Arama

Batı Avrupa’nın jeopolitik ikilemi

Avrupa ülkeleri Soğuk Savaş döneminin ilk yıllarından itibaren bir ikilemle yaşıyorlar: Ne Amerikalılar tarafından terk edilmek ne de onların tutsağı olmak istiyorlar

Batı Avrupa’nın jeopolitik ikilemi
Yayınlanma Tarihi: 10.8.2017 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 10.08.2017 14:14

ABD Başkanı Trump'ın Kongre'nin Rusya, Kuzey Kore ve İran'a yaptırımlar öngören tasarısını imzalayarak kanun haline getirmesi, sadece ABD-Rusya ilişkilerinde devam eden kriz ortamını ağırlaştırmakla kalmadı, aynı zamanda batı Avrupalı müttefiklerde güçlü bir şaşkınlık ve tepki de yarattı. En yüksek sesli eleştiri Almanya'dan geldi.

Cumhuriyetçi Kongre üyeleri de dahil olmak üzere, Washington elitlerinin iddiaları ve suçlamalarından dolayı Başkan Trump'ın kendi ülkesinde kötü günler geçirdiği biliniyor. Geçen yılki başkanlık seçimleri kampanyasında Trump'ın ekibinin Ruslarla yakından bağlantı kurduğu iddiaları ortada. Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesi için bir yol bulma konusunda kararlı olmasına rağmen Kongre tarafından desteklenen yaptırımlar tasarısına direnememesi, geçtiğimiz aylarda Trump'ın elinin zayıfladığı gerçeğine işaret ediyor. Halbuki Rusya ile ilişkilerde yeni bir başlangıç yapma isteği, geçen yılki kampanyanın vaatlerinden biriydi.

Rus makamları, Trump'ın yeni yaptırımlara bütünüyle destek vermediğine dikkat çekseler de, ABD'den gelen bu son karara öfkelerini göstermek için bazı misilleme kararları almak zorunda kaldılar. Rusya'nın öfkesini göstermek için aldığı tedbirler arasında, Rusya'da hizmet veren Amerikalı diplomatların sayısını ciddi biçimde azaltmasını ve bazı diplomatik mülklerin kontrolünü devretmesini ABD hükümetinden istemek vardı. Rusya'nın Kırım'ı kendi topraklarına katmasını ve Suriye'ye askeri müdahalesini takip eden son üç yılda Rus-Amerikan ilişkilerinin kötüleşmesi, dünya çapında alarm zillerinin çalmasına neden olmuş ve pek çok kişi yeni bir dünya savaşının artık çok da uzakta olmadığını düşünmeye başlamıştı.

ABD-Rusya ilişkilerindeki son krizin önemli bir yan ürünü ise Washington ile Moskova arasındaki yeni bir Soğuk Savaş atmosferinin, transatlantik ilişkilerde de ciddi bir kırılmaya neden olması ihtimalinin artışı. Amerikalıların ve Avrupalı müttefiklerinin yaşadıkları son kriz, 2003 yılında Saddam'ın iktidardan uzaklaştırılmasını amaçlayan ABD liderliğindeki Irak Savaşı'nın arifesinde gerçekleşmişti. O sırada Almanya ve Fransa gibi büyük Avrupalı müttefikler, Irak'taki askeri operasyonu için ABD'yi bir Birleşmiş Milletler kararından mahrum bırakmak üzere Güvenlik Konseyi üyesi olan Rusya'yla ortak hareket etmişlerdi.

Bush yönetimi, NATO içindeki Avrupalı müttefiklerinin Irak politikasına destek vermeyişlerine yönelik kızgınlığını vurgulamak için 'yaşlı/eski' Batı Avrupalıları stratejik miyoplukla ve eylemsizlikle suçlarken bölücü bir söylemi benimsedi. Diğer yandan Bush, Transatlantik ittifakla olan dayanışmaları ve ABD liderliğindeki dünya düzenine verdikleri destek nedeniyle 'genç/yeni' Doğu Avrupalıları övmüştü.

Rusya'ya yaptırımların sıkılaştırılması konusundaki son ABD kararından sonra benzer bir durum yeniden ortaya çıkmış gibi görünüyor. Avrupa Komisyonu'nun önde gelen isimlerinden, Almanya Başbakanı Angela Merkel'e kadar geniş bir yelpazede batı Avrupalı liderler, ABD'nin son yaptırım kararını ciddi biçimde eleştirdiler. ABD'ye yönelik temel eleştiri, Amerikan dış politika karar vericilerinin, başta ekonomik ve stratejik çıkarları olmak üzere, AB ile Rusya arasındaki ilişkilerde, temel AB çıkarlarını hesaba katmadığı ve yaptırım tasarılarını şekillendirmeden önce Avrupa'daki önemli müttefiklerine danışmadığıydı.

ABD öncülüğündeki yaptırımlara karşı Batı Avrupa'nın karşı atağı, Almanya'nın Avrupa'da bir enerji merkezi haline gelmesini sağlayacak Kuzey Akımı-2 adlı doğal gaz boru hattı projesinin inşasına devam etme yönündeki kararlılıktı. Bu boru hattıyla Almanya ve batı Avrupa ülkeleri çok daha düşük fiyatlarla Rus gazı satın alabilecekler. Bu boru hattının inşasında yer alan Avrupalı şirketlere yaptırımlar uygulamak, Avrupa'nın ekonomik çıkarlarına ciddi şekilde darbe vurmak anlamına geliyor. Alman bakış açısına göre, yeni Amerikan yaptırımları, Rusya'yı Ukrayna'da politika değişikliğine gitmeye ikna etmekten ziyade, Rusya ile iş yapan Avrupa enerji şirketlerini cezalandıracak. Dahası Almanlar, yeni yaptırımların arkasında, Avrupa kıtasında Amerikan doğal gazına yeni pazarlar açılmasını hedefleyen güçlü ekonomik motivasyonlar görüyorlar. Rusya'yı piyasadan atmak ve Amerikan gazını Avrupa'ya getirmek yalnızca ABD'nin ekonomik çıkarlarına hizmet etmekle kalmayacak, aynı zamanda Rusya'nın jeopolitik ve jeo-ekonomik himayesine güçlü bir direniş gösterilen Avrupa ülkelerinde, ABD'nin jeopolitik etkisini artırmasına da yardımcı olacaktır.

Bu nedenle Polonya ve diğer birçok orta ve doğu Avrupa ülkesi, bu son ABD-Rusya krizinde ve transatlantik ilişkilerinde yaşanan gerginlikte, ABD ile olan ilişkilerini daha fazla önemsiyor. Başkan Trump, geçen ayın başında düzenlenen G-20 toplantısına katılmak üzere Hamburg'a gitmeden önce, Polonya'daki Üç Deniz Girişimi vesilesiyle, 12 merkez ve doğu Avrupa ülkesinin yer aldığı zirve toplantısına katılmıştı. Polonya ve Hırvatistan'ın öncülüğünde gerçekleşen bu girişim, Baltık, Adriyatik ve Karadeniz kıyılarındaki 12 Avrupa ülkesini bir araya getiriyor. Bütün bu ülkeleri birleştiren unsur ise Putin'in liderliğinde oluşan Rus dış ve güvenlik politikasının yarattığı güvensizliğin yanı sıra, Rus enerji kaynaklarına yüksek derecede bağımlı olmaları. Bu durum, neden bu ülkelerin çoğunun, özellikle Polonya ve üç Baltık cumhuriyetinin, topraklarında NATO/ABD askeri birliklerine ev sahipliği yaptığını ve çeşitli vesilelerle ABD liderliğine olan bağlılıklarını göstermekten çekinmediklerini açıklıyor gibi görünüyor. Bu ülkelerin büyük çoğunluğu, Almanya'nın önderlik ettiği Avrupa Birliği ve Rusya gibi iki büyük devin arasında ezilmek istemiyor ve her fırsatı kullanarak ABD'nin stratejik ve ekonomik özerkliklerine ilişkin desteğini güvence altına almaya çabalıyorlar. Bu ülkeler, Rus enerji kaynaklarına bağımlılıklarını azaltmaya, jeopolitik çıkarlarını Rusya karşısında korumaya, Avrupa'daki potansiyel Alman hegemonyasını azaltmaya ve Brüksel'deki Avrokrasiye karşı ulusal egemenliklerini korumaya yardımcı olacak herhangi bir gelişmeyi mutlulukla karşılayacak.

Alman ve Batı Avrupa perspektifinden bakıldığında ise başka dinamikler ortaya çıkıyor. Almanya ve Fransa, 21. yüzyılın Avrupa'sında kabul edilemez dış politika ve güvenlik politikası davranışları yüzünden Rusya'yı cezalandırmak amacıyla oluşturulan Minsk sürecine önderlik ediyor olsalar da, Rusya'yla aynı stratejik yaşam alanını paylaştıkları için, onu yapıcı bir şekilde angaje etmeye özen gösteriyorlar. Bu minvalde, herhangi bir dış aktörün, özellikle de ABD'nin, Rusya'yı köşeye sıkıştırmasının, Avrupa'nın güvenliğini ve ekonomik menfaatlerini olumsuz yönde etkilememesini istiyorlar. Avrupa ülkeleri Soğuk Savaş döneminin ilk yıllarından itibaren her zaman bir ikilemle yaşıyorlar: Ne Amerikalılar tarafından terk edilmek ne de onların tutsağı olmak istiyorlar. İşte bu yüzden, şimdi ABD ile ilişkilerinde en tehlikeli anlardan birini yaşıyorlar. Batı Avrupalı müttefikler bir taraftan ABD'nin Avrupa'nın güvenliği konusunda verdiği taahhütlere Avrupalıların yeterince destek olmamasını sürekli eleştiren ve her alanda 'Önce Amerika' politikasını izleyeceğinin söyleyen bir ABD başkanıyla baş etmeye çalışırken, diğer taraftan Putin'in politikalarını "son derece tehlikeli" olarak tanımlayarak Rusya ile yeni bir Soğuk Savaş yaşamakta herhangi bir problem görmeyen ABD kongresiyle is yapmaya çalışıyorlar. Allah Batı Avrupalıların yardımcısı olsun.

Prof. Dr. Tarık Oğuzlu

[Doktora derecesini Bilkent Üniversitesi'nden alan Prof. Dr. Tarık Oğuzlu Antalya Bilim Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN