hazanında bir Roma, Roma'nın bağbozumunda bir Hristiyanlık, Ortaçağ'ın gün batımında bir Rönesans, Rönesans'ın altın noktasında bir Reform, Reformun arkasından Aklın diktatörlüğü "dür.

MEDENİYETLER ÇATIŞMASI YERİNE DOĞU-BATI ÇATIŞMASI MI?

S.P. Huntington'un ''Medeniyetler Çatışması'' tezi büyük ses getirmiştir. Huntington, toplumlararası çatışmaların artık ekonomik ve ideolojik farklılıklar temelinde değil, kültürel farklılıklar temelinde gelişeceğini ve bu bağlamda en ciddi çatışmaların Batı medeniyeti ile İslam ve Çin medeniyetleri arasında cereyan edeceğini ileri sürerek Batılı devletler için siyasal bir program sunmuştur. Bu anlayışa göre dünyanın ağırlık merkezi "seküler, demokratik ve özgürlükçü" Batı toplumları iken, komünizmle mücadele dönemlerinde bir numaralı müttefiki olan "teokratik karakterli, baskıcı" İslam dünyası ise onun bir numaralı tehdidi hâline geldi. Huntington Medeniyetler Çatışması'nda Batı'nın en büyük rakibi olarak İslam medeniyetini göstermiştir.

CEMİL MERİÇ'E GÖRE MODERNLEŞME

Cemil Meriç, Batı hayranı Doğuluları ifade eden bir kavram haline getirmiş ve onları şöyle anlatmtı: "Tanzimat sonrası Türk aydınına en çok yakışan sıfat: Müstağrip (…) İslâm'ın dünya görüşü yekpareliğini kaybeder. Avrupa'nın maddi fetihleri, çöküş devrinin ulemasını afallatır. Susar ve sahneden çekilirler. Yerlerini Avrupa'nın imal ettiği yeni bir insan tipi alır: Müstağrip. Hem suda hem karada yaşayan bu hilkat garibesi giderek büsbütün kopar mazisinden. Artık ne Asyalı ne Avrupalıdır. Ne Müslüman ne Hıristiyan (…) İrfanından kopan, ana dilini bile unutan müstağripler kafilesi kime, neye bağlanacak? (…) Müstağrip ne yeni bir dünya görüşü kurabilir ne de Batı'nın cömertçe sunduğu türlü ideolojiler arasında seçim yapacak güçtedir. Seçmek için, anlamak lâzım (…) Müstağrip, Avrupa fikriyatını bir ilmihal gibi ezberlemeye kalkar. Bütünü kucaklayamaz (…) Müstağripler, 1960'lara kadar aynı yalanları çeşitli üsluplarla tekrarlayan bir topluluk."

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN